Allah’ın kudreti

  • 1:1

    Euzübillahi-mineşŞeytanir-Racim:

    Yüce Rabbimizin rahmet ve inayetinden kovulmuş, şerrin ve şekavetin rehberi olmuş Şeytanın vesvesesinden... Onun Kur’an’ı okuma ve anlama konusunda bizi gaflete ve tembelliğe sürüklemesinden... Rabbimizin kelâmına itiraz ve isyan etme düşüncesinden ve iblisin her türlü hilesinden; Allah’ın hıfzu himayesine sığınırım. (Bak: Nahl: 98)

    Bismillah’ir-Rahman’ir-Rahim:

    (Dünyada, yarattığı her varlığını ve tüm kullarını esirgeyip koruyan, isyan ve kusurlarına bakmayıp yine ihtiyaçlarını karşılayan ve düzelmeleri için mühlet sunan) “RAHMAN” (olan); ve (ahirette sadece iman ve itaat ehlini bağışlayıp, sonsuz rahmet ve nimetlerine kavuşturacak) “RAHiM” (olan) ALLAH’ın adıyla… •Bu işe, ibadet ve imtihan niyetiyle başlamaktayım. •O’nun emir ve hükümleri doğrultusunda bu işi yapıp tamamlayacağım, asla harama ve hilekârlığa sapmayacağım. •Bu işte sadece Allah’ın rızasını, kullarının hatırını, insanların rahatını ve menfaatini amaçlayacağım. •Bu işi ancak Allah’ın inayetiyle başaracağıma inanmaktayım.

    Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… [Not: Rahman, sonsuz şefkat ve inayeti; Rahim ise sınırsız merhamet ve mağfireti anlatır.]

  • 2:22

    اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءًۖ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

    O (Rabbiniz ki), sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina (gibi) kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah’a eşler koşmayın.

  • 2:61

    وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟

    O vakit siz (ise şöyle) demiştiniz: "Ey Musa, biz (böyle sadece) bir çeşit yemeğe sabredip katlanamayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden: Bakla, acur (açık yeşil çizgili salatalık), sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın!" (O zaman Musa:) "Siz (aslında daha) hayırlı (ve yararlı) olanı, şu (kıymetçe daha) aşağı ve bayağı şeyle(rle) mi değiştirmek istiyorsunuz? (Yoksa Mısır’daki kölelik ve rezillik ortamındaki gaflet ve serbestiyeti mi arzuluyorsunuz? Öyle ise) Mısır'a (geri) inin, zira (orada) kendiniz için istediğiniz (şeyler) vardır" demişti. (Çünkü Yahudiler, aslında Mısır’daki kölelik hayatını ve ahlâksızlık ortamını özlemekteydi. Bu nedenle) Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vurulmuş ve Allah'tan bir gazaba uğramışlardı. Bu, kuşkusuz Allah'ın ayetlerini inkâr ve nankörlük etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) Bu (belaları), isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerinden (dolayı hak etmişlerdi).

  • 2:62

    اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

    Şüphesiz ki: (Görünüşte) İman edenler (Müslüman bilinenler)le; Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiilerden (Budistler ve diğer putperest din ve düşüncelerden olup da sonradan) her kim (cahiliye anlayış ve ahlâkını bırakıp) Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) iman eder ve (iyilik, istikamet, ibadet gibi) salih amellerde bulunursa; onların Allah katında ecirleri (verilecektir). Onlara korku yoktur, (bunlar) mahzun da olmayacak kimselerdir.

  • 2:63

    وَاِذْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَۜ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

    (Ey Beni İsrail!) Hani o zaman sizden misak (sağlam bir söz ve ahit) almış ve (kahrımızı ve kudret harikamızı göresiniz diye) Tûr'u üstünüze yükseltmiştik (Tûr Dağı'nı göğe doğru kaldırıp üstünüze düşecek gibi göstermiştik ve demiştik ki:) "Size verdiğimize (Tevrat hükümlerine ve Hz. Musa’nın öğütlerine) sımsıkı yapışın ve onda olanı (İlahi kuralları sürekli) hatırlayıp (uygulayın, olur) ki böylelikle (küfür ve kötülükten) sakınasınız (takvaya ulaşıp korunasınız)."

  • 2:64

    ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ فَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

    Siz ise, bundan sonra da (yine va’adinizden ve dininizden) yüz çevirdiniz. Eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı (lütfu ihsanı) ve rahmeti olmasaydı, siz gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacaktınız.

  • 2:65

    وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ

    (Ey Yahudiler!) Andolsun, siz (içiniz)den Cumartesi (günü) yasağını çiğneyenleri (bu çirkin ve hileli işe yönelenleri) elbette bilmektesiniz. İşte Biz onlara: "Aşağılık maymunlar olun!" demiştik. (Böylece onları taklitçi ve basit menfaatlerin kölesi olup horlanan varlıklar haline getirmiştik.)

  • 2:66

    فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ

    (Biz) Bunu, (maymun misali birer taklitçi ve şeytanın takipçisi olma durumunu) hem çağdaşlarına, hem sonra gelecek olanlara ibret verici bir ceza, takva sahipleri için de bir öğüt kılıverdik.

  • 2:74

    ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًۜ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُۜ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

    (Ey Beni İsrail ve tüm nankör ve hain kimseler!) Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı (kesildi). Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan (kendiliğinden akan) ırmaklar kaynamaktadır, öyleleri vardır ki (kırılıp) yarılır da, ondan sular çıkıp fışkırır, öyleleri de vardır ki Allah korkusuyla (aşağıya) yuvarlanır. Allah (ne tabiattaki olaylardan ne de sizin) yaptıklarınızdan gafil (habersiz) değildir.

  • 2:76

    وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَٓاجُّوكُمْ بِه۪ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

    (Yahudilerden ve her dinden münafık insanlar) İman edenlerle karşılaştıklarında "biz de iman ettik" (sizinle beraberiz) diye (yalan) söylerler; kendi başlarına kaldıkları zaman ise (birbirine): "Allah'ın size açtıklarını (Hz. Muhammed’le ve Kur’an-ı Kerim’le ilgili Tevrat’ta aktarıp açıkladıklarını), Rabbiniz katında size karşı (aleyhinize) bir belge olsun diye mi onlarla hadisleşip (Müslümanlarla konuşuverip gizli kalması gereken gerçekleri) bildirirsiniz, hâlâ akıllanmayacak (ikiyüzlü hareket etmeniz gerektiğini anlamayacak) mısınız?” demektedirler.

  • 2:115

    وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ

    (Bütün yerler ve yönler gibi) Doğu da Allah'ındır, Batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi ve tecellisi, kudret ve rahmet eseri) oradadır. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi) Kuşatandır, (hakkıyla) Bilendir.

  • 2:117

    بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

    (Allah) Gökleri ve yeri (başka bir örnekten ve projeden öğrenmeksizin, hiç yoktan) yaratıp var edendir. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL!" der, o da (murad ettiği şekilde ve en mükemmel biçimde) hemen oluverir.

  • 2:164

    اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۖ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

    Şüphesiz, göklerin ve yerin (böylesine mükemmel ve muhteşem olarak) halk edilişinde, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurla yeryüzünde her çeşit canlıyı yayıp (hayat vermesinde), rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre âmade bulutları evirip çevirmesinde; (evet her şeyde) elbette düşünen bir topluluk için nice deliller (mucizevi ayetler) vardır.

  • 2:255

    اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ

    Allah (O’dur ki), Kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. (Ve bu asla mümkün değildir.) O sürekli diridir ve yarattıklarını koruyup yönetendir. O'nun bir (an bile) uyuklaması (gaflet basması) ve uykuya dalması yoktur. (Allah bu kusurlardan münezzehtir.) Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. (Her şey O’nun elinde ve emrindedir.) O'nun izni olmadan, (Allah’ın) katında kim (başkalarına aracılık için) şefaat edebilir? O, onların geçmişlerini ve geleceklerini (bütün mahlûkatın önceden ettiklerini ve sonradan işleyeceklerini) bilir. Onlar (kulları) ise, O'nun ilminden, O'nun dilediğinin dışında hiçbir şeyi kavrayamazlar. (Bildiklerini de Allah öğretir.) O'nun Kürsüsü (hükümranlığı), gökleri ve yeri (tamamen) kaplamış ve kuşatmış vaziyettedir. Onları (gökleri ve yeri) koruyup gözetmek (asla) O'na ağır da gelmemektedir. O, çok Yücedir, çok büyük Azamet sahibidir.

  • 2:259

    اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًاۜ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan kişiyi (Hz. Uzeyr’i görmedin mi?) Demişti ki: “Allah, burasını ölümünden sonra (acaba) nasıl diriltecektir?” Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu (tekrar) diriltti. (Ve ona) Dedi ki: “Ne kadar kaldın?” O: “Bir gün veya bir günden az kaldım” dedi. (Allah ona:) “Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak (ki çürüyen iskeletini göreceksin); işte (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Şu kemiklere de bir bak; onları nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?” dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: “(Artık şimdi iyice) Biliyorum ki gerçekten Allah, her şeye güç yetirendir.”

  • 2:260

    وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْيًاۜ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟

    Hani bir zaman İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona: Yoksa) “İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (elbette inanıyorum), ancak kalbimin tatmin olması için (bunu istiyorum)” cevabını verdi. (Cenab-ı Hakk ise:) "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp karıştır ve) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları (kendine) çağır. (Göreceksin ki) Sana koşarak geleceklerdir. Bil ki, şüphesiz Allah, Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir" buyurmuşlardı.

  • 2:284

    لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِنْ تُبْدُوا مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّٰهُۜ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini (kurgulayıp nefislerinizde beslediklerinizi) açığa vursanız da, gizli tutsanız da, Allah sizi (niyet ve hedefleriniz doğrultusunda) onunla sorguya (hesaba) çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, her şeye (güç yetiren) Kâdir’dir.

  • 3:5

    اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۜ

    Şüphesiz, yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz (kalacak değildir).

  • 3:6

    هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

    (Ana) Rahimler(in)de size dilediği gibi suret verip (şekillendiren) O'dur. O'ndan başka ilah yoktur; Üstün, Galip ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 3:83

    اَفَغَيْرَ د۪ينِ اللّٰهِ يَبْغُونَ وَلَهُٓ اَسْلَمَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ

    Peki onlar, Allah'ın dininden (ve Hakk düzeninden) başka bir din (ve bâtıl bir sistem) mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne var ise, -istese de, istemese de- O'na teslim olmuş (vaziyettedir, mecburiyetindedir) ve (herkes ve her şey) O'na döndürülmektedir!

  • 3:97

    ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًاۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ

    Orada (Beytullah’ta) apaçık ayetler (hikmet ve ibret dolu alâmetler ve) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir yol bulup (gitmeye) gücü yetenlerin (bu kutsal) Ev'i (Kâbe’yi) haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de (bu hakkı ve Haccın-Umrenin kutsallığını) inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayan Ğaniy’dir.

  • 3:189

    وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟

    Kesinlikle göklerin ve yerin mülkü (ve her türlü başarı ve zaferin mührü) Allah'ındır. Allah, her şeye güç yetiren (Kâdir olandır).

  • 5:48

    وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَۙ

    (Ey Resulüm!) Sana da, kendinden önceki kitap(ları) doğrulayan ve (onların iman ve ahlâk esaslarını ve amaçlarını) koruyan bu Kitabı (Kur'an'ı) Hakk olarak indirdik. Artık onların aralarında (ve her konuda sadece) Allah'ın indirdiği ile hükmet ve Sana gelen bu Hakk (ve adalet kuralların)dan ayrılıp sakın onların hevâ ve keyiflerine uyma! (Çünkü) Sizden her biriniz için (uygun) bir şeriat (hukuk kaideleri) ve bir minhac (sorunları çözüm yolu ve yöntemi) belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi(n hepinizi) tek bir ümmet yapardı; ancak (bu şekilde ayrılıp farklılaşmaya müsaade etmesi), verdikleriyle sizleri denemesi içindir. Artık hayırlı işlerde (ve iyiliklerde yardımlaşıp) yarış ediniz. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında ihtilaf edip çekiştiğiniz şeyleri (O size) haber verecek (ve gerçeği gösterecektir).

  • 6:1

    اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ

    Her türlü Hamd ve övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve aydınlığı (var edip gerekli) kılan Allah’adır. (Böyle olmasına rağmen) İnkâr edenler (hâlâ birtakım kişileri ve güçleri) Rablerine denk tutup (küfre kaymaktadırlar).

  • 6:3

    وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ

    Oysa göklerde ve yerde Allah O'dur. (Bütün) Gizlinizi ve açığınızı bilip (kayda aldırmaktadır, hayır ve şer olarak her türlü); kazandıklarınızı da bilip durmaktadır. [Not: Allah’ın her an ve bütün ayrıntılarına kadar bizzat yarattığı bu kâinatı ve tabiatı, yani halk edilmiş bulunan bu muhteşem nizamı TANRI yerine koyarak; her şeyin kendiliğinden var olduğunu ve İlahi kanunların tesadüfen kurulduğunu varsayıp hepsinin DOĞA olarak tanıtılması tam bir sahtekârlıktır ve Darwinist bir saptırmacadır.]

  • 6:12

    قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

    (Onlara) De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" (Cevaben) De ki: "Allah'ındır." O, rahmeti Kendi üzerine yazmıştır. (Bütün kullarına ve mahlûkatına şefkat ve merhamet buyurmak Allah’ın şanıdır.) O sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. (Kendilerine yazık edip) Nefislerini hüsrana uğratanlar (var ya), işte onlar (bütün haber ve hükümleriyle Kur’an’a) inanmayanlardır.

  • 6:13

    وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

    Gecenin ve gündüzün (göklerin ve yerin içinde) barınan (ve bulunan) her şey O'nundur. O, İşitendir, Bilendir. (Her varlığın ve olayın en ince ayrıntısına kadar kaydını tutmaktadır.)

  • 6:14

    قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

    De ki: "O, gökleri ve yeri yaratıp (dururken) ve O (her şeyi) yedirip besleyen (olduğu halde, ama Kendisi) beslenmezken, Ben (hâlâ) Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" (Allah’ın dışındaki şahısların ve tağutların velayet ve yönetimine sığınmak iman zaafiyetidir.) De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki (örneği ve önderi) olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma” (denildi ve Ben buna uyarım).

  • 6:15

    قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

    De ki: "Şüphesiz Ben, Rabbime isyan edersem (ve zalimlerin himayesine girersem) o büyük günün azabından korkarım."

