Kasas Suresi

Nüzul Yeri Mekke. 88 ayettir.

  • Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

  • 28:1

    Ta, Sin, Mim.

  • 28:2

    Bunlar, apaçık ve açıklayıcı Kitabın (insanlara onurlu hayat ve huzur prensibi olan) ayetleridir. (Okuyup anlayın ve uygulayın ki, kurtuluş Kur’an’dadır.)

  • 28:3

    (Ey Nebim!) Mü'min olan bir kavim için, Hakk olmak (ölçü alınmak ve ders çıkarılmak) üzere; Musa ve Firavun'un (ibretli) haberinden (bir bölümünü) Sana okuyacağız. [Not: Cenab-ı Hakk: “Okuyacağız” diyerek, anlamak için dikkatle ve sürekli okumak gerektiğine işaret buyurmaktadır.]

  • 28:4

    Hakikaten Firavun, yeryüzünde (içinde bulunduğu ülkede) büyüklenmiş (insanları kendisine mecbur bırakıp rahat yönetmek ve karşı bir cephe oluşturmalarını önlemek için) oranın halkını da fırkalara ayırıp parçalamıştı. İçlerinden bir taifeyi zayıflatarak ezmek istiyor, (böylece güçten düşürmek üzere erkek) çocuklarını boğazlıyor ve kızlarını hayatta bırakıyordu. Çünkü gerçekten o, fesatçılar (Hakk düzeni bozanlar takımın)dandı.

  • 28:5

    Biz ise yeryüzünde (her yerde ve her devirde) zayıf düşürülen kimselere (aciz ve çaresiz hale getirilip ezilen; inanç, itaat ve cihad ehline) lütufta bulunup (nimet ve faziletimizi tattırmak), onları (devlet, hükümet ve siyaset) önderleri kılmak istiyorduk; ki böylece (ülkelerindeki ve yeryüzündeki imkân ve iktidarlara onları) mirasçı yapmayı (amaçlamıştık).

  • 28:6

    Ve (yine istiyoruz ki) onları (sebat ve sadakat ehli kullarımızı) kuvvet ve hâkimiyet sahibi olarak yeryüzünde (ve iktidar mevkiinde) yerleştirip (onurlandıralım, böylece) Firavun’a, Haman’a ve bunların ordularına (zalim hükümet ve hükümdarlara, hain bürokratlara ve bunların keyfi ve şahsi menfaati için halka baskı ve barbarlık yapan kiralık asker ve polis şefleri takımına en çok) korkup kaçındıkları (iktidarlarını kaybetmenin acısını onlara) gösterip başlarına getirelim. (Ezdikleri ve hıyanet ettikleri mü’min mücahitlerin zafere erdiklerini, kendi devlet ve düzenlerini ele geçirdiklerini görüp kahrolsunlar ki, böylece intikamımızı alıverelim.)

  • 28:7

    (Bu nedenle) Musa’nın annesine, “Onu (Musa'yı) emzir(ip doyur). Şayet (Firavun’un adamları onu öldürecek diye) kuşkulandığın vakit, onu (akıntılı) suya bırak ve sakın korkma ve endişe edip üzülme! Çünkü Biz onu sana tekrar (kavuşturup) geri vereceğiz ve onu peygamberlerden (biri) yapacağız” diye vahyettik (ilhamla bildirdik.)

  • 28:8

    Nihayet Firavun'un ailesi, (konakları önünden akan suda, içinde çocuk sesi duyulan sandığa rastlayınca) kendileri için (ileride) bir düşman ve üzüntü konusu olacağını (ve zulüm saltanatlarını yıkacağını bilmeksizin) onu sahipsiz görüp alarak (saraylarına götürmüşlerdi). Gerçekte Firavun, Haman ve askerleri bir gaflet ve yanılgı içindelerdi.

  • 28:9

    Firavun'un karısı dedi ki: (Bu çocuk) 'Benim için de, senin için de bir göz bebeği (ve evimizin şenliği olabilir); onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.' Oysa onlar (başlarına geleceklerin) farkında değillerdi.

  • 28:10

    Musa'nın annesi ise, (yavrusunun yokluğundan) yüreği boşluk içinde sabahladı. Eğer mü'minlerden (ve Allah’ın va’adine güvenenlerden) olması için kalbi üzerinde (sabrı ve dayanıklılığı) pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu(n durumunu ve saraydaki çocuğun kendi evladı olduğunu) açığa vuracak (ve çocuğu ele verecekti).

  • 28:11

    (Annesi, Musa’nın) Kız kardeşine: 'Onu gözetle ve takip et' dedi. Böylece o da, onlar (Firavun görevlileri olup bitenin) farkında değilken, onu (suya bırakılan çocuğu) uzaktan gözetledi.

  • 28:12

    Biz, daha önce ona süt analarını haram etmiştik (Musa saraya getirilen hiçbir kadının göğüslerini tutup emmemişti. Kız kardeşi onlara:) 'Ben sizin adınıza (bu bebeğin) bakımını üstlenecek ve ona iyi bakacak (ve yumuşak davranacak) bir aileyi size bildireyim mi?' dedi.

  • 28:13

    Böylelikle gözünün aydın olması (ferahlanıp sevinmesi), üzülmemesi ve gerçekten Allah'ın va'adinin Hakk olduğunu bilmesi için, onu (Musa’yı) annesine geri vermiş (ve ikisini bir araya getirmiş)tik. Ancak onların (inkârcıların ve akılsızların) çoğu (bu hikmetleri ve mucizeleri) bilmeyen (gafil ve cahil kimse)lerdi.

  • 28:14

    Derken o (Musa, Firavun’un sarayında) vaktâki güçlü erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir ‘hüküm-hikmet’ (hâkimiyet=yönetme yeteneği) ve ilim verdik. Biz iyilikte bulunanları (muhsin olanları) işte böyle ödüllendiririz.

  • 28:15

    (Artık yetişmiş olan Hz. Musa, saray) Halkının gaflet anında (onların haberi olmadığı bir zamanda, veya istirahat ortamında, Firavun’un sarayından çıkıp) şehre girdi. Orada birbirini öldürmek üzere kavgaya tutuşan iki adama rast geldi; bunlardan birisi kendi taraftarlarından (Beni İsrail takımından), diğeri ise düşmanlarından (Firavun’un adamlarından) idi. Derken kendi kavminden olan (kişi) düşmanına karşı, (Hz. Musa’ya sığınıp) ondan imdat istedi. Bunun üzerine Musa o adama (uzaklaşıp rahat durması için) bir yumruk indirdi ve kazaen işini bitirip öldürüverdi. (Sonra hemen pişmanlık gösterip:) “Bu şeytanın işindendir; o gerçekten apaçık saptırıcı bir düşmandır” (diyerek hatasını anlayıverdi).

  • 28:16

    (Bunun üzerine Musa:) “Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim (istemeyerek ve ölmesini kastetmeyerek, ama hızla ve kontrolsüz heyecanla vurup iteklediğim kişinin ölümüne sebebiyet verdim), artık beni bağışla” demişti. Böylece (Allah) onu bağışlayıvermişti. Şüphesiz O, Bağışlayandır, Esirgeyendir.

  • 28:17

    (Ve Hz. Musa) Dedi ki: “Ya Rabbi, bana verdiğin nimet (ve faziletler hatırına ve) adına (söz veriyorum ki) artık suçlu günahkârlara (ve münafık şarlatanlara) asla destek olmayacağım.”

  • 28:18

    Böylece şehirde, korku (ve kuşku) içinde (etrafını) gözetleyerek sabahladı. O sırada bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (ve başına o belayı getiren ‘huysuz ve huzursuz’ adam, bu sefer başkasıyla kavgaya tutuşmuş ve yine) kendisinden yardım için bağırıp durmaktaydı. (Hz.) Musa ona dedi ki: “Sen açıkça azgın ve fesatçı bir (insansın!)

  • 28:19

    Sonunda ikisinin de düşmanı olan (şahsı) yakalamak isterken (adam ona) dedi ki: “Ey Musa dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? (Anlaşılan) Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden (barıştırıcı ve yatıştırıcı) olmak istemiyorsun” (diye ortalığı ayağa kaldırmaya çalışmıştı).

  • 28:20

    (Bunun üzerine) Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip: “Ey Musa, (Firavun’un sarayında) önde gelen (idareciler dünkü cinayet hadisesinin sorumlusu olarak) seni öldürmek konusunda, kendi aralarında görüşüp karar vermekteler… Durma artık buradan çık git, ben sana iyi niyetle öğüt verenlerdenim” diye (uyarmıştı). [Not: Belki de bu zat, Firavun’un derin devletine sızmış olan Hz. Hızır’dı.]