  • 6:16

    مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ

    (Mahşerde) O gün kimden (azap) savuşturulup (cehennemden) korunmuş olursa, elbette O (Allah), onu esirgeyip kurtarmıştır. İşte apaçık olan 'kurtuluş ve mutluluk' bu (olacaktır).

  • 6:17

    وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Şayet Allah sana bir kötülük ve zarar dokunduracak olursa, O'ndan başka bunu giderecek yoktur. Eğer sana bir iyilik ve yarar dokunduracak olursa (bu) da (Allah’ın lütfudur ve bunu da O'ndan başka geri alacak yoktur). O, her şeye güç yetiren (Kâdir-i Mutlak'tır).

  • 6:18

    وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ

    O (Allah CC) kulları üzerinde Kahredici (mutlak egemenliğin sahibi) olandır. O, Hüküm ve Hikmet sahibi olup (her şeyden hakkıyla) Haberdardır.

  • 6:59

    وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ

    (Ne var ki) Gaybın (bütün) anahtarları (şifreleri ve projeleri) Allah’ın katındadır. Onları Allah’tan başkasının bilmesi (imkânsızdır. Sadece seçtiği nebilerine ve velilerine dilediği kadarını gösterip aydınlatır.) O, karada ve denizde (büyük küçük) ne varsa hepsini bilip durmaktadır. O’nun ilmi (ve iradesi) dışında bir yaprak bile (dalından) kopmamaktadır. O, yerin (derin ve gizli) karanlıkları içindeki (en küçük bir tohum) tanesini bile bilip (her şeyi kudret avucunda tutmaktadır). Yaş ve kuru (DNA hücrelerinden galaksilere kadar âlemde) ne varsa her şeyin (plan ve programı) bir Kitab-ı Mübin’de kayıtlıdır. (Allah’ın sonsuz ilminde ve İlahi bilgi merkezinde saklıdır.)

  • 6:60

    وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟

    (Ey insanlar!) Sizi geceleyin (bir nevi) vefat ettirip (ruhunuzu bedenden uzaklaştırıp uyutan) ve gündüzün 'güç yetirip uğraşmakta (yapıp kazanmakta) olduklarınızı' (her an) bilip duran, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda (her sabah da) sizi diriltip (uyandıran) O'dur. Ardından 'en son dönüşünüz' (yine) O'nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecek (ve hesabını soracaktır).

  • 6:61

    وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ

    O (Allah), kulları üzerinde Kahredici (ezici ve kesin hükmedici güce sahip) olandır. Size koruyucular (hareketlerinizi kaydeden özel hafaza melekleri) gönderip durmaktadır. Sonunda sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, elçilerimiz (görevli meleklerimiz) onun 'hayatına son verip (canını almaktadır).' Onlar (bu işte ne eksik, ne fazla) kusursuz olarak kendi görevlerini yapmaktadırlar.

  • 6:62

    ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ

    Sonra (herkes gerçek sahipleri ve) Hakk Mevlâ’ları olan Allah'a döndürülürler. Haberiniz olsun; hüküm yalnızca O'nundur. Ve O, hesap görenlerin en süratli (hızlı ve kararlı) olanıdır.

  • 6:63

    قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

    De ki: “(Ey insanlar!) Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır? (Ve kim Güneş'le aydınlığa çıkarıp huzurla yaşatmaktadır) Ki, (her felaket ve tehlike durumunda) siz (açıktan ve) gizliden gizliye O’na yalvararak dua ve niyazda bulunmaktasınız. Andolsun bizi bundan (tehlike ve felaket ortamından) kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden olacağız" (diye O’na sığınmaktasınız.)

  • 6:64

    قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ

    De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan (stres ve bunalımdan) sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra (beladan kurtulunca) siz yine (gaflet ve nankörlükle) şirk koşmaktasınız.”

  • 6:65

    قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ

    De ki: "O, size üstünüzden ya da ayaklarınızın altından (gökten ve yerden) azap yollamaya, veya (savaş ve anarşi yoluyla) sizi parça parça birbirinize kırdırıp, kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya güç yetirendir." Bak, iyice kavrayıp-anlamaları için ayetleri nasıl da çeşitli biçimlerde açıklamaktayız…

  • 6:95

    اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ

    (Bitkilerin tohumu olan) Taneyi ve çekirdeği yaran (ve filizlenmesini sağlayıp çeşitli nimetler yaratan) şüphesiz Allah'tır. O, (cansız tohumlardan yararlı bitki ve meyveler yarattığı gibi) diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da (Hakk’tan) çevrilip (bâtıla kaymaktasınız?) [Bu ayetle; zirai ve sınai üretim yoluyla, emeğin mala dönüşmesine, sonra tüketim yoluyla tekrar malın emeğe ve güce dönüşmesine de işaret buyrulmaktadır.]

  • 6:96

    فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ

    (Ve yine) O (Allah gecenin karanlığında) sabahı yarıp çıkarandır. (Evreni ve Güneş Sistemini yaratıp düzene koyandır.) Geceyi bir sükûn (dinlenme), Güneş’i ve Ay'ı da bir hesap (takvim vesilesi) kılmıştır. Bu, Üstün ve Güçlü olan, (her şeyi ayrıntılarıyla) Bilen Allah'ın takdiridir (O'nun İlahi programı ve ezeli planıdır).

  • 6:97

    وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

    O, (geceleyin) karanın ve denizin karanlıklarından yolunuzu bulmanız için size yıldızları var edip (yaratandır.) Şüphesiz (aklını ve vicdanını kullanıp gerçeği) bilen bir topluluk için Biz ayetleri ayrıntılarıyla (ve bölüm bölüm) anlatıp (önlerini aydınlattık).

  • 6:98

    وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ

    O, sizi tek bir nefisten (Hz. Adem’den) yaratan (ve çoğaltan)dır. (Sizin için) Bir karar (sürekli kalış yeri, ahiret) ve emanet (geçici olarak bekletilip imtihan edildiği) yeri vardır. Kesinlikle (aklını kullanıp araştıran ve gerçeği anlayıp) kavrayabilen bir topluluk için Biz ayetleri (ilgili ve gerekli) detaylarıyla açıkladık.

  • 6:99

    وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًاۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

    O, gökten su (yağmur) indirendir. Bununla her şeyin bitkisini canlandırdık, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan da birbiri üstüne bindirilmiş taneler (meyveler, sebzeler) türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan (ve binbir çeşit meyvelerden) bahçeler (oluşturuveriyoruz. Bütün bunların) meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde (dikkatle ve ibretle) bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bütün bunlarda gerçekten ayetler ve ibretler vardır.

  • 6:103

    لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ

    Gözler O'nu(n Zatını görüp kavrayıp) idrak edemez; O ise bütün gözleri (ve gönülleri kapsayıp kuşatıp) idrak eder. O, (her şeyin içyüzünü ve inceliklerini ayrıntılarıyla bilen) Lâtif’tir, Habîr’dir.

  • 9:116

    اِنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

    (Oysa) Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; (her şeye ve herkese O) hayat verir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Ama gafil insanlar, sahte veliler ve şefaatçiler peşindedir.)

  • 10:4

    اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعًاۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّاۜ اِنَّهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ بِالْقِسْطِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ

    Sizin tümünüzün dönüşü O'nadır. Allah'ın va'adi (mutlaka gerçekleşecek olan) bir Hakk’tır (ve kesinlikle zuhur etmiş olacaktır). O (hiç yoktan) yaratmayı başlatan, sonra onu (sürekli) iade eden (bütün hücrelerini her an yeniden yaratıp eski haline döndürmekte olan, öldürdükten sonra da diriltip, huzurunda toplayan)dır. (Allah) İman edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık verip ödüllendirmek için (böyle yapmaktadır.) İnkâr edenlere gelince, küfürleri dolayısıyla, onlar için kaynar sudan (kahredici) bir içki ve acı bir azap (sunulacaktır).

  • 10:5

    هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّن۪ينَ وَالْحِسَابَۜ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلَّا بِالْحَقِّۜ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

    Güneş’i bir aydınlık (kaynağı), Ay’ı bir nur (yansıtıcı) kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit ve takdir buyuran O’dur. Allah, (bütün) bunları ancak Hakk (uygun miktar ve doğru maksat) ile yaratmıştır. O, (düşünüp) bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır.

  • 10:6

    اِنَّ فِي اخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ

    Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde (Güneş sistemi ve galaksilerin muhteşem devir ve düzeninde, Rablerinden) korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakınan (ve gerçeği arayan) bir topluluk için elbette ayetler (ibretli işaret ve belgeler) vardır.

  • 10:18

    وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِۜ قُلْ اَتُنَبِّؤُ۫نَ اللّٰهَ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

    (Müşrikler şu kimselerdir ki) Allah'ı bırakıp (O’nun izni ve iradesi olmadan) kendilerine zarar veremeyecek ve yararları da erişmeyecek (olan) şeylere (sığınıp) kulluk ederler ve: “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” derler. (Onlara) De ki: “Siz, Allah'a, göklerde ve yerde O’nun (hâşâ) bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? (Hayır, siz açıkça yalan uyduruyor ve asılsız kuruntulara kapılıyorsunuz!) O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve Yücedir.”

  • 10:61

    وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ

    (Ey Nebim!) Senin içinde bulunduğun herhangi bir durumda (olsun), bir konu hakkında Kur’an'dan herhangi bir şey okuduğunda (olsun, velhasıl) sizin işlediğiniz herhangi bir iş ve meşguliyet yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde (gözetleyen ve kaydettiren) şahitler (olarak) durmuş olmayalım. Yerde ve gökte (ezelden ebede) zerre ağırlığınca (her atom parçacığına kadar) hiçbir şey Rabbinden saklı kalmaz. Bunun daha küçücüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kader programında) kayıtlı olmasın. (Her şey tayin, taksim ve tanzim edilmiştir.)

  • 11:6

    وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ

    Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki; her türlü rızkı (ve ihtiyacı) Allah’a ait olmasın. (Tek hücreli canlılardan balinalara kadar) Onun yuvasını ve yaşadığı yeri de, gezip dolaştığı geçici yerleri de her an bilir. (Ve zaten) Bunların hepsi, her şeyi açıklayan (ve kayıt altına alan) bir kitabın içindedir.

  • 11:56

    اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

    “Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından (saçlarından) yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol (adalet) üzerine (tayin ve takdir buyurmakta)dır.”

  • 13:8

    اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ

    (Cenab-ı) Allah, her dişinin neyi yüklendiğini (neye hamile kaldığını) ve döl yataklarının neyi eksiltip neyi artırdığını bilir. (Bebeğin anne karnındaki bütün gelişimi Allah'ın yaratması iledir.) O'nun katında her şey (çok hassas ayarlanmış) bir miktara (ölçü ve takdire) göredir.

  • 13:9

    عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ

    O, gaybı da müşahede edileni (görülmeyeni de görüleni) de Bilendir. (Pek ve Tek) Büyüktür, en Yücedir.

  • 13:10

    سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ

    Sizden kim sözünü=özünü saklı tutsa da, onu açığa vursa da (hepsi Allah’ın bilgisi dahilindedir), geceleyin gizlenen kimse(ler) de ve gündüzün (görünüp) ortalıkta gezen kişi(ler) de eşittir (bunları bilme bakımından O’nun katında hepsi birdir).

  • 13:11

    لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ

    (İnsanın) Onun önünden ve arkasından (devamlı) izleyenleri (ve takipçi melekleri) vardır. Onu Allah’ın emriyle (sürekli) gözetip korumaktadırlar. Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirip bozmayacaktır. Allah da bir kavme (İslam’dan ve insanlıktan uzaklaştıkları için ceza olarak bela ve musibetler gönderip çeşitli) sıkıntı ve kötülükler diledi mi, artık onu önleyecek ve geri çevirecek (bir güç) de yoktur (bulunmayacaktır). Onların Allah’tan başka velileri (ve sahipleri de) yoktur (çıkmayacaktır).

  • 13:12

    هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ

    O size şimşeği korku ve umut (hem bazı felaket ve ürküntülerin sebebi, hem rahmet ve bereket müjdesi) olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır.

  • 13:13

    وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ

    Gök gürültüsü O'nu hamd ile, melekler de O'na olan korkularından (haşyet ve hürmetle) tesbih edip durmaktadırlar. O, yıldırımları gönderip bununla dilediğine çarpar; (inkârcılar) onlar ise Allah hakkında çekişip-tartışırlar. O, gücü (ve cezası) pek çetin olandır.

  • 13:14

    لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ

    Hakk olan çağrı (dua ve ibadet) yalnızca O'na (olan)dır. Onların (Allah'tan) başka yalvarıp çağırdıkları ise, kendilerine hiçbir şeyle cevap veremez konumdadır. (Gafillerin ve kâfirlerin durumu) Sadece, ağzına gelsin diye, iki avucunu suya uzatan(ın boşuna beklemesi) gibidir. Oysa (avucunu daldırıp doldurmadıkça) o su ona gelmez. (İşte bunun gibi) İnkâr edenlerin duası da, sapkınlık (ve şaşkınlık) içinde olmaktan başkası değildir (ve boşa gidecektir).

  • 13:15

    وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ

    (Unutmayınız ki) Göklerde ve yerde her ne varsa -isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa- (hepsi) Allah'a secde etmektedirler (ve O’nun hükmüne boyun eğmektedirler). Sabah akşam gölgeleri de (O'na secde halindedir. Her şey Allah’ın tayin ve takdir ettiği hizmet üzerindedir.)

  • 13:16

    قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّاۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

    (Ey Resulüm, onlara sor) De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” (Cevap verip) De ki: “Allah'tır.” (Tekrar sorup) De ki: “Öyleyse, O'nu bırakıp da kendi kendilerine bile ne yarar ne de zarar sağlamaya malik olmayan birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?” De ki: “Hiç görmeyen (kör) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?” Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma (sonucu mu, oluşan insanlar, hayvanlar, ağaçlar ve bütün varlıklar böylesine ahenkli ve mükemmel şekilde denk geldi de) kendilerince (tesadüfen mi) birbirine benzeşti? (Cevaben) De ki: “(Hayır) Allah, her şeyin (bizzat) Yaratıcısıdır ve O (Vâhid) Tektir, Kahredici (kudretin sahibidir.)