  • 28:21

    Böylece (Hz. Musa) korku (ve telaşla) ve çevreyi gözetleyip kontrol ederek dikkatlice oradan ayrılıp uzaklaştı ve “Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar” diye (dua edip yakardı).

  • 28:22

    Bunun üzerine (Hz. Musa mecburen kaçıp) Medyen'e (Sina Çölü’ne ve Tûr Dağı çevresine) ulaşmak üzere, yüzünü (o tarafa) çevirip (yürümeye başlayınca) da: “Umarım Rabbim, beni düzgün bir yola (ve uygun bir yurda) yöneltip iletir (Hidayet verip Nübüvvet için eğitir)” diye (temenni etmişti).

  • 28:23

    Nihayet (Tûr Dağı’ndaki) Medyen suyuna (kuyusuna) vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu bulup (garip bir olaya rastlamıştı.) Onların gerisinde de (hayvanları su başına) götürmekten çekinen iki kadın bulunmaktaydı. “Bu durumunuz (ve sorununuz) nedir, (niye bekleyip duruyorsunuz)?” diye (sorunca) kadınlar: “Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; (bize saygı duyup sıraya almazlar, çünkü) babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır (diye bizi hesaba katmazlar)” demişlerdi.

  • 28:24

    Bunun üzerine (Musa) hemen (müdahale edip) onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek: “Rabbim, doğrusu bana indireceğin-göndereceğin her hayra muhtacım, (burada garip ve sahipsiz durumdayım)” diye (dua etti.)

  • 28:25

    Ardından çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, hayâlı bir tavırla (ve utangaç bir tarzda) yürüyerek ona geldi. (Hz. Musa’ya:) “Babam, bizim için (sürüleri) sulamana karşılık, sana ücret vermek üzere seni davet etmektedir” dedi. Vaktâki (Hz. Musa) ona (Hz. Şuayb’ın yanına) gelip de olup bitenleri anlatınca o (Hz. Şuayb, Musa’ya dönüp: “Artık) korkma, (Mısır’daki) zalimler topluluğundan kurtulmuş vaziyettesin” dedi.

  • 28:26

    (Kızlarından) İkisinden biri: “Babacığım onu ücretli olarak tut. Çünkü gerçekten ücretle tutulacakların en iyisi ise, elbette böyle güçlü kuvvetli ve güvenilir (olan) kişidir” diye (hatırlatıverdi).

  • 28:27

    (Hz. Şuayb, Hz. Musa’ya) Dedi ki: "Doğrusu ben, sekiz yıl bana ücretli işçilik yapıp hizmet etmene karşılık olmak üzere, şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum; şayet (bu süreyi) on (yıl)a tamamlayacak olursan, artık o da senden (bir ikram olacaktır. Ama iyi düşün.) Ben sana zorluk çıkarmak (ve kızımı almana mecbur bırakmak) istemem; beni de inşaallah salih olanlardan (ve sözünü tutanlardan) bulacaksın."

  • 28:28

    (Hz. Musa) Dedi ki: "(Kabul ediyorum.) Bu, benimle senin aranda olan (bir antlaşma)dır. Bu durumda iki süreden hangisini yerine getirirsem, artık bana karşı (inşaallah) bir haksızlık söz konusu olamayacaktır. Allah söylediklerimize Vekîl’dir (süremiz başlamıştır)."

  • 28:29

    Böylelikle Musa, vaktâki süreyi tamamlayıp (Hz. Şuayb’ın kızını almış olarak 10 yıl sonra) ailesiyle birlikte (Mısır’a doğru) yola koyulunca, (gece serinliği başladığında) Tûr (Dağı) tarafında bir ateş görüp (duraklamıştı). Ailesine: 'Durun, gerçekten bir ateş gördüm; umarım ondan ya (hayırlı ve yararlı) bir haber, ya da ısınmanız için bir kor parçası getiririm' deyip (oraya yönelmişti).

  • 28:30

    Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: “Ey Musa, gerçekten Ben; âlemlerin Rabbi olan Allah Benim!” diye seslenilmişti.

  • 28:31

    Ve (bu dediklerimin doğruluğuna alâmet olmak üzere) “Asanı (atıp yere) bırak! (O canlanıp hareket edecektir” şeklinde vahyedilmişti. Hz. Musa asasını yere attıktan hemen sonra) Onun aniden bir yılan gibi kıvrılıp hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya yeltenmişti. (Kendisine) “Ey Musa, (geri) dön ve korkuya kapılma. Şüphesiz (artık) sen (tarafımızdan) güvenliğe eriştirilenlerdensin” (denilmişti.)

  • 28:32

    (İkinci bir alâmet olmak üzere) “Şimdi elini koynuna sok, ki kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve (her türlü) dehşet ve tehlike durumunda (rakiplerini ürkütmek ve dizginlemek üzere) kanatlarını (kollarını) koltuklarının altına sok (ki bembeyaz olarak ve ışıklar saçarak çıkarasın). İşte bunlar, senin Rabbinden Firavun ve önde gelen adamlarına (yönelik) iki kesin-kanıt (mucize)dir. Gerçekten onlar, (küfür ve kötülüklere dalmış) fasıklardan olan bir kavimdir.”

  • 28:33

    (Hz. Musa:) “Rabbim, doğrusu (ben hataen) onlardan bir nefsi (kişiyi) öldürdüm, (onların da) beni öldürmelerinden korkuyorum” diyerek (mazeret belirtmişti).

  • 28:34

    “Ve kardeşim Harun; dil bakımından (lisanı ve konuşma tarzı olarak) o benden daha düzgün (fasih) durumdadır, onu da benimle birlikte (nübüvvetle görevli) bir yardımcı olarak gönder ki, beni doğrulayıp desteklesin. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum” (diyerek Allah’tan destek istemişti).

  • 28:35

    (Cenab-ı Allah ise:) “Senin (omuzlarını, arkanı ve) pazularını kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz (ağır sorumluluğunu onunla destekleyip hafifleteceğiz); sizin ikinize de öyle üstün (manevi sultanlık) bir ‘güç ve yetki’ vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar mutlaka galip geleceksiniz” buyurup (teskin ve teselli etmişti).

  • 28:36

    Musa, onlara apaçık olan ayetlerimizle (mucizelerimizle ve hükümlerimizle) geldiği zaman: “Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden (ve bizi etkilemek isteyen bir gösteriden) başkası değildir. Biz önceden geçmiş atalarımızdan bunu(n gibi şeyler) işitmedik” demişlerdi.

  • 28:37

    (Hz.) Musa (onlara) şöyle dedi: “Benim Rabbim, Kendi katından (ve ezeli ilim sıfatıyla) hidayeti kimin getirdiğini (risaletle kimi görevlendirdiğini) ve kutlu sonuç yurdunun (zafer ve devlet onurunun) kimin lehine oluvereceğini en iyi bilendir. Muhakkak ki zalimler asla felaha (huzura ve kurtuluşa) erişemeyeceklerdir.”

  • 28:38

    Firavun ise: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu (benim mülkümde, benim dışımda bir kanun koyucu bulunduğunu) bilmiyorum (ve kabul etmiyorum). Ey Haman, (özel fırınlarda) çamurun üstünde bir ateş yak da, bana (tuğladan) yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın İlahına çıkarım (da varsa O’na rastlarım, ama) gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum” diyerek (halkın kafasını karıştırmayı denemişti).

  • 28:39

    O ve askerleri (Firavun ve yakın çevresi), yeryüzünde haksız yere büyüklenmişler ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini zannetmişlerdi.

  • 28:40

    Bunun üzerine onu (Firavun) ve askerlerini tutup suya attık (boğup batırdık). Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak ki (derbeder olup gitmişlerdi).

  • 28:41

    Biz onları (inkâr ve isyanları nedeniyle) ateşe çağıran (zulüm ve kötülük) önderleri kıldık; kıyamet günü ise (ne kendileri ne de peşlerinden sürükledikleri, kesinlikle ve hiç kimseden destek ve) yardım görmeyeceklerdir.

  • 28:42

    Bu dünya hayatında (Firavunların ve zulümkârların) arkalarına lanet düşürdük (ki hep nefretle anılıvereceklerdir); kıyamet gününde de onlar, (kendilerinden nefret edilecek ve) kötülenip kabahatli görülecek kimselerdir.

  • 28:43

    Andolsun, ilk nesilleri (Firavun sülalesini) yıkıma uğrattıktan sonra Musa'ya, insanlar için (gözleri hikmetle açıp aydınlatacak) basiretler, hidayet ve rahmet (vesilesi) olmak üzere Kitap verdik. Umulur ki öğüt alıp düşünürler diye (Musa’yı elçi gönderdik).