  • 13:17

    اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَدًا رَابِيًاۜ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ

    O, gökten bir su (yağmur) indirmekte, (ardından) vadiler (dereler) kendi miktarınca sel haline gelmekte, (o) sel ise yüze çıkan bir köpük yüklenip götürmektedir. Nitekim bir ziynet veya bir eşya yapmak amacıyla ateşte üzerini (körükleyip) yaktıkları şeylerden (madenlerden) de bunun gibi bir köpük (posa meydana gelir). İşte Allah, Hakk ile Bâtıl’ı böyle karşılaştırıp misal verir. Amma köpük (posa ve çöküntü) atılır gider. İnsanlara fayda verecek olan şeye (asıl cevhere) gelince, o yeryüzünde kalır. İşte Allah böylece misaller getirir. (Yani bâtıl, akarsuların üzerinde oluşan veya eritilen madenlerin üzerinde kaynaşan köpük misalidir. Hiçbir işe yaramamakta ve kısa bir zaman sonra kaybolup gitmektedir.)

  • 13:18

    لِلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنٰىۜ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ سُٓوءُ الْحِسَابِۙ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ۟

    (O’na iman ve itaatle) Rablerine icabet edenlere (emrini yerine getirenlere ve rızasını gözetenlere) daha güzeli ödenecektir. O'na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa, mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü (ve ürkütücüsü) işte bunlar içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, o ne kötü bir barınma yeridir.

  • 13:19

    اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ

    (Şimdi düşünün) Sana Rabbinden indirilenin gerçekten Hakk olduğunu bilen kişi, o hiç görmeyen (kör) gibi midir? Ancak temiz akıl (ve vicdan) sahipleri öğüt alıp (her işin sonunu) düşünerek (hareket ederler ki);

  • 13:20

    اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ

    Onlar (temiz akıl ve vicdan sahipleri) Allah (adına verdikleri) ahitlerine vefa gösterenler ve misaklarını (biat edip, Hakk davasına sadık kalacakları yolundaki sözlerini) bozup değiştirmeyenlerdir. (Ahdini bozup bâtıla kayanlar, Kur’an’ın gerçek olduğundan şüpheye düşenlerdir.)

  • 13:32

    وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ

    Andolsun, Senden önceki elçilerle de alay edilmeye kalkışıldı, bunun üzerine Ben de o inkâra sapanlara bir süre (mühlet ve fırsat) tanıdım, sonra onları (kıskıvrak) yakaladım. İşte bak azapla sonuçlandırmam (ve intikam almam) nasıl olmaktaymış?

  • 13:33

    اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

    Her nefsin (hayır-şer herkesin) bütün kazandıkları (ve davranışları) üzerinde gözetici olana (Allah’a başkaldırılır mı? Buna rağmen) Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: “Bunları (putları ve tağutları, onlara uyduruk isim ve sıfatlar takarak) adlandırıp (durun bakalım). Yoksa siz yeryüzünde (hâşâ Allah’ın) bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Yoksa sözün zahirine (veya boş ve süslü olanına)(kanıyorsunuz)? Hayır, doğrusu inkâr edenlere kendi hileli-düzenleri süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar (şeytanlar ve tağutlar tarafından, doğru) yoldan alıkonulmuşlardır. Allah (müstahak olduğu için) kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için hiçbir yol gösterici (hidayet edici) yoktur, bulunmayacaktır."

  • 13:34

    لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ

    Dünya hayatında onlar için bir azap vardır, ahiretin azabı ise çok daha zorlu ve dayanılmazdır. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu(ları) da olmayacaktır.

  • 14:19

    اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ

    Allah'ın gökleri ve yeri Hakk ile (ölçü ve hikmetle ve en mükemmel şekilde) yarattığını görmez misin(iz)? (İsyan ve inkârınıza karşı) Eğer dilerse sizi giderip yok eder ve yeni bir halk getirir.

  • 14:20

    وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ

    Bu, Allah'a göre (hiç de) güç değildir.

  • 14:32

    اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ

    Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su (yağmur) indirip, onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve O’nun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için sizin emrinize âmade kılandır. Irmakları da (tarla sulama, içme suyu olarak kullanma, elektrik üretmek üzere baraj kurma, gemi taşımacılığı yapma ve balık yetiştirip satma gibi) sizin yararlanmanıza müsait kılıp (akıtandır).

  • 14:33

    وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ

    (Allah) Sürekli olarak (görevlerini yapan) Güneş’i ve Ay’ı size musahhar eden (hizmetinize sokandır). Geceyi ve gündüzü de istifadenize veren (sizi rahata ve huzura kavuşturandır).

  • 14:34

    وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟

    Hem (Rabbiniz) size istediğiniz (ve ihtiyaç hissettiğiniz) her şeyden verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışırsanız, onu (bir genelleme olarak bile) sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (Bu nedenle insanların çoğu şükretmek yerine şekavete yönelmektedir.)

  • 15:16

    وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ

    Andolsun, gökte bazı burçlar (büyük yıldız durakları) kıldık ve onu gözleyenler (dikkatle izleyenler) için süsledik (cezbedici yorumlara müsait hale getirdik).

  • 15:17

    وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ

    Ve onu kovulan her şeytandan koruyuverdik. (Kulak hırsızlığı yapmak ve kader programının günlük taksimindeki bazı sırları kapmak üzere şeytanların burçlara çıkmasını engelledik.)

  • 15:18

    اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ

    Ancak (buna rağmen) kulak hırsızlığı yapan olursa, onu da (kovalamak üzere) açık ve parlak bir ateş sütunu izlemektedir. (Yıldız kayması böyle meydana gelmektedir.)

  • 15:19

    وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ

    Yere (Dünya gezegenine gelince) onu (tarıma, hayvancılığa ve inşaata müsait olarak) döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda her şeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirip (çıkardık).

  • 15:20

    وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ

    Ve orada (dünyada) sizler için ve kendisine rızık vericiler olmadığınız (beslemekle başa çıkamayacağınız) kimseler (bütün varlıklar ve canlılar) için geçimlikler kıldık.

  • 15:21

    وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ

    (Canlı-cansız, atom zerrelerinden galaksilere) Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri (temel malzemesi ve projesi) Bizim katımızda olmasın; ancak onu (her varlığa) belirlenmiş bir miktar (çok hassas ölçüler ve bileşimler) olarak indiririz.

  • 15:22

    وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ

    Ve (meyve oluşması için ağaçlardaki dişi ve erkek çiçek tozlarını) aşılayıcılar olarak rüzgârları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri sulayıverdik. Oysa siz (tatlı su kaynaklarının yer altındaki tutucuları ve) onun hazine koruyucuları da değilsiniz. (Suları ve yağmurları hem yağdırmaya hem de dağlarda ve yer altı katmanlarında depolamaya güç yetiremezsiniz.)

  • 15:23

    وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ

    Şüphesiz Biz, (evet) gerçekten (her şeyi) Biz (yaratıp) hayat vermekteyiz ve (zamanı gelince) Biz öldürmekteyiz ve (sonunda her şeyin tek sahibi) Vâris’i olan da Biziz.

  • 15:24

    وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ

    Andolsun sizden öne (veya önceden) geçenleri (bütün kavimleri ve yaratılan türleri) bilmişizdir; ve (yine) andolsun, geride kalanları (gelecek nesilleri) de biliriz.

  • 15:25

    وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟

    Ve şüphesiz Senin Rabbin; O, (bütün) onları (hesaba çekmek üzere diriltip) haşredecektir. Gerçekten O, Hüküm ve Hikmet sahibidir, Alîm’dir (her şeyi hakkıyla Bilendir).

  • 16:1

    اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

    Allah'ın emri gelmiştir, (İslam Dini kemâle erdirilmiştir; hem kâfir zalimlere hem de mü’min mücahitlere va’ad olunan şeyler yaklaşıvermektedir.) Artık onda acele etmeyin (gerçekleşmesini hemen istemeyin). O (Allah), şirk koştukları şeylerden (ve her türlü eksiklikten) münezzehtir ve çok Yücedir.

  • 16:2

    يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُونِ

    (Allah elçi seçtiği) Kullarından dilediklerine; melekleri, Kendi emrinden olan ruh (Hz. Cebrail ve vahiy) ile; “Benden başka İlah yoktur, şu halde ancak Benden korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının, şeklinde uyarın” diye indirir.

  • 16:3

    خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

    (Allah) Gökleri ve yeri Hakk ile (varlığını ve muhteşem sanatını göstersin diye) yarattı; (O, cahil ve gafil insanların) şirk koştukları şeylerden Yücedir.

  • 16:4

    خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ

    (Allah) İnsanı bir damla meniden yaratmıştır, buna rağmen (bir de bakarsın ki) o (Rabbine) açık bir hasım kesilmiştir.

  • 16:5

    وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَاۚ لَكُمْ ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ

    Ve (deve, sığır, koyun ve keçi gibi) hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma (giyecek ve yakacak olarak kullanma ve daha başka) yararlar vardır ve onlardan (ürünlerinden) yemektesiniz.

  • 16:6

    وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ

    Onları (hayvanları otlatmak için meralara) akşamları getirip, sabahları götürmeniz de, sizin için (ayrı) bir güzelliktir (ferahlık vesilesidir).

  • 16:7

    وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ

    (Yolculukta) Kendisine ulaşmaya (çalıştığınız yerlere varmak konusunda, bedenlerinizin) nefislerinizin fazla meşakkat (büyük zorluklar) çekeceği şehirlere (giderken), onlar (binek hayvanları) sizin ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir.

  • 16:8

    وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

    Onlara binmeniz (yüklerinizi taşıyabilmeniz) ve süs(lenip sevinmeniz) için atları, katırları ve merkepleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratacaktır. (Bu ayet; arabaları, uçakları, uzay araçlarını vb. haber vermektedir.)

  • 16:9

    وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟

    Yolu doğrultmak (dini kurallar ve adaletli nizam koymak) Allah'a aittir, (ama) O’ndan ayrılan (kimi yollar) ise eğridir. (Böylece bazıları sapıtıp gitmektedir.) Eğer O dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi. (Ama imtihan gereği tercih hakkını size vermiştir.)

  • 16:10

    هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ

    Sizin için gökten (yağmur ve kar şeklinde) su indiren O'dur; içecek(leriniz) ondan (çıkmakta), ağaç(lar) ondan (sulanmakta)dır (ki) hayvanlarınızı da onda (o suyla yeşeren meralarda) otlatmaktasınız. (Bunların hepsi Allah’ın nimetleridir.)

  • 16:11

    يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

    Onunla (indirdiğimiz yağmur ve kar suyuyla) sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden (Allah) bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Artık gafletten uyanmanız ve ibret almanız gerekir.)

  • 16:12

    وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ

    Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı (yaşamanızı sağlayacak ve ihtiyaçlarınızı karşılayacak şekilde) sizin hizmetinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle istifadenize hazır haldedir. (Bu müjdeler, ileride gerçekleşecek uzay yolculuklarıyla, hayret verici nimet ve neticelere erişileceğine de işarettir.) Şüphesiz bütün bunlarda, aklını kullanabilen bir topluluk için nice ayetler ve ibretler (gizlidir.)

  • 16:13

    وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ

    Yeryüzünde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri (bitki ve hayvan türlerini) de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunlar, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler (ve hikmetler) içermektedir.

  • 16:14

    وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

    Denizi de sizin istifadenize-emrinize veren O'dur, ondan (çıkardığınız balıklarla) taze et yemektesiniz ve ondan giyiminizde (yararlandığınız) süs-eşyaları (takılar) çıkarmaktasınız. Gemilerin onda, (suları) yara yara akıp gittiğini görürsünüz (de hayran kalırsınız. Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.

  • 16:15

    وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَاَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ

    (Dünya kendi etrafında saatte 1670 km; Güneş’in etrafında ise saatte 108 bin km hızla dönerken) Sizi sarsıntıya uğratmasın diye, yer(küre)de (balans -ağırlık kurşunu- gibi) sağlam dağlar bıraktı; (ayrıca ulaşımda yararlanmanız için) ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki hidayet olunur (yolunuzu bulur)sunuz diye (bunları meydana getirmiştir).

  • 16:16

    وَعَلَامَاتٍۜ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ

    Ve (Allah daha başka) alâmet ve işaretler de (var etmiştir ki örneğin;) onlar “Necmi” ile (Din Yıldızı veya Resulüllah’ın izah ettiği Kur’an kuralları ile) hidayeti (Hakk Dini ve adalet düzenini) bulabileceklerdir. [Not: Bu ayette hem kutup yıldızı ile geceleri okyanuslarda ve çöl sahralarında yön tayinine dikkat çekilmekte, hem de Hz. Peygamber Efendimize ve Mehdiyet rehberliğine işaret edilmektedir.]

  • 16:17

    اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ

    (Her şeyi böyle yoktan) Yaratan, hiç(bir şey) yaratamayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?

  • 16:18

    وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

    Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu (bir genelleme yaparak bile kavrayıp) sayamazsınız (ama yine de nankörlüğe kalkışırsınız!); gerçekten Allah, (bunca günahınıza rağmen) çok Bağışlayandır, pek Esirgeyendir.

  • 16:19

    وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ

    (Siz, yaptıklarınızın gizli kalacağını ve hesabının sorulmayacağını mı sanıyorsunuz?) Oysa Allah saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilmektedir.

  • 16:20

    وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـًٔا وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ

    Allah'tan başka yalvarıp yakardıkları (putlar ve şahıslar) hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar (kendileri) yaratılıp duran (aciz varlıklar ve kişilerdir).

  • 16:21

    اَمْوَاتٌ غَيْرُ اَحْيَٓاءٍۚ وَمَا يَشْعُرُونَۙ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ۟

    (Putlar ve tağutlar; onlar aslında) Ölüdürler, diri değildirler (bâtıl liderleriniz de ölüp gidecektir); ne zaman dirileceklerinin de şuuruna varamayan (şeylerdir).

  • 16:22

    اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ

    Sizin İlahınız tek bir İlahtır. (Herkesi ve her şeyi yaratan, rızası aranan, ibadet olunan, medet umulan, kulları için kanun koyan tek ve mutlak Allah'tır.) Ahirete inanmayanların kalpleri ise inkârcıdır ve onlar (kof bir gururla) müstekbir (boşuna büyüklenmekte) olan (kimselerdir).

  • 16:40

    اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟

    (Allah buyurur ki:) Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sözümüz sadece "OL!" dememizdir. O şey de hemen oluverir.

  • 16:48

    اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّدًا لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

    (O inkârcı akılsızlar) Allah'ın (hiç ortada yok iken) herhangi bir şeyden (moleküllerden, hücrelerden ve elementlerden) yarattığına (canlı-cansız harika varlıklara) bakmıyorlar mı? Ki onların gölgeleri küçülerek sağdan ve soldan Allah'a secde eder vaziyette dönmektedirler.

  • 16:49

    وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

    Göklerdekiler ve yeryüzünde mevcut bütün 'dabbeler' (canlı varlıklar) ve melekler hiç büyüklenmeden Allah’a secde etmektedirler.