  • 28:44

    Musa'ya o işi (Emr-i İlahi olan vahyi verip) gerçekleştirdiğimiz zaman, (ey Nebim) Sen (Tûr'un) batı yanında (Hz. Musa’nın inzivaya çekildiği makamda) değildin ve (buna) şahit olanlardan da değildin. (Bu tarihi ibret derslerini Sana Biz vahyetmekteyiz.)

  • 28:45

    Velâkin Biz birçok nesiller (yaratıp) inşa ettik de onların üzerinde (nice) ömür(ler) uzayıp geçti. Ve Sen Medyen halkı içinde yaşayıp da (Musa’nın haberlerini ve) ayetlerimizi onlardan okuyarak (öğrenmiş de) değilsin. Ancak (bu bilgileri Sana öğreten ve) risaletle gönderen Biziz.

  • 28:46

    (Ey Resulüm, Musa'ya) Seslendiğimiz zaman da (evet) Sen Tûr'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olarak Senden önce kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelmemiş olan bir kavmi uyarasın diye (gönderildiğin için bu bilgiler Sana vahyedilmektedir). Bu, umulur ki öğüt alıp düşünürler diyedir.

  • 28:47

    Şayet (insanlar) kendi ellerinin öne sürdükleri (işledikleri kötülükleri) dolayısıyla, onlara bir musibet isabet ettiğinde: 'Rabbimiz, bize de bir elçi gönderseydin de, böylece Senin ayetlerine uysaydık ve mü'minlerden olsaydık' diyecek (ve mazeret ileri sürecek) olmasalardı (Seni göndermezdik).

  • 28:48

    Fakat onlara Kendi katımızdan Hakk (Peygamber ve Kur’an-ı Kerim) geldiği zaman: “Musa'ya verilenlerin bir benzeri buna da verilmeli değil miydi?” dediler. (Oysa) Onlar, daha önce Musa'ya verilenleri inkâr edip “İki büyü (ustası olan Musa ve Harun) birbirine arka çıktı” dememişler miydi? Ve: “Gerçekten biz bunların hepsini inkâr edenleriz” deyip (karşı gelmemişler miydi)?

  • 28:49

    (Ey Resulüm!) De ki: "(Ey insanlar!) Eğer (iddianızda) sadık ve samimi iseniz, bu durumda Allah katından bu ikisinden (Musa'ya indirilen Tevrat’ın aslından ve Bana indirilen Kur'an'dan) daha doğru (ve daha uygun) olan bir kitap getirin de, (gerçekten haklı ve hayırlı ise) ona tâbi olup gidelim (ki bu mümkün değildir)."

  • 28:50

    Buna rağmen Sana icabet etmeyecek (ve bir hidayet rehberi getiremeyecek) olurlarsa, artık bil ki onlar, gerçekten kendi hevâ (arzu ve tutku)larına uymaktadırlar. Oysa Allah'tan bir kılavuz (doğru yol gösterici ve hidayet rehberi) olmaksızın, kendi istek ve tutkularına (hevâsına) uyandan daha sapkın kimdir? Şüphesiz Allah, zulmeden bir kavme hidayet vermeyecektir. (Doğru yola ve huzura eriştirmeyecektir.)

  • 28:51

    Andolsun Biz öğüt alıp düşünsünler diye, (bu Hakk) Sözü (Kur’an ayetlerini) birbirlerinin (manalarını tamamlamak ve gönderiliş amacına ulaştırmak üzere) art arda bitiştirip (indirdik ve onlara) ulaştırıverdik.

  • 28:52

    (Böylece) Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz(den iyi niyetli ve istikametli bazı kimseler) şimdi de buna (Kur’an’a) iman etmektedirler.

  • 28:53

    (Bunlar) Kendilerine (Kur’an) okunduğu zaman da “Buna inandık, O Rabbimizden gelen Hakk’tır. Biz zaten daha önce de Müslümandık” demektedirler (diyeceklerdir).

  • 28:54

    İşte bunlara, sabrettiklerinden dolayı mükâfatları iki defa verilecektir. (Hem dünyada ödüllendirilecek hem de ahirette sevindirileceklerdir ve) Onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (hayırda harcayıp) infak edenlerdir.

  • 28:55

    (Olgun Müslümanlar) ‘Boş ve yararsız olan sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: “Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, (sizinle barışık olduğumuzu bilin, sadece bâtılı reddederiz) biz cahilleri benimsemeyiz, onlardan (hayır) beklemeyiz (onların yanlışına düşmek istemeyiz)” derler. [Not: Bu ayet; İslami ve Adil bir Düzen ortamında, Hz. Peygamber Efendimizin MEDİNE SÖZLEŞMESİ’ni örnek alan doğru bir Laiklik anlayışıyla, farklı Dinlere mensup kesimlerin birlikte ve barış içinde yaşamaları gerektiğine de işarettir.]

  • 28:56

    (Ey Resulüm!) Gerçek şu ki: Sen sevdiğini (ve istediğini) hidayete erdiremezsin. Ancak Allah, dilediğine hidayet verir. O, hidayete erecek (iyi niyet, gayret ve karakterde) olanları daha iyi bilir.

  • 28:57

    (İslami hüküm ve hakikatler işlerine gelmeyen inkârcılar ve münafıklar) Dediler ki: (Evet Sen haklısın ve doğru yoldasın, ama) “Eğer Seninle birlikte (aynen ve alenen) hidayete uyacak olursak; yerimizden ve yurdumuzdan (bâtıl ve zalim düzen içindeki saygın konumumuzdan) çekilip kopartılıveririz (makam ve menfaatimizden mahrum ediliriz)!” Oysa Biz onları, Kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürününün aktarılıp toplandığı, güvenli bir Harem'de (Mekke ve Medine’de) yerleşik kılmış değil miydik? Fakat onların çoğu (yaratılış gayelerini) bilmeyen (cahil ve gafil kimselerdir).

  • 28:58

    Bu nedenle Biz (haram ve haksız yollarla kazanılmış) bol geçimi ile şımarıp azmış (fuhuş ve fesatlığa dalmış) nice ülkelerin halkını helak ettik. İşte meskenleri (harap olmuş şehirlerinin ve semtlerinin viraneleri, şimdi sahipsiz ve değersiz haldedir); çok az (bir zaman) dışında (oralarda da) kendilerinden sonra oturulabilmiş değillerdir. (Onlara ve tüm imkânlarına gerçek sahip ve) Vâris olanlar Biziz.

  • 28:59

    Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' (şehirlere ve ilçelere), hatta ki onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe (onlar da itiraz, inkâr ve isyan etmedikçe), memleketleri (ve medeniyetleri) yıkıma uğratıcı değildir. Ve zaten Biz, halkı (ve yönetici takımı) zulmeden ülkelerden ve şehirlerden başkasını helak edip (yıkıma uğratacak) olan değiliz.

  • 28:60

    (Ey münkirler ve nankörler!) Size verilen şeyler, sadece (fani) dünya hayatının geçimi ve ziynetidir. (Sadık ve mücahit mü’minler için) Allah katında olan ise (elbette) daha hayırlı ve daha süreklidir (bâkidir). Hâlâ aklınızı (ve vicdanınızı) kullanmayacak mısınız?

  • 28:61

    Şimdi, kendisine güzel bir va’adde bulunduğumuz, dolayısıyla (dünya ve ahirette) ona (hidayet ve rahmete) kavuşan kişi; şu dünya hayatının (geçici makam ve menfaatleriyle) metalandırıp (zevkü sefa içinde yaşattığımız, ama) sonra kıyamet günü (azaba çarptırılmak üzere) hazırladığımız kimse gibi midir? (Bunları aynı mı sanmaktasınız?)

  • 28:62

    O gün (Allah) onlara seslenerek: "Bana ortak olarak öne sürdükleriniz hani nerede?" diyecektir.

  • 28:63

    Üzerlerine (azap) sözü hak olan (saptırıcı)lar derler ki: 'Rabbimiz, işte bizim azdırıp saptırdıklarımız bunlardır; kendimiz azıp saptığımız gibi, onları da azdırıp saptırdık. (Şimdiyse) Sana (gelip onlardan) uzaklaşmış bulunmaktayız. (Zaten) Onlar bize tapıyor da değillerdi. (Kendi nefsani heves ve istekleri için bizim peşimize düşmüşlerdi.)

  • 28:64

    (Tağutların ve sahte ma’budların ardına sığınanlara ise) Denilir ki: 'Ortaklarınızı (Allah’a şirk koşup peşlerine takıldıklarınızı şimdi) çağırın (bakalım, yanınıza gelebilecekler mi?)' Böylelikle çağırırlar, ama kendilerine cevap (ve destek) vermezler ve (dehşetli) azabı görünce (acı bir pişmanlık içinde kıvranıverirler. Halbuki;) şayet hidayet bulmuş olsalardı ne olurdu. (Ama bunlar nasipsizlerdir.)