  • 16:50

    يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟

    (Melekler ve gerçek mü'minler) Üstlerinden (her an bir azap göndermeye Kâdir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi (emrolunduğu şekilde, emrolunduğu vakitte, emrolunduğu ölçüde ve gönül rızası içinde) yapma gayretindedirler.

  • 16:51

    وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

    Allah buyurmuştur ki: "(Sakın) İki (ve daha fazla) ilah edinmeyin: O, ancak tek bir İlahtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun (ki böylece müttaki olursunuz)."

  • 16:52

    وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِبًاۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ

    Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Din de daima O’nundur. (Kıyamete kadar yalnız O’nun hükmü uygulanacaktır.) Gerçek böyle iken siz hâlâ Allah'tan başkalarından mı korkuyorsunuz?

  • 16:60

    لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟

    Ahirete inanmayanların (böyle) ne kötü örnekleri (ve ne vahşi özellikleri) vardır, en yüce örnekler ve özellikler ise Allah'a aittir. O, Aziz (en güçlü ve saygın olan Rabbiniz)dir. (Gerçek) Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 16:61

    وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

    Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle (hemen) sorguya çekecek (ve cezasını verecek) olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; fakat onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. (Şu var ki) Onların ecelleri geldiğinde ise, (artık) ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

  • 16:74

    فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

    (Öyle ise) Artık Allah’a benzerler aramaya (bazı güç odaklarını ve lider takımını, hâşâ O’nun misli, dengi ve şeriki gibi değerlendirip sapıtmaya) kalkışmayın. Çünkü (her şeyin hakikatini ve hikmetini) ancak Allah Bilir, siz bilmezsiniz.

  • 16:77

    وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Göklerin ve yerin gaybı (ezeli kader programı ve sırları) Allah’a aittir. Saatin (kıyametin ve öncesindeki büyük devrim ve değişimin vaktinin) emri de (Allah’a göre sadece süratli bir) göz açıp kapama gibidir, (veya bekleyin) çok daha yakın (bir gelecektir). Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir. [Not: Bir nokta halindeki Nuruna “KÜN=OL!..” talimatıyla ve Big Bang patlamasıyla şu muhteşem Kâinatı ve mükemmel tabiatı yaratan Yüce Allah’ın, yine bir “Yok ol ve yıkıl!..” buyruğuyla kıyameti koparacağını kabullenemeyenler; cahil ve gafil kâfirlerdir.]

  • 16:79

    اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَوِّ السَّمَٓاءِۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

    (Gökyüzünde İlahi irade ve hikmetle insanlığın hizmetine musahhar kılınmış kuşları ve uçakları, bizzat havada tutan ve uçuran Allah olduğunu Kur’an şöyle haber vermektedir:) Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) tayrları (kuşları ve uçak cinsinden tüm araçları) görmezler (ve ibretle-ilimle düşünmezler) mi? Ki onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutuyor değildir. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler (İlahi kudret ve hikmetler, tezahür ve tecelli etmiştir).

  • 16:80

    وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثًا وَمَتَاعًا اِلٰى ح۪ينٍ

    Allah size evlerinizi; (içinde) "güvenlik ve huzur bulacağınız (sükûnet ve saadet) yerleri" kıldı ve size hayvan derilerinden; hem göç gününde (yolculuk halinde), hem yerleşme gününde kolaylıkla taşıyabileceğiniz (çadır) evler (yapmanızı sağladı); yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından da bir zamana kadar giyimlikler-döşemelikler ve (alışveriş için) bir meta (ve ticaret malı) yaptı.

  • 16:81

    وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَانًا وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ

    Allah, sizin için yarattığı şeylerden (ağaçlardan ve çadırlardan) gölgelikler hazırladı. Dağlarda da sizin için barınaklar-siperler yaptı; sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluklara karşı) koruyacak (zırhlı) giyimlikler de var edip sağladı. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki (Allah’ın dinine) teslim olursunuz (ve Müslümanca yaşarsınız diye bütün bunları yarattı).

  • 17:25

    رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُورًا

    Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih (iyi ve istikamet ehli kimseler) olursanız, şüphesiz O da, (Kendisine) yönelip dönenleri bağışlayıp (affedecek ve ödüllendirecektir).

  • 18:109

    قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَدًا

    De ki: “Rabbimin kelimelerini (sonsuz bilgi hazinesini, Kur’an’ın işaret ettiği hikmet ve hakikatleri yazmak) için deniz mürekkep olsa, (hatta o deniz yetmeyip) yardım için bir mislini daha getirip ona katsak; (yine de) Rabbimin kelimeleri (bilgi ve hikmetleri) tükenmeden önce elbette deniz tükeniverirdi.”

  • 19:65

    رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا۟

    (Allah) Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde (sadece) O'na ibadet et ve O'na kulluğunda (emir ve yasaklarına uyma konusunda) kararlı ve sebatlı ol. (İsimlerinde ve takdirinde) Hiç O'nun adaşı (hâşâ yoldaşı ve iş ortağı) olan birini biliyor musun? (Böyle bir şey mümkün değildir, her şey O’nun elinde ve emrinde bulunmaktadır.)

  • 20:6

    لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى

    Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında(ki insanlar, hayvanlar ve ağaçlar) ve nemli toprağın altında olanların (tohumların, böceklerin ve diğer varlıkların) tümü O'nundur (O’nun emrindedir).

  • 20:7

    وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى

    (Herhangi bir konudaki) Sözünü ve sesini şayet yükseltip açığa vursan da (gizleyip saklasan da birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir.

  • 20:8

    اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى

    (İşte) Allah (ki); O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler (en yüce ve mükemmel işler ve özellikler) O’na aittir.

  • 24:35

    اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ ف۪يهَا مِصْبَاحٌۜ اَلْمِصْبَاحُ ف۪ي زُجَاجَةٍۜ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍۙ يَكَادُ زَيْتُهَا يُض۪ٓيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌۜ نُورٌ عَلٰى نُورٍۜ يَهْدِي اللّٰهُ لِنُورِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌۙ

    Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali (bir örneği), içinde (parlak ışıklı) fitil bulunan bir lamba benzeridir; (o) lamba da bir sırça (cam fanus-ampul) içerisindedir; (o) sırça (ampul ise), sanki incimsi bir yıldızdır ki; (içindeki parlak ışık) doğuya da batıya da ait olmayan (benzeri bulunmayan) kutlu bir zeytin ağacından tutuşturulmuş (gibidir; bu öyle bir ağaç ve nurani bir kaynaktır ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı (enerji akımı) ışık verir. (Açıkça elektrik enerjisine benzetilmektedir. Bu,) Nur üstüne nur (aydınlık, kolaylık ve huzur)dur! Allah, (gerçeği arayan ve çabalayanlardan) kimi dilerse onu Kendi nuruna (hidayet ve hikmet yoluna) yöneltip-iletir. Allah insanlar için (işte böyle) örnekler verir. Allah, her şeyi Bilendir. [Not: Bu ayet; kâinatın ve bütün varlıkların, İlahi Nurun farklı tecellilerinden ve atomik enerjinin değişik dalga boyutu tezahürlerinden yaratıldığına; ayrıca elektriğin alternatif akımına ve sinüs dalgasına işaret etmektedir.]

  • 24:41

    اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالطَّيْرُ صَٓافَّاتٍۜ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْب۪يحَهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

    Görmüyor musunuz, yeryüzündekiler de göktekiler de ve sürüler halinde gruplar oluşturup süzülen ‘tayr’lar (kuşlar ve uçanlar) da gerçekten Allah’ı tesbih etmektedirler. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmektedir. (Canlı cansız her şeyin yaratılış ve yapılış gayesine uygun hareket ve hizmet etmesi, Allah’ın takdiri iledir.) Allah, onların işlediklerini (tümüyle ve ayrıntıları ile) Bilendir.

  • 24:42

    وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ

    Göklerin ve yerin (ve bunların arasındaki her şeyin) mülkü (ve tasarruf yetkisi) Allah'ındır ve dönüş yalnızca (ve kaçınılmaz olarak) Allah'adır. (Mutlak egemenlik O'na aittir.)

  • 24:43

    اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُزْج۪ي سَحَابًا ثُمَّ يُؤَلِّفُ بَيْنَهُ ثُمَّ يَجْعَلُهُ رُكَامًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ جِبَالٍ ف۪يهَا مِنْ بَرَدٍ فَيُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَصْرِفُهُ عَنْ مَنْ يَشَٓاءُۜ يَكَادُ سَنَا بَرْقِه۪ يَذْهَبُ بِالْاَبْصَارِۜ

    Görmez misin ki, Allah bulutları sürmekte, sonra (artı ve eksi yüklü bulutların) aralarını (telif edip) birleştirmekte, sonra da onları üst üste getirip yığıvermektedir; böylece, yağmurun bunların arasından çıkıp aktığını görürsün. (Ayrıca) Gökten içinde buz taneleri bulunan dağlar (gibi bulutlardan dolu yağdırıp) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirip (felakete çevirir) de, dilediğinden onu (dolu ve sel musibetini) giderip (esirgemektedir). Şimşeğinin şiddetli parıltısı ise neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir.

  • 24:44

    يُقَلِّبُ اللّٰهُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ

    Allah, gece ile gündüzü (sürekli ve sistemli şekilde) evirip çevirir. (Dünya’nın ve kâinatın düzenini, yaşama en uygun hale getirir ve bizzat yönetir.) Gerçekten bunlar basiret sahipleri için birer ibret ve delildir.

  • 24:45

    وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى بَطْنِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰى رِجْلَيْنِۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْش۪ي عَلٰٓى اَرْبَعٍۜ يَخْلُقُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Allah, her canlıyı (yürüyen, yüzen, sürünen bütün hayvanları) bir (damla) sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde sürünmekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde hareket etmektedir. Allah, dilediğini (ve dilediği şekilde ve en uygun biçimde) yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.

  • 24:46

    لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اٰيَاتٍ مُبَيِّنَاتٍۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

    Andolsun Biz, (kullarımıza her konuda yararlı ve) açıklayıcı ayetler indirdik. Allah, dilediğini (Kur’an’ın izinden gideni) doğru yola hidayet edip (Hakka) yöneltir ve (hayra) iletir.

  • 24:47

    وَيَقُولُونَ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالرَّسُولِ وَاَطَعْنَا ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۜ وَمَٓا اُو۬لٰٓئِكَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ

    Onlar (bazı insanlar): “Allah'a ve Elçisine iman ettik ve itaat ettik” derler, (ama) sonra bunun ardından onlardan birtakımı (İslami şuur ve sorumluluktan) sırt çevirirler. (Aslında) Bunlar (önceden de tam ve sağlam) iman etmiş değildirler.

  • 24:48

    وَاِذَا دُعُٓوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ

    Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne (ve Onların ölçülerine ve öğretilerine uygun Adil bir Düzen’e) çağrıldıkları zaman, onlardan (sözde Müslümanlardan) bir fırka (Hakk’tan ayrılıp) tersine dönerler.

  • 24:49

    وَاِنْ يَكُنْ لَهُمُ الْحَقُّ يَأْتُٓوا اِلَيْهِ مُذْعِن۪ينَۜ

    Eğer Hakk (Kur’ani hüküm) onların lehinde (rahatlarına ve menfaatlerine uygun biçimde) ise, ona boyun eğerek gelir (teslimiyet gösterir ve takva rolüne girişir)ler.

  • 24:50

    اَف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَمِ ارْتَابُٓوا اَمْ يَخَافُونَ اَنْ يَح۪يفَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُۜ بَلْ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ۟

    (Ama Kur’an’ın va’ad ettiği zaferden kuşku duyanların, Allah’ı ve Hakk davayı bırakıp dünyadaki zalim ve şeytani güçlere dayananların; acaba) Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa şüpheye (ve ümitsizliğe) mi kapıldılar? Veya, Allah’ın ve Elçisinin, kendilerine “hayf”=hükümde haksızlık ve vefasızlık yapacağından (ümit ve gayretlerini karşılıksız bırakacağından) mı korkup çekiniyorlar? (Oysa, Allah asla adaletsiz değildir.) Asıl zalim olan kendileridir!..

  • 27:59

    قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ

    (Ey Resulüm!) Dedi ki: “Hamd olsun Allah'a ve selam olsun O'nun seçtiği kullarına! (Şimdi düşünün bakalım) Allah mı daha hayırlıdır, yoksa onların ortak koştukları mı?”

  • 27:60

    اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ

    (Onlar mı hayırlı) Yoksa, gökleri ve yeri yaratıveren ve size gökten su indiren mi? Ki onunla (o suyla) güzel manzaralı (gönül okşayıcı ve keyif alıcı) bahçeler bitirdik, (yoksa) sizin için (bunların) bir ağacını (ve yaprağını) bitirmek bile mümkün değildir. Allah ile beraber başka bir ilah (edinip ona yalvarmak) mı? (Bu ne bilinçsiz bir harekettir.) Hayır, onlar sapkınlıkta devam eden (Allah’a denk şefaatçiler edinen ve şirke düşen) bir kavim (olmuşlardı.)

  • 27:61

    اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَٓا اَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ

    Ya da yeryüzünü (yaşamaya elverişli) bir karar yeri kılan, onun arasında ırmaklar var edip (akıtan) ve ona (yeryüzü dengesini korusun diye) sarsılmaz dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir ara-engel (haciz) koyan mı (daha hayırlıdır ve ibadete layıktır? Hâlâ,) Allah ile beraber başka bir ilah mı? (Bu tam bir şaşkınlık ve şeytanlıktır.) Hayır onların çoğu (gerçekleri) bilmeyen (cahil takımıydı).

  • 27:62

    اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَۜ

    Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisine (Rabbine) dua ettiği zaman ona icabet ederek (imdadına koşan), kötülüğü açıp (ortadan) kaldıran ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı (daha hayırlıdır?) Buna rağmen, Allah ile beraber başka bir ilah mı? (Bu nasıl bir akılsızlıktır!) Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz. (Bunlar her belaya müstahaktır.)

  • 27:63

    اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ

    Ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgârları müjde vericiler olarak gönderen mi (gerçek Hakk’tır ve hayırdır, yoksa putlarınız ve tağutlarınız mı?) Yine de, (şuursuz ve sorumsuz bir tavırla) Allah ile beraber başka bir ilah mı? (Bu ne sapkınlıktır!) Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir (münezzeh olandır).