  • 28:65

    O gün (Allah) onlara seslenerek: "Gönderilen (Hakk elçilere) ne cevap verdiniz? (İnkâr edip düşman kesilmiştiniz değil mi?)" diyecektir.

  • 28:66

    Artık o gün, (kâfirler ve zalimler için bütün bilgiler ve) haberler onlar için kararıp körelmiştir. (Bilgi alma kaynakları kesilmiştir, sözleri ve mazeretleri de tükenmiştir.) Artık birbirlerine de soramayacak (halde hepsi perişan ve pişman vaziyettedirler).

  • 28:67

    Ancak her kim (küfür ve kötülükten samimiyetle) tevbe edip, iman eder ve (her konuda yararlı) salih ameller işlerse (ve geri kalan ömrünü Hakk ve hayır üzere geçirirse) artık onlar kurtuluşa erenlerden olmayı umabilirler.

  • 28:68

    Rabbin, dilediğini yaratır ve (kullarından dilediğini peygamber ve hidayet rehberi olarak) seçer; seçim ve tercih onlara ait değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir, Yücedir.

  • 28:69

    (Muhakkak ki) Rabbin onların göğüslerinin (gönüllerinin içinde) sakladıklarını da ve açığa vurduklarını da bilir.

  • 28:70

    (Çünkü) O Allah'tır, Kendisinden başka İlah yoktur. (Hakiki Mevcud, Ma’bud, Maksut ve Mahbub O’dur.) En başta da, sonda da hamd O'nundur. Hüküm (hayat imtihanıyla ilgili kanunlar ve ahirette herkes için verilecek adil kararlar) O'nundur ve (hepiniz) O'na döndürüleceksiniz (ve hesaba çekileceksiniz).

  • 28:71

    De ki: “Gördünüz mü (ve hiç düşündünüz mü? Görüşünüz nedir,) söyleyin bana; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce uzatıp sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size (karanlığı giderip) aydınlık verecek ilah kimdir? Hâlâ (kulak verip) dinlemeyecek (ve gerçeği işitmeyecek) misiniz?”

  • 28:72

    De ki: “Gördünüz mü (veya görüşünüzü) söyleyin (bakalım); Allah (yerkürenin ve Güneş sisteminin düzenini değiştirip) kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de (gerçeği) görmeyecek (ve Hakk yola gelmeyecek) misiniz?”

  • 28:73

    Kendi rahmetinden olmak üzere; O sizin dinlenmeniz ve O'nun fazlından (geçiminizi) arayıp (temin etmeniz) için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz. (Yani; Cenab-ı Hakk, Dünya’nın ve Güneş’in dönüşünü durdursa, böylece kâinatın ve tabiatın düzeni bozulsa; tekrar eski haline getirebilir misiniz?)

  • 28:74

    O gün (Allah) onlara seslenerek: “Benim ortaklarım olduklarını öne sürdükleriniz (tağuti düzenleriniz ve sapkın rehberleriniz) hani nerede?” diye soracaktır.

  • 28:75

    (Hesap günü) Her ümmetten bir şahit ayırıp çıkaracağız ve: 'Kesin kanıt (burhan)ınızı getirin' buyuracağız. Artık öğrenmiş olacaklar ki, Hakk gerçekten (ve sadece) Allah'ındır (Kur’an’ın buyruklarıdır) ve uydurdukları (İslam’a aykırı nizamlar ve sahte kurtarıcılar da) kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.

  • 28:76

    Gerçek şu ki, Karun da Musa'nın kavmindendi (onun yakın akrabasıydı), ancak onlara karşı azgınlaşıp (gururlanmıştı). Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, (sadece) anahtarlarını, (bu hizmet için özel kiralanmış) birlikte davranan güçlü bir topluluk zor taşırdı. Hani kavmi ona (servetiyle gururlanan Karun’a) demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah (mal ve makamla ferahlanıp) şımararak böbürlenip sevince kapılanları sevmez” diye (uyarmıştı).