  • 27:64

    اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

    Ya da (bütün mahlûkatı) önce hiç yoktan yaratan (ve sürekli yaratmakta olan), sonra onu iade edecek (öldükten sonra yeniden diriltecek) olan (mı İlahlığa daha layıktır? Düşünün ve anlayıp görün ki, yaratılışı ilkten başlatan, sonra onu sürekli yenileyip duran kimdir?) Ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı (gerçek Rabbinizdir, yoksa put ve tağut cinsinden aciz şeyler mi?) Hâlâ (inatla) Allah ile beraber başka bir ilah mı? (Bu ne imansızlık ve akılsızlıktır!) De ki: “Eğer doğru söylüyor iseniz, kesin bürhanınızı (kanıtınızı) getirin (de görelim).”

  • 27:65

    قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ

    De ki: “Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. (Bu konuda bilgiçlik taslayanlar) Onlar ne zaman (öleceklerinin ve sonra) dirileceklerinin şuurunda bile değildirler.” [Not: Çevrelerine, ‘Allah tarafından seçildiklerini ve görevlendirildiklerini’ ima eden bazı kimselerin, her gün bir sürü yalanları ve yanılgıları ortaya çıkmasına rağmen, hâlâ peşlerinden gidilmektedir.]

  • 29:21

    يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْحَمُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَاِلَيْهِ تُقْلَبُونَ

    (Allah inkârcı ve isyancı kullarından) Dilediğini azaplandırır, (iman ve istikamet ehlinden) dilediğine de merhamet buyuracaktır. (Hepiniz sonunda) O'na çevrilip-götürüleceksiniz. (Öyle ise sığınılacak başka makam aramak akılsızca bir çabadır.)

  • 29:22

    وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۘ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ۟

    Siz ne yerde ve ne de gökte (Allah'ı asla) aciz bırakamazsınız. (Füzelerinize ve uzay gemilerinize güvenmeniz boşunadır.) Sizin Allah'ın dışında veliniz yoktur, yardım edeniniz de olmayacaktır.

  • 29:52

    قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يدًاۚ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

    De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeterlidir. O, göklerde ve yerde olanı (canlı ve cansız tüm varlıkları ayrıntılarıyla) bilir. Bâtıla (yanlış, haksız ve bozuk yollara) inanan ve Allah'ı inkâr edenler ise, işte onlar hüsrana (pişmanlık dolu zarara) uğrayanlardır.” (Aslında bunlar, Müslüman görüntülü münafıklardır. Ve Hakka değil bâtıla inanıp zulme destek çıkan, böylece Allah'ın va’adini ve kudretini inkâr edip sapıtan insanlardır.)

  • 30:19

    يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ۟

    (Cenab-ı Allah) O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, (her kış) ölümünden sonra da (baharda tekrar) yeri diriltip (çeşitli bitkilerle donatır). İşte siz de böyle (yeniden yaratılıp topraktan) çıkarılacaksınız.

  • 30:20

    وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ

    O’nun ayetlerinden (Allah'ın vahdet ve rahmet alâmetlerinden) birisi de sizi topraktan yaratmasıdır. (Vücudumuzu oluşturan elementler toprak menşelidir; hayvani ve nebati bütün gıdalarımız da topraktan yetişmektedir, insanın tohumu olan meni de bunlardan meydana gelmektedir.) Sonraki zamanlarda da sizin (yeryüzüne) yayılan beşer (çeşitli kavim ve kabileler) olmanızı (yine Allah sağlamıştır).

  • 30:21

    وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

    O’nun (Allah’ın) ayetlerinden (vahdet ve rahmet alâmetlerinden) birisi de, kendileriyle huzura kavuşmanız (ve kaynaşmanız) için, size kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranıza karşılıklı mesuliyetli muhabbet ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunlar düşünen bir topluluk için (ne büyük hikmet ve) ibretler barındırmaktadır.

  • 30:22

    وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ

    O’nun (Allah’ın kudret ve hikmet) delillerinden biri de, gökleri ve yeri (böyle mükemmel ve muhteşem) yaratması, lisanlarınızın (dillerinizin) ve renklerinizin değişik olmasıdır. (Farklı kavim ve kabileler olarak, birbirlerinizle kolay tanışmanız, dayanışmanız, değişik yetenek ve üretimlerinizden yararlanmanız için böyle yapılmıştır.) Şüphesiz bunda, (dikkatle düşünüp) bilenleriniz için alınacak dersler vardır.

  • 30:23

    وَمِنْ اٰيَاتِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ

    Geceleyin ve gündüzün uyumanız (dinlenip yorgunluğunuzu atmanız) ile, (yine) O'nun lütfundan (geçiminizi temin etmek üzere rızkınızı) aramanız (için Güneş sistemini ve gezegenleri ve yerküreyi böylesine dengeli yaratıp yürütmesi) de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz (düşünüp) duyabilen bir kavim için, gerçekten bunda ayetler ve ibretler vardır (ve açıktır).

  • 30:24

    وَمِنْ اٰيَاتِه۪ يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَيُحْي۪ بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

    Size bir korku ve umut (vesilesi) olarak şimşeği göstermesi ile, gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeryüzünü onunla diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler bulunmaktadır.

  • 30:25

    وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ الْاَرْضِ اِذَٓا اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ

    (Ve yine) O’nun emriyle göğün ve yerin (mucizevi bir düzen içinde dönüp) durması da, O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden (ölüp toprağın altına girdikten sonra) bir davetle çağırdığı zaman, siz (bir de bakarsınız ki hemen diriltilip mahşere) çıkarılmışsınızdır.

  • 30:26

    وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ

    Göklerde ve yerde (bulunanlar) kim (ve ne) varsa O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' (divan durup emrine hazır hale gelmiş) durumdadır.

  • 30:27

    وَهُوَ الَّذ۪ي يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَهُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِۜ وَلَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟

    Yaratmayı (hiç yoktan) başlatan, sonra onu iade edip (diriltecek) olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misaller (İlahi sıfatlarının tezahür ve tecellileri olan örnekler) O'nundur. O, (her yönden) Güçlü ve Üstün olandır, Hüküm ve Hikmet sahibi (Allah’tır).

  • 30:28

    ضَرَبَ لَكُمْ مَثَلًا مِنْ اَنْفُسِكُمْۜ هَلْ لَكُمْ مِنْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ مِنْ شُرَكَٓاءَ ف۪ي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَاَنْتُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌ تَخَافُونَهُمْ كَخ۪يفَتِكُمْ اَنْفُسَكُمْۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

    (Allah) Size kendi nefislerinizden (şöyle) bir örnek vermektedir: “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde (şahsi servet ve mülkünüzde); ellerinizin altındakilerden (işçi, memur ve hizmetlilerinizden bir kısmının), sizinle eşit ortak sayılmasına (yanaşır mısınız?) Kendi kendinizden (ve aile fertlerinizin bile malınızı serbestçe tasarruf etmesinden) korkup sakındığınız gibi, bunların (işçi ve memurlarınızın) da (hiçbir hakları olmadıkları halde; kendi malınızı, yetki ve imkânlarınızı, istedikleri gibi harcamasından) endişeye kapılacağınız ortaklarınız (bulunmasından rahatsızlık duymayacak kimseler) var mıdır? (Siz buna razı olur musunuz ki, Allah da mülküne ortak kabul etsin?)” İşte Biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.

  • 30:46

    وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذ۪يقَكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

    Size Kendi rahmetinden (nimet ve faziletler) tattırıvermesi, emriyle (okyanusta ve uzayda) gemileri yürütmesi ve O'nun fazlından (rızkınızı) arayıp elde etmeniz ile; umulur ki şükretmeniz için rüzgârları müjde vericiler olarak göndermesi, (hepsi) O'nun ayetlerindendir.

  • 30:48

    اَللّٰهُ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَابًا فَيَبْسُطُهُ فِي السَّمَٓاءِ كَيْفَ يَشَٓاءُ وَيَجْعَلُهُ كِسَفًا فَتَرَى الْوَدْقَ يَخْرُجُ مِنْ خِلَالِه۪ۚ فَاِذَٓا اَصَابَ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ

    Allah O’dur ki; rüzgârları gönderir, böylece bunlar bulutu sürükleyip kaldırır da, onu nasıl dilerse gökte öyle yayıp-dağıtır (böylece su buharlarını toplatıp taşıtır) ve onu parça parça yapıp (istediği yörelere aktarır); nihayet bulutların arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda (rahmetini) Kendi kullarından dilediğine verince, o vakit (daha önce ümitsizliğe kapılanlar) hemen sevinmeye ve birbirlerine müjde vermeye (başlamışlardır.)

  • 31:10

    خَلَقَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۜ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ

    Gördüğünüz gibi O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, Arz’da (Dünya’da) da, sizi (hızla dönerken) sarsıntıya uğratmasın diye ağırlık baskısı (ve denge ayarı) dağlar bırakmış ve orada her canlıdan türetip yayıvermiştir. (Ayrıca) Biz gökten su (yağmur) indirdik de, böylelikle orada her güzel olan çiftten (nice) bitki bitirdik.

  • 31:11

    هٰذَا خَلْقُ اللّٰهِ فَاَرُون۪ي مَاذَا خَلَقَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ بَلِ الظَّالِمُونَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ۟

    İşte bu, Allah'ın (mükemmel) yaratmasıdır. Şu halde, O'nun dışında (ilahlaştırılmış) olanların (en basit bir şey bile) yarattıklarını bana gösterin. Hayır, zulmedenler açıkça bir sapkınlık içindedirler.

  • 31:16

    يَا بُنَيَّ اِنَّهَٓا اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ اَوْ فِي السَّمٰوَاتِ اَوْ فِي الْاَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌ

    “Ey yavrucuğum! (Muhakkak bilesin ki yaptığın iş, hatta) bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, (bu) ister bir kaya parçasının (içerisinde) ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde gizli)de bulunsa da, Allah (tartıya koymak ve hesabını sormak üzere) mutlaka onu getirip (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah (her şeyin iç yapısını ve ayrıntılarını bilen) Lâtif olandır, (her şeyden) Haberdardır.”

  • 31:25

    وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    Yemin olsun ki onlara: “Gökleri ve yeri (tüm evreni) kimin yarattığını” sorsan, şüphesiz; “Allah” derler. Sen de; “Elhamdülillah (Hamd, elbette Allah'a mahsustur)” de. (Ama) Doğrusu onların çoğu (gerçeği) bilmez (cahillerdir).

  • 31:26

    لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ

    Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Şüphesiz Allah, Ğaniy (hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamîd (hamd da yalnızca O'na ait)tir.

  • 31:27

    وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

    Yeryüzündeki (bütün) ağaçlar kalem olsaydı, deniz(ler) ise (mürekkep olsaydı) ve yedi deniz daha (bunlara) katılsa da (yazılsaydı), yine de Allah'ın kelimeleri (sonsuz bilgi hazinesi, harika yaratılış hikmetleri ve kudret eserleri) bitmezdi. (Kur’an’ın hikmet ve hakikatleri tükenmezdi.) Şüphesiz Allah, Üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 31:28

    مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ

    Sizin (hepinizin ve her şeyin) yaratılmanız ve diriltilmeniz, sadece tek bir kişi(yi yaratıp sonra diriltmek) gibidir. Şüphesiz Allah, (her şeyi ve ayrıntıları ile) İşitendir, Görendir.

  • 31:29

    اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

    Görmüyor (ve anlamıyor) musun ki, gerçekten Allah geceyi gündüze bağlayıp-katmakta, gündüzü de geceye bağlayıp-katmaktadır. (Galaksileri ve Güneş sistemini böyle mükemmel ayarlamıştır.) Güneş ile Ay’ı emre âmade kılmıştır. Her biri, adı konulmuş bir süreye kadar (kendi yörüngelerinde) akıp gitmektedir ve Allah, (bütün) yaptıklarınızdan Habir’dir (ayrıntılarıyla bilmektedir).

  • 31:30

    ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟

    İşte böyle; şüphesiz Allah, O Hakk olandır ve şüphesiz (gafil ve kâfir insanların) O'nun dışında taptıkları (tanrılar) ise bâtıldır. Şüphesiz Allah, Aliy’dir, Kebiyr’dir. (Yücelik ve büyüklük sahibidir.)

  • 31:34

    اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ

    Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru (nasıl) yağdıracağını ve rahimlerde olanı (bebeklerin ana karnında nasıl şekilleneceğini, hangi karakter ve kabiliyet özellikleriyle gelişeceğini) bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını (nelerle karşılaşacağını) bilmez. (İnsanlardan) Hiç kimse hangi yerde (ve ne şekilde) öleceğini de bilmez. Hiç şüphesiz Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, (her kişiden ve gelişmeden bütünüyle) Haberdardır.

  • 34:24

    قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

    (Kâfirlere sorup) De ki: "Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran kimdir?" (Ve yine kendin cevap verip) De ki: "(Elbette) Allah’tır, (o halde) gerçekten doğru yolda olan veya apaçık bir sapkınlıkta (bulunan), ya biziz veya sizlersiniz!" (Yani biz mü’minler ve siz münkirler olarak aynı değiliz.)

  • 35:3

    يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۜ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ

    Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki (sayısız) nimetini (sürekli) hatırlayıp (şükrünüzü yapın). Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında bir başka yaratıcı mı var? Kesinlikle O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da (Hakk’tan ve hayırdan) çevriliyorsunuz? (Bu ne derin bir gaflettir!)

  • 35:14

    اِنْ تَدْعُوهُمْ لَا يَسْمَعُوا دُعَٓاءَكُمْۚ وَلَوْ سَمِعُوا مَا اسْتَجَابُوا لَكُمْۜ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُونَ بِشِرْكِكُمْۜ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَب۪يرٍ۟

    (Putlara ve tağutlara) Onlara (boşuna) dua etmeyin (yalvarıp güvenmeyin)! Çünkü sizin duanızı ve çağrınızı işitmezler... İşitseler bile cevap veremezler! Kıyamet gününde de (onları Allah’a) ortak koşmanızı reddedecekler (ve sizi terk edecekler. Bunu her şeyden) Haberi olan (Allah) gibi sana (hiç kimse gerçekleri ve başınıza gelecekleri) haber veremez. (O, kullarına acıyıp sizi uyarmaktadır.)

  • 35:15

    يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ

    Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamîd (övülmeye layık)tır. (İnsanların, Allah’ın halifesi ve temsilcisi olacak adil bir devlet himayesine ihtiyaçları vardır, aksi halde ezilmekten ve esaretten kurtulamayacaklardır.)

  • 36:12

    اِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟

    Şüphesiz Biz, (evet bütün) ölüleri Biz diriltiriz; onların (ahiret yatırımı olarak) önden takdim ettiklerini de ve (geride bıraktıkları) eserlerini de Biz yazıp (kaydederiz). Biz her şeyi, apaçık bir kitapta (en küçük ayrıntısına kadar) sayıp, tespit edip korumuşuzdur (ve mutlaka hepsinin hesabını göreceğimiz bir ahiret günü vardır).

  • 36:36

    سُبْحَانَ الَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ

    Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) Yücedir. (Her türlü noksanlık, yanlışlık ve haksızlıktan münezzehtir.)

  • 36:41

    وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ

    Onların zürriyetlerini (insan nesillerini, ağır yükle) dolu gemilerde taşımamız da kendileri için bir ayettir. (İbret alınacak bir mucizedir.)

  • 36:42

    وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ

    Ve onlar için binmekte oldukları bunun benzeri (nice) şeyleri (ileride otomobilleri, trenleri, tayyareleri ve uzay gemilerini insanlar eliyle) yaratmamız da (bir hikmet ve kudret eserimizdir).

  • 39:5

    خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ اَلَا هُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ

    (Allah) Gökleri ve yeri Hakk olarak (bin türlü hikmet ve hayırla) yaratmıştır. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor... (Düzenli ve sürekli şekilde, gece ve gündüz birbirini takip ediyor.) Güneş’e ve Ay’a (İlahi ve mucizevi bir düzen ve disiplin içinde) boyun eğdirmiştir, her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun ve dikkatli bulun ki; O Üstün ve Güçlü olandır, Bağışlayandır.

  • 39:6

    خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ يَخْلُقُكُمْ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ

    O (Allah CC) Sizi tek bir nefisten (Hz. Adem’den) yarattı, sonra ondan kendi eşini (Havva’yı) varlığa çıkardı (ve çocuklarını çoğaltıp yaydı) ve sizin için davarlardan (deve, manda, inek, koyun, keçi, at, eşek ve tavuk gibi evcil hayvanlardan) sekiz çift indirip (hizmetinize âmade kılmıştır). Sizi annelerinizin karınlarında; üç karanlık (rahimdeki üç farklı gelişme aşaması) içinde bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur; mülk O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur. Buna rağmen nasıl (ve niçin Hakk’tan) çevriliyorsunuz? (Bu yaptığınız tam bir akılsızlık ve sapkınlıktır.)

  • 39:21

    اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَلَكَهُ يَنَاب۪يعَ فِي الْاَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِه۪ زَرْعًا مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَامًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ۟

    Görmüyor musun; gerçekten Allah gökyüzünden (yağmur ve karla) su indiriyor da onu yerin içindeki kaynaklara yürütüp-geçiriyor; sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra (bir de) görüyorsun ki bunlar kurumaya başlıyor, böylece sararıp (gidiyor). Ardından da sadece çer çöp olmuş kırıntılar kılıyor. (İşte sizin dünya hayatınız da buna benziyor.) Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikir) vardır.

  • 39:62

    اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ

    Allah, her şeyin Yaratıcısıdır. O, her şeyin üzerinde Vekîl’dir. (Herkese sahip çıkan ve hakkını koruyandır.)

  • 39:63

    لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟

    Göklerin ve yerin kilitleri (ve bunların içerisindeki tüm varlıklar ve olaylarla ilgili hard disk misali, çok özel ve gizli bilgi hazinelerinin açılış şifreleri) O'nun (kudret elindedir. Anahtarları ise imanla birlikte akıl ve ilimdir). Allah'ın ayetlerine (karşı çıkıp bunlara itiraz ve) inkâr edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır.

  • 40:19

    يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ

    (Allah) Gözlerin hainliğini (şehvetli ve kötü niyetli seyirlerini) ve kalplerin gizlediği (düşünceleri) elbette bilip durmaktadır. [Not: Cenab-ı Hakk, hem hizmet ve fazilet ehline haset ve hıyanet nazarıyla bakanları; hem de başkasının mahremini veya TV, dergi ve internet ekranlarındaki ahlâksız görüntüleri seyre koyulanları bildiğini hatırlatıp, bizleri iffetli ve edepli olmaya davet buyurmaktadır.]

  • 40:61

    اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

    Allah, kendisinde sükûnet bulup dinlenmeniz için geceyi, (aydınlıkta rahat) görmeniz (ve işlerinizi yürütmeniz) için de gündüzü sizin için var etmiş (Güneş Sistemi’ni ve gezegenleri buna göre düzenlemiş)tir. Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız) bir fazıl (ihsan ve ikram) sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmeyen (kimselerdir.)

  • 40:62

    ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ

    İşte bu (Yüce sıfatları taşıyan), sizin Rabbiniz O Allah'tır; ki (hayır ve şer) her şeyin Yaratıcısıdır; O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da (Hakk’tan) çevriliyorsunuz? (Bu açık bir akılsızlık ve vicdansızlıktır.)

  • 40:63

    كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ

    Allah'ın ayetlerini (eğip bükerek) inkâr edenler (istismar ve nankörlüğe girişenler) işte böyle çevrilip dönekleştiğinden (Hakk’tan ve hayırdan uzaklaştırılırlar).

  • 40:64

    اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَارًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

    Allah, yeryüzünü sizin için bir karar (yaşam ve yerleşim alanı), gökyüzünü (kubbemsi) bir bina kıldı; sizi (mükemmelce) şekillendirip (donattı), suretinizi de en güzel (bir şekil ve özellikte) yaptı ve size güzel-temiz (ve leziz) şeylerden rızık verip (yararlandırdı). İşte sizin Rabbiniz bu (Kâdir ve Kerim olan) Allah’tır. Âlemlerin Rabbi Allah ne Mübarektir (ve Şanı çok Yüce olandır).

  • 40:65

    هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

    O (Allah), Hayy (diri) olandır (her şeyi ve herkesi hayata kavuşturandır). O'ndan başka ilah yoktur; öyleyse ihlaslı (kullar olarak) ve Dinine (uygun şartlarda) O'na dua edip (yalvarın ve yaklaşın. Ayet ve hadislerin açık hükümlerinden ayrılmayın, riyakârlığa kaymayın!) Âlemlerin Rabbine hamdolsun (diyerek şükrünüzü yapın).

  • 40:66

    قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ

    (Ey Resulüm!) De ki: "Bana apaçık belgeler (Kur’ani hükümler) gelince, sizin Allah'tan başka taptıklarınıza kulluk etmekten kesin olarak menedildim (yasaklandım ve uzaklaştırıldım) ve âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunmuş (bulunmaktayım ve zaten daha önce de asla şirke bulaşmamıştım.)"

  • 40:67

    هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ يُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُٓوا اَشُدَّكُمْ ثُمَّ لِتَكُونُوا شُيُوخًاۚ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفّٰى مِنْ قَبْلُ وَلِتَبْلُغُٓوا اَجَلًا مُسَمًّى وَلَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

    (Gerçek sahibiniz ve tek Rabbiniz) O'dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyodan, döllenmiş yumurtadan) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişip (olgunlaşmanız), sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür takdir buyurmaktadır). Sizden kiminin hayatına daha önce son verilmekte (vefat ettirilmekte)dir; adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve umulur ki aklınızı kullanıp (hayra yönelmeniz) için (Allah size böyle davranmaktadır).

  • 40:68

    هُوَ الَّذ۪ي يُحْي۪ وَيُم۪يتُۚ فَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟

    (Her şeye) Hayat veren ve (eceli geleni) öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: "OL!" der, o da hemen oluverip (meydana çıkmaktadır).

  • 40:69

    اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِۜ اَنّٰى يُصْرَفُونَۚۛ

    (Kur’ani gerçekleri saptırmak ve çarpıtmak için) Allah'ın ayetleri hakkında mücadele ve münakaşa edenleri görmüyor musun; nasıl da (Hakk’tan) döndürülüyorlar (ve hidayetlerinin kararmasına sebep oluyorlar)?

  • 41:39

    وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنَّكَ تَرَى الْاَرْضَ خَاشِعَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْۜ اِنَّ الَّذ۪ٓي اَحْيَاهَا لَمُحْيِ الْمَوْتٰىۜ اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    O'nun (Yüce Allah’ın ibret ve hikmet dolu) ayetlerinden biri de, Senin gerçekten yeryüzünü huşû içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru kesilmiş) gördüğün (tabiatı, kış ve kuraklık mevsiminin ardından), Biz onun üzerine (baharda) suyu (yağmuru) indirdiğimiz zaman (tekrar) deprenip kabarmasıdır (böylece rengârenk bitkiler ve meyveler çıkarmasıdır). Şüphesiz onu (donmuş ve kurumuş toprağı böyle) dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, her şeye güç yetirendir.

  • 41:47

    اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ

    (Kıyamet ve öncesi Mehdiyet; yani, İslami adalet ve hâkimiyet vakti) Saatinin ilmi O'na döndürülür (Allah’a havale edilir). O'nun ilmi (izni ve iradesi) olmaksızın, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. (Bu nedenle Allah’ın inkârcılara) Onlara: "Hani Benim ortaklarım nerede?” diye sesleneceği gün, (kâfirler; daha yeni aklımız erdi ve) “Sana arz ederiz ki, bizden (Senin şerikin olduğuna dair) hiçbir şahit yok" diyeceklerdir. [Not: Atom altı enerji zerreciklerinden galaksilere, milyar çeşit çiçeklerden böceklere, tek tek her insanın meydana gelmesinden hayat sürmesine ve bütün teknolojik gelişmelere kadar her şeyi, herkesi ve her anki süreçte; bizzat yaratan, yaşatan ve her türlü ihtiyaçlarını karşılayan âlemlerin Rabbidir. O’na şirk koşanlar büyük bir gaflet, cehalet ve hıyanet içindedirler.]

  • 41:48

    وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ

    (Artık) Önceden (dünyada iken) dua ve yardım umarak (bir nevi tapındıkları herkes ve her şey, sahte şeyhler ve hoca efendiler ahirette) onlardan kaybolup (defolup) gideceklerdir ve onlar (Siyonist Yahudilerin, Hristiyan emperyalistlerin ve tüm zalim ve kâfir güçlerin peşine takılanlar ve bu hıyanetlerine Kur’ani hikmet ve mazeret uyduranlar; sonunda) kaçıp kurtulacak hiçbir yerleri olmadığını da anlayıvereceklerdir.

  • 41:53

    سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ

    Biz ayetlerimizi hem âfakta (dış dünyada, tabiatta ve kâinatta), hem kendi nefislerinde (benlik ve bilinçlerinde, beyin ve iradelerinde, bedeni özellik ve güzelliklerinde) onlara göstermekteyiz, (göstereceğiz); öyle ki, şüphesiz O’nun (Allah’ın, Kur’an’ın ve Resulüllah’ın) Hakk olduğu kendilerine açıkça belli olsun... (Hem) Her şeyin üzerinde Rabbinin şahit olması yetmez mi?

  • 42:4

    لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ

    Göklerde ve yerkürede olanlar (hepsi ve her şey) O'na aittir. O pek Yücedir, Azamet (ululuk) sahibidir.

  • 42:5

    تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

    (Allah’ın azamet ve heybetinden) Gökler, neredeyse üstlerinden çatlayıp-parçalanacak haldedirler, melekler de Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yerde olanlara mağfiret dilerler. Dikkat ediniz (ve şunu iyi biliniz) ki; gerçekten Allah, (günahları) Bağışlayandır ve (kullarını) Esirgeyip merhamet edendir. (Yoksa inkârları ve isyanları sebebiyle dünyayı hemen yıkıverecektir!..)

  • 42:9

    اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِ الْمَوْتٰىۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟

    Yoksa onlar, O'nun (Allah’ın) dışında birtakım veliler (hüküm vericiler, sahipler ve şefaatçiler) mi edindiler? (Ve onlara mı güvenmektedirler!) İşte Allah; (gerçek) Veli O'dur, ölüleri dirilten O'dur. O, her şeye güç yetirendir. (Gerçek mürşitler, insanları İslam ahlâkına ve Kur’an ahkamına rehberlik edenlerdir.)

  • 42:11

    فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجًاۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

    Göklerin ve yerin yaratıcısı (olan Allah), sizin için kendinizden eşler, hayvanlardan da çiftler var etmiştir. Sizi bu şekilde çoğaltıp (sevindirir). O'nun (asla misli ve dengi olamayacağı gibi, hatta) benzeri gibisi (dahi hiç)bir şey yoktur (bu mümkün değildir). O her şeyi (hakkıyla ve tüm ayrıntılarıyla) İşitendir, Görendir.

  • 42:12

    لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

    Göklerin ve yerin anahtarları O'nun (kudret elindedir). O, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve (dilediğinden de) kısıp daraltır. (Bu imtihanın icabıdır.) Çünkü O, her şeyi hakkıyla Bilendir.

  • 42:19

    اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟

    Allah, (bütün) kullarına karşı lütuf (karşılıksız iyilik ve ikram) sahibidir; (ama) dilediğini (ise farklı ve faziletli şekilde) rızıklandırıp (sevindirir ve şereflendirir). O, kuvvetlidir, Azîz’dir (her zaman galip ve izzetli olandır).

  • 42:29

    وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ۟

    Göklerin ve yerin yaratılması ile, onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun (mucizevi) ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini bir araya getirmeye (tekrar enerji zerreciklerine ve nur hüzmesine döndürmeye) de Kâdir’dir.

  • 43:9

    وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۙ

    Yemin olsun ki, onlara (Mekke müşriklerine ve her asırdaki münkirlere): “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, kesinlikle: “Onları Azîz ve Alîm olan (Allah) yarattı” diyeceklerdir. (Yani; her asırdaki müşrikler, Allah’ın varlığını ve yaratıcılığını kabul etmekte, ama O’nun hükümlerini gereksiz ve geçersiz görerek inkâra düşülmektedir.)

  • 43:10

    اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَجَعَلَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۚ

    Ki O (Allah), yerküreyi sizin için (ihtiyaçlarınızı karşılamanıza ve kolay yaşamanıza uygun) bir beşik kılmış ve doğru istikameti bulursunuz diye onda size (birtakım) yollar var etmiştir.

  • 43:11

    وَالَّذ۪ي نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍۚ فَاَنْشَرْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتًاۚ كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ

    (Her sene ve her bölgeye ölçülü şekilde ve) Belli bir miktar ile gökten su (yağmur, kar) indiren O’dur. Onunla ölü bir beldeyi-bölgeyi diriltir (ve her tarafına hayat) yayıveririz. (Kıştan sonra baharı getirdiğimiz gibi) İşte siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız (ve hesaba çekileceksiniz).

  • 43:12

    وَالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْاَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَۙ

    O (Allah) ki, (bitki ve hayvanlardan) bütün çiftleri yaratıp (onlara hayat veren) ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var edendir.

  • 43:13

    لِتَسْتَوُ۫ا عَلٰى ظُهُورِه۪ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ اِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَۙ

    Ki onların sırtında istikrar bulasınız (binesiniz), sonra onlara bindiğiniz zaman Rabbinizin nimetini anıp (şükredesiniz de şöyle diyesiniz): “Bunu (bineklerimizi) bize baş eğdiren Allah'ı tesbih (ve O’na teşekkür) ederiz; yoksa biz bunu (binek hayvanlarını emrimize almayı ve binek araçlarını yapmayı) başaramazdık. (Bunlar Allah'ın Lütfu Keremidir.)

  • 43:85

    وَتَبَارَكَ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

    Göklerin, yerkürenin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Kendisinin olan (ve hükümranlık mührü elinde bulunan Allah) ne Yücedir. Kıyamet-saatinin ilmi de O'nun katındadır ve O'na döndürüleceksiniz.

  • 46:33

    اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ بَلٰٓى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Onlar görmüyorlar (ve akletmiyorlar) mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları (her an yeniden) yaratmaktan yorulmayan (Allah’ın, elbette) ölüleri de diriltmeye güç yetireceğini (düşünüp anlasınlar.) Oysa gerçekten O, her şeye Kâdir olandır.

  • 48:14

    وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا

    (Herkesin imanı da inkârı da kendisinedir. İyiliği de kötülüğü de nefsi içindir. Kimse Allah’a kâr ve zarar ulaştıramaz.) Zira göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O (layık olanlardan) dilediğini bağışlar, (müstahak olanlardan) dilediğine azap eder. Allah (CC) çok Bağışlayan ve çok Merhamet buyurandır.

  • 50:6

    اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ

    Üzerlerindeki göğe (hiç ibretle ve dikkatle) bakmıyorlar mı? Biz onu nasıl (muhteşem) bina etmiş ve onu nasıl (yıldızlarla) süsleyip (düzenlemişiz ki;) onun hiçbir çatlağı (noksanı ve bozuk yanı da) mevcut değildir. [Not: Kâinatta şimdiye kadar 2 trilyon galaksi, her galakside 300 milyar kadar güneş (yıldız) tespit edilmiştir ve bizim Güneş sistemimiz içindeki Dünya’mız bir stadyum içinde sadece bir top kadar yer teşkil etmektedir. Bu muazzam ve mükemmel kâinat içinde, müthiş bir süratle dönen yıldız ve gezegenlerin milyonlarca yıldır hiç çarpışmaması ve bu harika denge ve düzenin bozulmaması, elbette İlahi kudret ve sanat eseridir ve açık bir mucizedir.]

  • 50:7

    وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ

    Yeri de (nasıl) yayıp-döşemişiz? Onda (hızla dönerken dengesi bozulmasın ve içindekiler dağılmasın diye) sarsılmaz dağlar yerleştirmişiz ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirmişiz!

  • 50:8

    تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ

    (Bunlar) “Samimiyetle Allah’a yönelen” her kul için basiret (hikmetle bakan bir iç göz) ve bir zikirdir (ibretlik derstir).

  • 50:9

    وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً مُبَارَكًا فَاَنْبَتْنَا بِه۪ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَص۪يدِۙ

    Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indiririz de; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirmekteyiz.

  • 50:10

    وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ

    Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da (var ettik).

  • 50:11

    رِزْقًا لِلْعِبَادِۙ وَاَحْيَيْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتًاۜ كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ

    Kullara rızık olmak üzere (bu nimetleri verdik). Ve onunla (o suyla) ölü bir beldeye (ve bölgeye hayat verip yeniden) dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir.

  • 50:16

    وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ

    Şu kesin bir gerçektir ki, insanı elbette Biz yarattık ve (her an) nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu (ve içinden neler geçirip durduğunu dahi) biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. (Bütün organlarını, organizmalarını, hücre yapılarını ve hayat sırrını her an Biz yaratıp yararlandırmaktayız.)

  • 51:20

    وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ

    Yeryüzündeki şeylerde (bütün bitki ve hayvan türlerinde ve deniz ürünlerinde), kesin bir bilgiyle inanacak (ve aklını kullanacak) olanlar için ayetler (ve nice ibretler tezahür ve tecelli etmiştir).

  • 51:21

    وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ

    Ve kendi nefislerinizde (bedenlerinizde ve vücut sistemlerinizde) de (ne harika hikmet ve ibretler gizlidir). Yine de (gerçeği) görmüyor musunuz?

  • 51:22

    وَفِي السَّمَٓاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ

    Gökte (uzayın derinliklerinde) de rızkınız vardır (uzaydan büyük faydalar sağlayacağınız dönemler olacaktır. Daha şimdiden Ay’da; Titanyum, Platin ve Helyum-3 gibi stratejik metalleri çıkarıp taşıma çabaları başlatılmıştır) ve size va'ad olunmakta olan da (kesinlikle Hakk’tır, buna giderek yaklaşıyorsunuz).

  • 51:23

    فَوَرَبِّ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَٓا اَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ۟

    İşte göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, şüphesiz o (va’ad edilen; dünyada hâkimiyet, sonra kıyamet ve ahiret haberi) sizin kendi aranızda konuşup (yaşadıklarınız) kadar elbette kesin bir gerçektir.

  • 51:47

    وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ

    (Dikkatle ve ibretle bakın ki;) Biz göğü (bizzat) elle (büyük bir kudretle) bina ettik ve şüphesiz Biz (onu sürekli) genişleticiyiz. (Yeni ve görkemli yıldız kümeleri ve gök cisimleri yaratıp üretmekteyiz.)

  • 51:48

    وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ

    Yeri de (dört mevsim hep) Biz döşeyip-yaymaktayız, (hâlâ görmüyor musunuz ki); ne güzel ve mükemmel (yaratıp) döşeyici(yiz).

  • 51:49

    وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

    Ve Biz, (insanlar dahil) her şeyi (dişili erkekli) iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz (diye bu bir ibret ve hikmettir.) [Not: Bazılarının zan ve iddia ettiği gibi, İslam kadını asla ikinci sınıf bir varlık gibi düşünmemekte ve onu temel insan haklarından mahrum etmemektedir. İslam, kadın erkek eşitliğinin de ötesinde, her ikisini tek bir bedenin bütünleyici bireyleri görmektedir.]

  • 51:50

    فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ

    “Öyleyse, (her türlü şirkten, şekavetten ve şeytaniyetten uzaklaşıp) haydi Allah’a doğru kaçıp (sığının!)… Gerçekten Ben sizi, O’ndan yana (Allah adına) açıkça ikaz ve inzar ediyorum.”

  • 51:56

    وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

    Ben, cinnleri ve insanları ancak ve yalnız Bana ibadet etsinler (her şeyi Benden bilip, Benden isteyip, Benden beklesinler ve her konuda hükümlerimi yerine getirsinler) diye yarattım. (Evet; insanın sahip kılındığı nimet ve meziyetlerin büyüklüğü oranında da; sorumluluğu ve yükümlülükleri vardır. Çünkü insan Rabbini tanıyıp O'na ibadet, hizmet ve hilafet için yaratılmıştır.)

  • 51:57

    مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ

    Ben, onlardan bir rızık dileyip beklemiyorum. (Herkesi ve her şeyi Ben yediriyorum) Ve onların Beni doyurup-beslemelerini de emredip istemiyorum. (Zaten bütün nimetlerin hazineleri Benim katımdadır.)

  • 51:58

    اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ

    Hiç şüphesiz, (her bir mahlûkuna uygun ve yararlı şekilde) rızık veren, O Metin ve Kuvvet sahibi olan Allah'tır.

  • 51:59

    فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ

    Artık şüphesiz zulmedenler için, (geçmişteki) yoldaşlarının kötülüklerine benzer bir günah (ve akıbet) vardır. Şu halde (belalarını bulmak için) acele etmesinler. (Allah onları ve yaptıklarını asla unutmayacaktır.)

  • 51:60

    فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ

    Kendilerine va'ad edilen o (azap) günlerinden dolayı vay o inkâr edenlerin haline! (Ki yakında aşağılatıcı azabımız onları kuşatacaktır.)

  • 53:42

    وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ

    Elbette son varış Rabbine doğrudur.

  • 53:43

    وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ

    Kesinlikle, güldüren ve ağlatan O'dur.

  • 53:44

    وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ

    (Herkesi ve her şeyi) Hiç kuşkusuz, öldüren ve dirilten O'dur.

  • 53:45

    وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ

    (Nebat, hayvan ve insan cinsinden) Bütün çiftleri; erkek ve dişi olarak, yaratan O'dur.

  • 53:46

    مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰىۖ

    (Döl yatağına) Bir damla sudan meni dökülüp atıldığı zaman (bebeği çeşitli evrelerde şekillendirip yaratan O’dur).

  • 53:47

    وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ الْاُخْرٰىۙ

    Gerçek şu ki, diğer diriltme (yeniden neş'et) de O'na ait (bir olgudur).

  • 53:48

    وَاَنَّهُ هُوَ اَغْنٰى وَاَقْنٰىۙ

    Doğrusu, (sizleri) muhtaç olmaktan kurtaran ve sermaye verip-hoşnut kılan da O’dur.

  • 53:49

    وَاَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرٰىۙ

    Kesinlikle, 'Şi'râ (yıldızı)nın' (şiirle hikmet ve hakikate tercümanlık yapanların) Rabbi de O'dur.

  • 53:50

    وَاَنَّهُٓ اَهْلَكَ عَادًاۨ الْاُو۫لٰىۙ

    Doğrusu, önceden gelip geçen Ad (halkın)ı O yıkıma uğratmıştı.

  • 53:51

    وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْقٰىۙ

    Semud'u da (Allah kendi haline koymamıştı). Böylelikle (o zulmeden halklardan kimseyi cezasız) bırakmamıştı.

  • 53:52

    وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ اَظْلَمَ وَاَطْغٰىۜ

    Daha önce Nuh kavminden de (intikam almıştı.) Çünkü onlar, daha zalimdi ve daha azgınlaşmıştı.

  • 53:53

    وَالْمُؤْتَفِكَةَ اَهْوٰىۙ

    Altı üstüne gelen (Lut kavminin) şehirlerini de O (Allah) yerin dibine batırmıştı.

  • 53:54

    فَغَشّٰيهَا مَا غَشّٰىۚ

    Böylece ona (o toplumun başına) sardırdığını sardırmış (müstahak oldukları belalarla onları sarsmıştı).

  • 53:55

    فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكَ تَتَمَارٰى

    Öyleyse, (ey gafil ve nankör insan!) artık Rabbinin hangi nimetlerinden şüphe duyarsın? (Bu İlahi ikram ve ihsanlara nasıl nankörlük yaparsın?)

  • 54:54

    اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍۙ

    Hiç şüphesiz (imtihanı kazanan) müttakiler ise, cennetlerde ve (kutlu meclisler halinde) nehir (çevresin)de (sonsuz mutluluğa ulaşmışlardır).

  • 55:1

    اَلرَّحْمٰنُۙ

    [Not: Rahmân Suresi’nde 31 kere geçen: “Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız!?” ayeti; uyarı ve hatırlatma için tekrarlandığı gibi, her biri ayrı bir mana ve mesaj da taşımaktadır. Bu gerçek ilk defa bizim mealimizde yer almıştır.]

    Rahman (olan; dünyada yarattığı her varlığını ve tüm kullarını esirgeyip koruyan, onların isyan ve kusurlarına bakmayıp yine de bütün ihtiyaçlarını karşılayan ve düzelip ıslah olmaları için fırsat ve mühlet tanıyan, O çok merhametli Allah...)

  • 55:2

    عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ

    Ki Kur’an’ı (gönderip, eğitimde tedricen talim ve terbiye yöntemiyle öğretip) belletti.

  • 55:3

    خَلَقَ الْاِنْسَانَۙ

    (Allah CC) İnsanı (üstün meziyet ve faziletlerle yaratıp) halk etti.

  • 55:4

    عَلَّمَهُ الْبَيَانَ

    Ona beyanı (iletişim kurmayı ve duygularını başkalarına aktarmayı) öğretti.

  • 55:5

    اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍۖ

    (Yörüngelerindeki dönüşleri Allah tarafından belirlenmiş olan) Güneş ve Ay, çok ince bir hesaba göre (hareket etmektedirler).

  • 55:6

    وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ

    (Çimen ve çiçek cinsinden) Bitki(ler) ve ağaçlar da (Rahman olan Allah’a) secde halindedirler.

  • 55:7

    وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ

    Gökyüzünü de O yükseltti ve (bütün âlemde) mizanı (mükemmel ve muhteşem dengeyi) yerleştirdi.

  • 55:8

    اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ

    Sakın ha, (her türlü) ölçüde taşkınlık ederek haksızlık yapmayın (ülkede disiplin ve düzeni bozmayın).

  • 55:9

    وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ

    (Her çeşit) Tartıyı adaletle yapın. Teraziyi eksik tutmayın. (Mizanda ve nizamda haddi aşmayın; İslami, ilmi ve insani ölçüleri taşmayın.)

  • 55:10

    وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ

    Yer(yüzüne) gelince, (Allah) onu da (mevcut bütün) varlıklar için (en uygun şartlarda yaratıp) yayıp ortaya koyandır.

  • 55:11

    ف۪يهَا فَاكِهَةٌۖ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْاَكْمَامِ

    Orada meyveler ve salkımlı hurmalıklar vardır.

  • 55:12

    وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُۚ

    (Ki onlar) Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler(le donatılmışlardır).

  • 55:13

    فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

    Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlamaya kalkışırsınız? (Ey gafil insanlar, Allah’ın lütfettiği hangi nimet ve fazileti, kendi gayret ve marifetinizle kazandığınızı sanırsınız?)

  • 55:14

    خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِۙ

    (Allah) İnsanı (Hz. Adem AS’ı, pişmiş çini ve çömlek hamuru gibi) süzme bir çamurdan yaratmıştır.

  • 55:15

    وَخَلَقَ الْجَٓانَّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍۚ

    Cann'ı (cinnleri) de 'yalın-dumansız bir ateşten' (enerji-elektrik cinsinden) yaratmıştır.

  • 55:16

    فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

    Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini (değerini ve Mevlâ’dan geldiğini anlamayıp) yalanlamaya kalkışırsınız? (Ki vücudunuzun her bir sistemini ve hücresini, her an yaratıp size sağlık ve huzur sunmaktadır!)

  • 55:17

    رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِۚ

    O (Allah) iki Doğu’nun da Rabbidir, iki Batı’nın da (bütün yönlerin ve ülkelerin) Rabbidir.

  • 55:18

    فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

    Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini (basite ve hafife alıp) yalanlamaya kalkışırsınız?

  • 55:19

    مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِۙ

    (Allah CC) Birbirleriyle kavuşmak üzere (suları acı ve tatlı olan) iki denizi (bir boğazda) salıvermiştir.

  • 55:20

    بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِۚ

    İkisi arasında (suların yoğunluk farklılığı yüzünden) bir engel vardır; birbirlerine karışmayıp (sınırları geçilmemektedir. Aksi halde bazı kıyı bölgelerinde su baskınları meydana gelecektir.)

  • 55:21

    فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

    Şu halde Rabbinizin hangi nimetini (değersiz ve gereksiz sanıp) yalanlamaya kalkışırsınız?

  • 55:22

    يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ۬ وَالْمَرْجَانُۚ

    (O denizlerin hepsinden de) İnci ve mercan çıkıverir.

  • 55:23

    فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

    Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini (nankörlük ve şükürsüzlükle) yalanlamaya kalkışırsınız?

  • 55:24

    وَلَهُ الْجَوَارِ الْمُنْشَاٰتُ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۚ

    Deniz(ler)de koca dağlar gibi görkemli yüzen gemiler O'nun (sayesinde dolaşıp gezmektedirler).

  • 55:25

    فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ۟

    Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini (onların hayati önem ve özelliklerinin farkında bile olmayıp) yalanlamaya kalkışırsınız?

  • 55:26

    كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍۚ

    (Dünya ve kâinat) Üzerindeki her şey fanidir (gelip geçici birer gölgedir).

  • 55:27

    وَيَبْقٰى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِۚ

    (Hakiki ve daimi varlık ise) Sadece Celâl ve İkram sahibi Rabbin vechidir (ki O’nun Zatı Bâki’dir).

  • 55:28

    فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

    Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini (ciddiye almayıp ve hikmetini kavramaya çalışmayıp) yalanlamaya kalkışırsınız?

  • 55:29

    يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ

    Göklerde ve yerde olan ne varsa (her türlü ihtiyacını) O'ndan ister. O (Allah CC) her gün (her an farklı) bir “şe’n”de (ayrı bir işte ve meşguliyettedir. Her şeyle ve herkesle bizzat ilgilenmektedir).

  • 55:30

    فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

    Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini (kendiliğinden ortaya çıkmış ve şahsi gayretinizle size ulaşmış sanıp) yalanlamaya kalkışırsınız?

  • 57:1

    سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

    Göklerde ve yerkürede olanların tümü Allah'ı tesbih etmekte (yaratılış gayeleri ve görevleri doğrultusunda hizmet yürütmekte)dirler. O, Üstün ve Güçlü (Azîz) olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 57:2

    لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Göklerin ve yerin (hepsinin ve herkesin) mülkü (ve egemenliği) O'nundur. (Her canlıya ve her hücresine her an hayat verip) Dirilten ve öldürendir. O, her şeye güç yetirendir

  • 57:3

    هُوَ الْاَوَّلُ وَالْاٰخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

    O, Evvel'dir (Allah, her şeyden öncedir, varlığı Ezelidir). Ahir'dir (Kendisinden başka hiçbir şeyin kalmayacağı son ve tek gerçektir, Ebedidir). Zahir'dir (varlığı açık ve kesindir). Bâtın'dır (gerçek nitelikleri yaratılanların harika özellikleri içinde gizlidir). O, her şeyi (bütün ayrıntıları ile) Bilendir.

  • 57:4

    هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

    Gökleri ve yeri altı günlerde (dönemde) yaratan, sonra Arş’a istiva edip (ilim ve kudretiyle kuşatan ve kâinatın yönetim merkezine hâkim olan) O'dur. Yere (toprağa) gireni, ondan çıkanı (her tür tohumu ve filizi), gökten (yere) ineni ve ona yükseleni (hepsini ve ayrıntılarıyla Allah) bilir. Her nerede (ve ne halde) olur iseniz, O (kesinlikle) sizinle beraberdir; Allah yaptıklarınızı (sürekli ve tüm ayrıntıları ile) Görendir.

  • 57:5

    لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ

    Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) O'nundur. (Sonunda bütün) İşler Allah'a döndürülmektedir.

  • 57:6

    يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۜ وَهُوَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

    Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar. (Güneş’in, gezegenlerin ve yerkürenin sürekli ve düzenli dönüşlerini bizzat Allah yaratıp yönetmektedir.) O, göğüslerin özünde (gönüllerde saklı) olanı (niyetleri ve gayeleri) Bilendir.

  • 57:17

    اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

    İyi biliniz (ve ibretle seyrediniz) ki; gerçekten Allah, ölümünden sonra (her kışın ardından, baharda) yeryüzüne (yeniden) hayat verir. Şüphesiz Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri (böyle) açıklayıveririz.

  • 67:1

    تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ

    Mülk (bütün kâinat ve hükümranlığı) elinde bulunan (Allah) ne Mübarektir ve Şanı ne Yücedir. O, her şeye Kâdir (ve Muktedir olan)dır.

  • 67:2

    اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ

    O, (İslam’a ve insanlığa uygun davranış, ahlâk ve anlayışta) amel bakımından hanginizin daha iyi (daha güzel ve daha verimli) olacağını denemek (ve hak ettiği karşılığı vermek) için, (dünyada yaşatıp) ölümü ve (ahirete kaldırıp sonsuz) hayatı yaratmıştır. O, Üstün ve Güçlü olandır, çok Bağışlayandır.

  • 67:3

    اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقًاۜ مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ

    O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi (tabaka) gök yaratmıştır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin (bulamazsın). İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; (göklerde ve evrende) herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görebiliyor musun? (Kâinatta ve tabiatta bir kusur ve noksanlık var mıdır?)

  • 67:4

    ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَهُوَ حَس۪يرٌ

    Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; (göreceksin ki) o göz (yerde ve göklerde bir uyumsuzluk ve uygunsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde ve bitkin olarak sana dönecektir. (Çünkü Allah’ın yaratışında ve harika sanatında hiçbir hata bulunamayacaktır.)

  • 67:5

    وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاط۪ينِ وَاَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّع۪يرِ

    Andolsun, Biz en yakın olan semayı (dünya göğünü) kandil (misali yıldızlar ve gezegenlerle) süsleyip-donattık ve bunları(n bir kısmını), şeytanlar için taşlama araçları (rücum) kıldık. (Her gün görevli meleklere dağıtılan kader programından kulak hırsızlığı yapıp, gaybı biliyor havası atarak insanları saptırmak isteyen kötü cinnleri kovalayıp uzaklaştırmak üzere “yıldız kayması” denilen meteor taşlarını kullandık.) Ve onlar için çılgınca yanan alevli ateş azabını hazırladık.

  • 67:6

    وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

    (Ahirette ise) Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Orası ne kötü ve ürkütücü bir varış durağıdır.

  • 67:7

    اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقًا وَهِيَ تَفُورُۙ

    İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu duyacaklardır.

  • 67:8

    تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ

    (O cehennem) Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacaktır. Her bir (kâfir, gafil ve zalim) grup onun içine atıldığında, yetkili görevlileri onlara: "Size (bugünleri haber veren) bir uyarıcı gelmedi mi?" diye soracaklardır.

  • 67:9

    قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ

    Onlar: "Evet" diyecekler, "Bize gerçekten bir uyarıcı geldi (ve Hakka çağırıp bugünleri hatırlattı). Fakat biz (onları) yalanladık ve (üstelik): 'Allah (sizin vesilenizle) hiçbir şey indirmemiş (ve göndermemiş)tir, siz sadece büyük bir sapmışlık içindesiniz' dedik" (şeklinde yanıtlayacaklardır).

  • 67:10

    وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ

    (Keşke) “Eğer biz (gerçekleri) dinleyip duyan ve akıl edip anlayan kimseler olsaydık, (şimdi) bu azgın ateşe girenlerin arasında bulunmazdık” diyerek (hayıflanacaklardır).

  • 67:11

    فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقًا لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ

    Böylece kendi günahlarını itiraf edip (pişmanlık duyacaklardır. Ama artık) çılgınca yanan ateşin halkı bu azaba müstahaktır, çünkü o kahrolası ve kovulası (insanlara, Allah'ın rahmetinden) uzaklık yakışır.

  • 67:12

    اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ

    Gerçekten Rablerinden gayb ile (O'nu görmedikleri halde), içleri titreyerek ve saygı göstererek korkanlara gelince; şüphesiz onlar için (günahlarından) mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir ecir vardır.

  • 67:13

    وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

    Siz, sözünüzü ister gizli tutun, ister açığa vurun, şüphe yok ki O (Allah) göğüslerin (gönüllerin) içindekini çok iyi bilip durmaktadır.

  • 67:14

    اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟

    Dikkat edin ve kendinize gelin! (Her şeyi yoktan var edip) Yaratan (Allah, hiç) yarattığını (ve mahlûkatın bütün ayrıntılarını) bilmez mi? Halbuki O Lâtif’tir ve Habîr’dir. (Allah; hem gizli hikmetleri, görünmeyen niyetleri ve mahiyetleri Bilendir, hem de görünen ve işlenen her şeyden haberi olandır.)

  • 67:15

    هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ۜ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ

    Sizin için, yeryüzüne boyun eğdiren (onu ziraate ve madenciliğe uygun hale getiren) O'dur. Şu halde onun (dünyanın) omuzlarında (her tarafında) yürüyüp gezin (ekip biçin ve kazılara girişin) ve O'nun rızkından yiyin. Sonunda gidiş O'nadır. (Buna göre davranın.)

  • 67:16

    ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ فَاِذَا هِيَ تَمُورُۙ

    Gökte olanın (melek ordularının, gök taşlarının, gezegen ve yıldızların yörüngesinden çıkıp Dünya’ya çarparak) sizi yerin (dibine) geçirmeyeceğinden nasıl emin olmaktasınız? (Oysa) O vakit bir bakmışsınız ki, o (yeryüzü) sallanıp-çalkalanmaktadır.

  • 67:17

    اَمْ اَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًاۜ فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذ۪يرِ

    Yoksa siz, göktekinin (görevli meleklerin, Allah’ın izniyle) üzerinize 'taş yağdıran (fırtınalı) bir rüzgâr' göndermeyeceğinden emin mi oldunuz? (Siz o takdirde) Benim uyarma(larımı ciddiye almamak) nasılmış ileride bilip-öğreneceksiniz (ama iş işten geçmiş olacaktır).

  • 80:23

    كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَٓا اَمَرَهُۙ

    Hayır; (maalesef insan Allah'ın) emrettiğini (tam olarak) yerine getirmemiş (ve görevini yapmamıştır).

  • 80:24

    فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ اِلٰى طَعَامِه۪ۙ

    (Hiç olmazsa) İnsanoğlu, hele yiyecek(lerine, pişirilerek istifade ettiği türlü türlü nimetlerden, taze olarak yediği meyve ve sebzelere, dikkatle ve ibretle) bir baksın (da bunlar sofrasına gelinceye kadar hangi merhalelerden geçtiğini anlasın ve Rabbine şükretmeye başlasın).

  • 80:25

    اَنَّا صَبَبْنَا الْمَٓاءَ صَبًّاۙ

    Biz şüphesiz, suyu (yağmuru) akıttıkça akıttık, (gökten rahmet ve bereketle boşalttık.)

  • 80:26

    ثُمَّ شَقَقْنَا الْاَرْضَ شَقًّاۙ

    Sonra yeri (toprağı nasıl) yardıkça yardık; (ziraate müsait şartlar ve imkânlar hazırladık.)

  • 80:27

    فَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا حَبًّاۙ

    Böylece onda taneler bitirip çıkardık.

  • 80:28

    وَعِنَبًا وَقَضْبًاۙ

    Üzümler ve yoncalar,

  • 80:29

    وَزَيْتُونًا وَنَخْلًاۙ

    Zeytinler ve hurmalar,

  • 80:30

    وَحَدَٓائِقَ غُلْبًاۙ

    Boyları birbiriyle yarışan ve iç içe girmiş ağaçlı bahçeler, bağlar,

  • 80:31

    وَفَاكِهَةً وَاَبًّاۙ

    (Çeşitli ve lezzetli) Meyveler ve (yararlı ve gönül rahatlandırıcı) otlaklıklar.

  • 80:32

    مَتَاعًا لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ

    (Bütün bunları) Size ve hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere (Allah yaratmaktadır).

  • 85:13

    اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُع۪يدُۚ

    Çünkü O, ilkin (hiç yoktan) yaratan, (sonra dirilterek mahşere ve hesap vermeye) döndürecek olandır.

  • 85:14

    وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ

    (Ancak tevbe edip Hakka yönelenler için) O, çok Bağışlayandır, çok Sevilip-Sayılandır.

  • 85:15

    ذُو الْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ

    (Allah) Arş’ın (tüm kâinatın yönetim makamının) sahibidir ve Mecîd (övülüp yüceltilmeye layıktır).

  • 85:16

    فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ

    Her dilediğini mutlaka (kusursuzca ve kolayca) yapandır.

  • 105:1

    اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ

    (Ey Nebim!) Rabbinin (Kâbe’yi yıkmaya gelen kâfir Ebrehe’ye ve) Fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi? (Hatırlatayım mı?)

  • 105:2

    اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ

    (Allah) Onların 'tasarladıkları (hain ve hileli) planlarını' boşa çıkarmadı mı?

  • 105:3

    وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا اَبَاب۪يلَۙ

    Hani onların üzerine (sürü sürü) ebabil kuşlarını (ve uçan intikam araçlarını) yollamıştı.

  • 105:4

    تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ

    Onlara gökten 'pişirilip-sertleştirilmiş (kurşun misali) balçık taşları' atıyorlardı.

  • 105:5

    فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ

    Sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi kılmış (hepsini helak edip kırmıştı). [Not: Bugün de Müslümanlara saldıran ve İslam’ın kökünü kurutmak üzere çeşitli hesaplar yapan zalim kâfirlerin (Ebrehe’nin Fil’lerine karşılık bunların) uçak, gemi ve füze FİLO’ları, inşaallah Ebabil kuşları benzeri ileri teknoloji harikaları ve Allah’ın nusret ve inayet zuhuratıyla darmadağın edilip yenilgiye uğratılacaktır.]