  • 28:77

    (Öyle ise ey mü’min!) Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. (Dünya da, ahiret de Müslümanlarındır. Ey sermaye sahipleri! Allah’ın size verdiği servet ve nimetlerle, ahiret yurdunu kazanmaya çalışın. Zekât ve cihad için harcayın. Bu arada dünyadan da nasibinizi unutmayın. Meşru yollardan çalışıp kazandığınız serveti kendiniz, aileniz ve yakınlarınız için örfe, âdetlere ve standartlara uygun olarak helâl yolda harcayın, cimrilik yapmayın.) Allah nasıl sana in’am ve ihsan edip (zenginlik) verdiyse, sen de (fakir fukaraya, işçi ve memuruna) öylece iyilik ve ikramda bulun(un. Sakın fakirin, işçi ve memurun hakkını ketmederek) yeryüzünde bozgunculuk (ve anarşi) çıkarma(yın). Zira gerçekten Allah fitne fesat çıkaranları asla sevmez (ve onları felaha-başarıya da ulaştırmayacaktır).

  • 28:78

    (Karun ise) Dedi ki: “Bu (servet ve selahiyet), ancak bende olan bir bilgi (ve beceri) dolayısıyla bana verilmiştir.” (Oysa) Bilmez (ve akledip düşünmez) mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından ondan daha güçlü olan ve insan-sayısı bakımından ekseriyeti (arkasına takan) ve daha çok mal toplayan (nice) kimseleri yıkıma uğratmıştır. Ve zaten suçlu-günahkârlardan (zalim ve mücrim takımından) kendi günahları (bile) sorulmayacaktır. (Çünkü zaten Cenab-ı Hakk hepsini bilip durmaktadır. Onlar hemen azarlanıp cezalandırılacaklardır.)

  • 28:79

    (Karun) Böylece kendi ihtişamlı süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını (imrenip) istemekte olanlar: “Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir servet (üstün bir nimet ve fazilet) sahibidir” diye (imrenmişlerdi).

  • 28:80

    (Ama) Kendilerine (hakiki) ilim (ve hidayet) verilenler ise, (bu hain ve nankörlere imrenen gafillere:) “Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı (ve ahiret hazırlığı) iman edip salih ameller işleyenler için çok daha hayırlı (ve kalıcıdır, ancak) bu (yüksek şeref ve fazilete samimiyetle) sabredenlerden başkası kavuşturulmayacaktır” (demişlerdi).

  • 28:81

    Nihayet Biz onu (Karun’u) da, konağını (ve hazine sandıklarını) da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir taraftarı olmamış (olanlar da fayda vermemişti). Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden olan (bir kişi) de değildi.

  • 28:82

    Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: “Vay be! Demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve (istediği anda) kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz (kahredip yere) batırırdı. Vay be! Demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz” demeye başlamışlardı.

  • 28:83

    İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde (Allah’a iman ve itaat davetine karşı) büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. Ve (güzel) sonuç (elbette) takva sahiplerinin olacaktır.

  • 28:84

    (Ahirette) Kim bir iyilikle gelirse, artık onun için daha hayırlısı vardır; kim bir kötülükle gelirse, artık kötülükleri yapanlar, yalnızca yaptıklarıyla karşılık görüp (cezalandırılacaklardır).

  • 28:85

    (Ey Resulüm!) Kur’an’ı(n ahkâmını ve ahlâkını uygulamayı) Senin üzerine farz kılan (Allah), elbette Seni dönüş yerine iade edecek ve (Medine’den Mekke’ye, veya dünyadan ahirete ve cennete, ya da ümmetin liderliğine tekrar) geri gönderecektir. De ki: “Rabbim, kimin hidayetle (Hakk ve doğru yol rehberliği ile) geldiğini de, kimin açıkça bir sapkınlık içine girdiğini de çok iyi bilmektedir.”

  • 28:86

    (Ey Resulüm, Sen bu) Kitabın (Kur’an’ın) Sana (kalbine vahy ile) bırakılacağını umut edip beklemiyordun; (buna) Rabbinden ancak bir rahmet (ve fazilet olarak kavuşturuldun). Öyleyse (en yakınların bile olsa) sakın (zalim ve hain) kâfirlere arka çıkma. (Onlardan asla korkma ve bir şey umma; çünkü her şey Allah’ın elinde ve takdirindedir.)

  • 28:87

    (Bu Kur’an) Sana indirildikten sonra, sakın Seni Allah'ın ayetlerinden (ve hükümlerini yerine getirmekten çevirip) alıkoymalarına (fırsat tanıma). Sen (insanları) Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma (ki Allah mü’minlerin yegâne sahibi ve hamisidir).

  • 28:88

    Ve Allah ile beraber diğer bir ilaha tapma; (başkasına dua edip yalvarma!) Zira O'ndan başka ilah yoktur. O'nun yüzünden (Zatından) başka her şey helak olucudur. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz.