Firavun

  • 2:49

    وَاِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ

    (Hani) Dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, sizi Firavun ailesinin (ve zalim hükümetinin) elinden kurtardığımızı da hatırlayın. (Ki) Onlar, kadınlarınızı (kızlarınızı) diri (sağ) bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir (bela) imtihan vardı.

  • 2:50

    وَاِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَاَنْجَيْنَاكُمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ

    (Ve yine) Bir zamanlar sizin için (Kızıl)denizi ikiye ayırıp sizi kurtardığımızı, ve Firavun’un avanesini ise gözlerinizin önünde boğup batırdığımızı hatırlayın!

  • 3:11

    كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

    Tıpkı Firavun ailesinin (zulüm ve küfür yönetiminin) ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi (olanların akıbeti de aynıdır). Onlar da ayetlerimizi yalanlamışlardı, böylece Allah, günahları nedeniyle onları (kahrıyla) yakalamıştı. Allah, (cezayla) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.

  • 6:6

    اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَارًاۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا اٰخَر۪ينَ

    (Bunlar) Kendilerinden önce nice nesilleri yıkıma uğrattığımızı görmüyorlar mı? Biz, sizi yerleşik kılmadığımız bir biçimde (size sağlamadığımız imkânlar içinde) onları yeryüzünde (büyük bir güç ve servetle) yerleşik kılmıştık; gökten üzerlerine sağanak (bol yağmurlar) yağdırmış, nehirleri de altlarından akar(sular) yapmıştık. Ama günahları nedeniyle Biz onları yıkıma uğrattık ve arkalarından başka nesiller (inşa edip) varlığa çıkardık.

  • 7:103

    ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ

    Sonra bunların (peygamberlerin) ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve önde gelen çevresine gönderdik; onlar ise ona (ayetlerimize ve elçimize) zulüm ve haksızlık ettiler. İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak (ve anlat ki, inananlar bundan ders çıkarsınlardı)!

  • 7:104

    وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ

    Musa (gidip): "Ey Firavun, gerçekten ben âlemlerin Rabbinden (gönderilen) bir elçiyim" diye (uyardı).

  • 7:105

    حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ

    Hakikat şu ki; "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah adına (sizlere) ancak gerçeği söylemektir. Kesinlikle Rabbinizden size apaçık bir belge ile (açık mucizelerle) geldim. Artık (onları serbest bırak ve) İsrailoğullarını benimle beraber gönder" (şeklinde davetini yaptı).

  • 7:106

    قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

    (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet (mucize) getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (ve göster bakalım)."

  • 7:107

    فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ

    Bunun üzerine (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

  • 7:108

    وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟

    (Bir de) Elini (soktuğu koltuk altından) sıyırıp çıkardı, o da anında bakanlara (nurdan ışıklar saçarak) bembeyaz (görünüvermişti).

  • 7:109

    قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ

    (Şaşkınlığa uğrayan) Firavun kavminin önde gelenleri: "Bu gerçekten bilgin (ve işinin ehli) bir büyücüdür” demişlerdi.

  • 7:110

    يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ

    (Firavun ise çevresine: "Herhalde) Sizi topraklarınızdan (yurdunuzdan) sürüp-çıkarmak (ve iktidara konmak) istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?" (diye etrafını kışkırtmaya girişmişti).

  • 7:111

    قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ

    Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver, (vereceğin cezayı erteleyip etraftaki) şehirlere de toplayıcı (çağrıcı)lar gönder ki;”

  • 7:112

    يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ

    (Böylece) "Bütün bilgin (ve yetişkin) büyücüleri sana getirsinler (ve Musa ile boy ölçüşüp onu yensinler” teklifini arz etmişlerdi).

  • 7:113

    وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ

    Derken; (ülkenin her yanından toplanıp gelen seçkin) sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize (yüklü) bir karşılık (armağan) var, değil mi?"

  • 7:114

    قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ

    (Firavun ise) "Evet" dedi. "(O takdirde) Siz (bana) en yakın kılınanlardan (saygın ve varlıklı kimseler) olacaksınız."

  • 7:115

    قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ

    (Sihirbazlar) Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi (hünerini ortaya) atmak istersin, yoksa biz mi atalım?"

  • 7:116

    قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ

    (Musa: "Haydi önce) Siz atın" dedi. (Onlar sihirli asalarını ortaya) Atıverince, insanların gözlerini büyülemişler, onları dehşete düşürmüşler ve büyük bir sihir meydana getirip koymuşlardı.

  • 7:117

    وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ

    Biz de Musa'ya: "(Haydi sen de) Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da değneğini yere atıverince) O vakit (bir de baktılar ki), bu (asa) onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuyor. (Hepsi birden şaşkınlığa uğramışlardı.)

  • 7:118

    فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ

    Böylece hak yerini bulmuş, onların bütün yapmakta oldukları (göz boyama hilekârlıkları) geçersiz (bâtıl) olup boşa çıkmıştı.

  • 7:119

    فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ

    (Firavun ve adamları) Orada yenilmişler ve küçük düşmüşler olarak ters yüz çevrilip kalmışlardı.

  • 7:120

    وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ

    Ve sihirbazlar (bunların göz boyama değil, İlahi bir mucize olduğunu anlayıp hemen teslimiyetle) secdeye kapanmışlardı.

  • 7:121

    قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

    (Hepsi birden:) "Biz âlemlerin Rabbine iman ettik" diye (haykırmışlardı).

  • 7:122

    رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ

    "Musa'nın ve Harun'un (davet ettiği ve bildirdiği Hakk ve mutlak) Rabbine (inandık!” diye duyurmuşlardı).

  • 7:123

    قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

    Firavun (iman eden sihirbazlara dönüp): “Ben size izin vermeden (ve aramızda özel bir fitne projesi üretmeden) önce ona (Hz. Musa’ya) iman ettiniz öyle mi? Bu tavrınız, muhakkak halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla (Musa ile birlikte herhalde gizlice) şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı yakında görüp) bileceksiniz" (diye homurdanmıştı).

  • 7:124

    لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

    “Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim" (diye tehdide başlamıştı).

  • 7:125

    قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ

    (Onlar da:) "Biz de şüphesiz (zaten önünde sonunda ölüp) Rabbimize döneceğiz. (Artık senin tehditlerine boyun eğecek değiliz)" diyerek (dik durmuşlardı).

  • 7:126

    وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِم۪ينَ۟

    (Sihirbazlar Firavun’a:) “Oysa sen, sırf (Hz. Musa eliyle) bize gelen Rabbimizin ayetlerine inanmamızdan dolayı intikam alıyorsun” (demişlerdi). Ve "Ey bizim Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür" (diye duaya sığınmışlardı).

  • 7:127

    وَقَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَۜ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْي۪ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ

    Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: "Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır'da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk edip (aşağılamaları) için mi (serbest) bırakacaksın? (Şimdi hepsinden kurtulacak bir çare bulmalısın!” Bunun üzerine Firavun) Dedi ki: “(Öyle ise biz de onların bütün) Erkek çocuklarını öldürüp (ortadan kaldıracağız) ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahip (bulunmaktayız)."

  • 7:128

    قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَع۪ينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِ۠ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ

    (Hz.) Musa kavmine dedi ki: (Sakın ürküp gevşemeyin, telaş etmeyin) “Yardımı (yalnız) Allah'tan isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü bütünüyle Allah'ındır ve kullarından (sadakatlerini denediğini ve) dilediğini ona varis kılacaktır. Ve mutlu son müttakilerin olacaktır.”

  • 7:129

    قَالُٓوا اُو۫ذ۪ينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاۜ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ۟

    Onlar (İsrailoğulları ise Hz. Musa’ya dönüp şikâyetlenerek) dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da (hep böyle) eziyete uğratıldık. (Hakk dine ve davaya uyduk diye umduğumuz rahata ve menfaate bir türlü kavuşamadık.” Musa dedi ki:) “Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılıp (iktidara getirecek), böylece nasıl davranacağınızı gözleyip (durumunuza bakacak ve sadıklarla sahtekârları ayıracaktır).”

  • 7:130

    وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّن۪ينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

    Andolsun, Biz de Firavun ailesini (ve iktidar çevresini) belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.

  • 7:131

    فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    Onlara (Firavun’a ve adamlarına) bir iyilik geldiği zaman, “Bu bizim içindir (bu nimet ve fazileti hak etmişizdir)” diyorlardı; onlara bir kötülük isabet ettiğinde ise (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah katında asıl uğursuz olanlar kendileridir (ve uğradıkları felaketler, kendi fesatlıkları nedeniyledir); ama onların çoğu (bu gerçekleri) bilmezler (ve akıl erdirmezler).

  • 7:132

    وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ

    Onlar: “Bizi büyülemek (etkilemek) için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz. (Bu küfür ve zulüm düzenini bile bile tercih etmişiz)” dediler.

  • 7:133

    فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِم۪ينَ

    Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ve musibetler) olarak üzerlerine tufan (kasırga felaketi, ekinleri ve meyveleri yiyip bitiren) çekirge (sürüleri), buğday güvesi (gibi haşereleri, gökten) kurbağa ve kan (yağıvermesi gibi musibetleri) musallat kıldık. Yine de büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkâr bir kavim olmayı (terk etmediler).

  • 7:134

    وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ

    (Sonunda) Başlarına (dayanılmaz) iğrenç bir azap çökünce (bütün suları ve süt cinsinden içecekleri, kirli ve zehirli bir kızıl kana dönüşünce): “Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahit adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle göndereceğiz” diye (yalvarmaya yöneldiler).

  • 7:135

    فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ

    (Bunun üzerine) Ne zaman ki, onların erişebileceği (takdir edilen) bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine hemen andlarını bozup (inkâr ve isyana geri döndüler).

  • 7:136

    فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ

    Biz de onlardan (sonunda) intikamımızı alıverdik ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) davranmaları nedeniyle onları suda boğup (helak ettik).

  • 7:137

    وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ

    (İmanın ve Hakk davanın çilesine katlanan ve uzun yıllar) Hor görülüp ezilmekte olan o (mü’min ve mücahit) topluluğu (ise), içini bereketler ve nimetlerle donattığımız yeryüzünün doğularına ve batılarına (bütün dünyaya) mirasçı (ve hükümran) kıldık (kılacağız. Böylece) Rabbinin İsrailoğullarına olan o güzel sözü (va’adi), sabretmeleri dolayısıyla (yerine getirilip) tamamlandı. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da yerle bir edip dağıttık. (Bu hak ettikleri bir akıbetti.)

  • 8:52

    كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

    Aynen Firavun ekibinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı (ve gafil tavrı) gibi ki; Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler de, Allah da onları günahlarından dolayı (kahrıyla) yakalayıverdi. Şüphesiz, Allah, en büyük kuvvet sahibidir, (acı ve alçaltıcı bir akıbetle) sonuçlandırması pek şiddetlidir.

  • 8:53

    ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ

    (Bunun) Nedeni şudur ki: Bir kavim (toplum), kendinde olanı (iman esaslarını ve İslam ahlâkını) değiştirip (küfre ve zulme yönelmedikçe) Allah, onlara nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz (her şeyi) İşitendir, Bilendir.

  • 8:54

    كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ

    (İnkârcıların düşünceleri ve hareketleri) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibidir. Onlar da, Rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik ve Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.

  • 10:75

    ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى وَهٰرُونَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ بِاٰيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِم۪ينَ

    Sonra bunların ardından Firavun'a ve onun önde gelen yakın adamlarına Musa'yı ve Harun'u ayetlerimizle gönderdik. Fakat onlar kibirlenip büyüklendiler. (Zaten) Onlar suçlu-günahkâr (facir ve zalim) bir kavimdi.

  • 10:76

    فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ

    Nitekim onlara katımızdan Hakk geldiği zaman: “Bu, kuşkusuz apaçık bir büyüdür” demişlerdi.

  • 10:77

    قَالَ مُوسٰٓى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَكُمْۜ اَسِحْرٌ هٰذَاۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ

    Musa (onlara): "Size Hakk geldiğinde (hep böyle) mi söylersiniz? Bu (benim tebliğim ve mucizelerim) bir büyü müdür? (Hiç akıl erdirmez misiniz?) Oysa büyücüler, kurtuluşa ermezler" deyip (uyarıvermişti.)

  • 10:78

    قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِۜ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِن۪ينَ

    (Onlar ise Hz. Musa ve Harun’a:) “Siz bizi, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden (sistemden) çeviresiniz de, bu memlekette (kuracağınız yeni düzenle) büyüklük (ve üstünlük) siz ikinize kalsın diye mi bize geldiniz? Biz sizin ikinize de inanacak (getirdiğiniz dine ve düzene uyacak) değiliz” demiş (zulüm ve zillet üzerinde inat etmiş)lerdi.

  • 10:79

    وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُون۪ي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ

    Firavun ise (yakın ve yetkili çevresine): "Bütün bilgin (ve seçkin) büyücüleri (toplayıp) bana getirin" diye (emretti).

  • 10:80

    فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ

    Büyücüler (gösteri alanına) geldiğinde Musa onlara: "Atacağınız şeyleri atın (marifetinizi kanıtlayın)" dedi.

  • 10:81

    فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ

    Onlar (sihirlerini ortaya) atınca, Musa dedi ki: "Sizlerin (meydana) getirdikleriniz (sadece göz boyama) büyüdür, sihirdir. Doğrusu Allah, onu geçersiz kılacak (oyunlarınızı bozacak)tır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmeyecek (ve başarıya erdirmeyecektir)."

  • 10:82

    وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ۟

    (O) Allah (ki), mücrim olanlar (utanmaz günahkârlar) istemese de, Hakkı (Hakk olarak) Kendi kelimeleriyle (adalet düzenini zuhur ettirip) gerçekleştirecektir.

  • 10:83

    فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِه۪ عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْۜ وَاِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْاَرْضِۚ وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِف۪ينَ

    Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (bazı gençlerinden) başka iman eden olmadı. Firavun’un ve önde gelen adamlarının kendilerini belalara (fitnelere) uğratmaları korkusuyla (insanlar onun çağrısına yanaşmadı). Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorbaydı ve o gerçekten (azgınlaşıp) ölçüyü taşıranlardandı.

  • 10:84

    وَقَالَ مُوسٰى يَا قَوْمِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُسْلِم۪ينَ

    Musa (kendisine tâbi olanlara): "Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman edip Müslüman olmuşsanız, artık yalnızca O'na tevekkül edin. (Mademki her şey O'nun elinde ve emrindedir, öyleyse sadece O'na güvenin ve teslimiyet gösterin)" demiş (ve uyarmıştı).

  • 10:85

    فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ

    (Onlar da) Dediler ki: “Biz Allah'a tevekkül ettik; Rabbimiz, bizi zulmeden kavim için bir fitne (aleti) kılma, (zalimlerin baskısı ve haklarımızdan mahrum bırakması sebebiyle iman yolumuzdan ayırma!)

  • 10:86

    وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ

    “Ve bizi kâfirler topluluğunun (hile ve hakaretlerinden) rahmetinle kurtar!”

  • 10:87

    وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰى وَاَخ۪يهِ اَنْ تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ

    (Bunun üzerine) Biz de Musa ve kardeşine (şöyle) vahyettik: “Mısır'da kavminiz için (kâfirlerin semtinden ayrı yerlerde) evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namazı dosdoğru kılın. (Ayrıca) Mü'minleri de (zafer ve galibiyetle) müjdele(yip çeşitli saldırı ve sıkıntılara karşı hazırlayın ki, Allah’ın inayeti ve nusreti onlarladır).”

  • 10:88

    وَقَالَ مُوسٰى رَبَّنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَاَهُ ز۪ينَةً وَاَمْوَالًا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ رَبَّنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَۚ رَبَّنَا اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ

    Musa dedi ki: “Ey Rabbimiz! Hakikaten Sen, Firavun ve yakın çevresine, dünya hayatında çok çekici gelen (bir imkân, iktidar ve ihtişam) gibi ziynetler, mal (ve servetler) verdin. Rabbimiz (onlar bu nimetleri, halkı) Senin yolundan saptırmak için (kullanmaya girişti!) Ey Rabbimiz! Bunların servetlerini (mali ve ekonomik dengelerini) çökert ve batır... Onların kalplerini de (çeşitli) şiddet (ve dehşetle) sıkıştır. (Çünkü) Onlar (bu) acı azabı (ekonomik ve psikolojik bunalımı) görünceye kadar imana (ve İslam’a) yanaşmayacaklardır.”

  • 10:89

    قَالَ قَدْ اُج۪يبَتْ دَعْوَتُكُمَا فَاسْتَق۪يمَا وَلَا تَتَّبِعَٓانِّ سَب۪يلَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ

    (Allah da Musa’ya) Dedi ki: "İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin (hak ve hukuk bilmezlerin) yoluna uymayın."

  • 10:90

    وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي إِسْرَٓاء۪يلَ الْبَحْرَ فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًاۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَدْرَكَهُ الْغَرَقُۙ قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓاء۪يلَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

    (Ardından) Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri ise azgınlıkla ve düşmanlıkla (hemen) peşlerine düştü. (Derken sular) Onu boğacak düzeye erişince (Firavun çaresizce): “İsrailoğullarının kendisine inandığı (İlahtan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım” demeye (başladı).

  • 10:91

    آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ

    (Aklın başına) Şimdi (geldi), öyle mi? Oysa sen önceleri (inkâr ve) isyan edip başkaldırmıştın ve bozgunculuk çıkaranlardandın.

  • 10:92

    فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟

    Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için senin bedenini (denizin dibine batmaktan) kurtaracağız (asırlar sonrasında herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanların çoğu, Bizim ayetlerimizden (Kur’an’daki hikmetlerden ve kâinattaki harika sanat eserlerimizden maalesef gafildirler ve) habersizdirler. (Evet, bir mucize olarak bu ayet aynen gerçekleşmiştir; asırlar sonra bulunan Firavun’un cesedi hâlâ İngiltere’de sergilenmektedir.)

  • 11:96

    وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

    Muhakkak, Musa'yı da ayetlerimizle ve apaçık olan bir delille (güçlü mucizelerle) gönderdik.

  • 11:97

    اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ

    Firavun'a ve onun önde gelen çevresine (ki); onlar Firavun'un emrine uymuşlar (zulmüne razı olmuşlar)dı. Oysa Firavun'un emri (düzeni-hükümleri) doğruya götürücü (irşad edici) değildi.

  • 11:98

    يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ

    O (Firavun ki), kıyamet günü kavminin önüne geçecek, böylece onları (sürüleri suya götürür gibi) ateşe sürükleyecektir. Bu şekilde varacakları yer ise ne kötü bir yerdir.

  • 11:99

    وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ

    Onlar burada (dünyada) da, kıyamet gününde de lanete tâbi tutuluverdiler. (Onlara) Verilen (geçici) imkân ve bağış (küfür ve zulüm fırsatı), ne kötü bir bağış ve destektir. (Keşke düşünüp bilselerdi.)

  • 17:101

    وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُورًا

    Andolsun, Biz Musa'ya apaçık dokuz (çeşit) ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullarına sor; (Hz. Musa İlahi emirler ve mucizelerle) onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş (boş hayal ve kuruntulara sürüklenmiş) sanıyorum" diyerek (reddetmişti).

  • 17:102

    قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُورًا

    O da: "Andolsun, bunları basiretle görülecek (ve iman edilecek) belgeler olarak, göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini (ey Firavun) sen de (anlayıp) bilmektesin. (Ama dünya hırsıyla ve makam hatırına inat ve inkâr etmektesin.) Gerçekten ben de senin (zulüm iktidarı ve saltanatının) yıkılıp-harap olacağı kanaatindeyim" demişti.

  • 17:103

    فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعًاۙ

    (Firavun) Bunun üzerine onları (Hz. Musa’yı ve İsrailoğullarını) o yerden sürüp (çıkarmak), sarsıntıya ve rahatsızlığa uğratmak istedi. Biz de onu ve beraberindekileri hep birlikte suda boğuverdik.

  • 20:24

    اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟

    (Şimdi) “Firavun’a git (onu imana ve insafa davet et); çünkü kesinlikle o iyice azdı.”

  • 20:40

    اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى

    “Hani kız kardeşin gezinip (suya salınan sandığı takip edip Firavun Sarayı’na giderek); ‘Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?’ demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirivermiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne kapılmasın. (Ve yine istemeden) Sen bir insan öldürmüştün de, Biz seni (tutuklanmaktan ve) tasadan kurtarmış ve seni 'esaslı bir imtihandan geçirip-denemiştik.' Ey Musa, (ayrıca gittiğin) Medyen halkı arasında da yıllarca (Benim inayet ve himayemle) kalmıştın, sonra bir kader üzerine (tekrar buraya) gelmiştin.”

  • 23:45

    ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

    Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik.

  • 26:10

    وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ

    Hani Senin Rabbin, o vakit Musa'ya seslenmişti: "(Sapıtan ve) Zulmetmekte olan kavme git (ve gerçeği bildir);"

  • 26:11

    قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ

    O Firavun'un kavmine ki, hâlâ (küfürden ve zulümden uzaklaşmak için, Allah’tan) korkup çekinmeyecekler mi?

  • 26:18

    قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يدًا وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ

    (Firavun Hz. Musa’ya:) “Biz seni içimizde daha çocukken yetiştirip büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi?”

  • 26:19

    وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

    “Ve üstelik sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin” diyerek (iyiliklerinden dolayı minnet etmeye yeltenmişti).

  • 26:20

    قَالَ فَعَلْتُهَٓا اِذًا وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ

    (Musa) Dedi ki: "Ben o işi yaptığım (vurup ittiğim adamın ölümüne yol açtığım) zaman şaşkınlardandım (bilerek ve kasten yapmadım)."

  • 26:21

    فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْمًا وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ

    (Ardından) "Sizden korkunca (bana katil cezası vereceğinizden kuşku duyunca) da hemen aranızdan kaçtım; sonra Rabbim bana hüküm (ve hikmet) verdi ve beni gönderilen (elçilerden) kıldı."

  • 26:22

    وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ

    “Bana karşı lütuf gibi göstermeye çalıştığın ve şimdi minnet edip başıma kaktığın (sarayında besleyip yetiştirmek gibi) şeyler ise; (aslında mensubu olduğum) İsrailoğullarını köleleştirmeye (ve uyumlu kulların haline getirmeye çalışmandan) dolayı (işlediklerindir.)

  • 26:23

    قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

    (Bunun üzerine) Firavun dedi ki: “(Bu sözünü ettiğin) Âlemlerin Rabbi nedir?”

  • 26:24

    قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ

    (Hz. Musa) Dedi ki: "(Allah) Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir (yaratıp terbiye edeni ve her şeyin ihtiyacını gönderenidir). Eğer (akledip) 'kesin bilgiyle inanırsanız' (anlarsınız ki böyledir)."

  • 26:25

    قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ

    (Firavun) Çevresindekilere dedi ki: "İşitmiyor musunuz? (Bu adam neler uydurup söylemektedir?)"

  • 26:26

    قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ

    (Musa onlara) Dedi ki: (Evet) "O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir. (Hepiniz ve her şey aciz bir kuldan ibarettir.)"

  • 26:27

    قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ

    (Firavun çevresindekilere) Dedi ki: “Şüphesiz size gönderilmiş bulunan şu elçiniz (olduğunu iddia eden bu Musa), mutlaka bir delidir.”

  • 26:28

    قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ

    (Hz. Musa ise onlara: “Hemen karşı çıkmayın.) Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, (düşünüp anlarsınız ki) O (Allah), Doğu’nun da, Batı’nın da ve bunlar arasında olan her şeyin de Rabbidir” (şeklinde cevap vermişti).

  • 26:29

    قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهًا غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ

    (Firavun) Dedi ki: (Ey Musa!) “Andolsun, eğer benim dışımda bir ilah edinecek (benim düzenimi ve hâkimiyetimi istemeyecek) olursan, seni kesinlikle zindana kapatılmışlardan kılarım!”

  • 26:30

    قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ

    (Musa) Dedi ki: “Sana apaçık bir şey (bir delil-mucize) getirmiş olsam da mı (bana inanmayacaksın)?”

  • 26:31

    قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

    (Firavun:) "Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi onu (Rabbini veya mucizeni) getir (de görelim)” dedi.

  • 26:34

    قَالَ لِلْمَلَاِ حَوْلَهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ

    (Firavun) Çevresindeki önde gelenlere dedi ki: "Bu (adam), doğrusu bilgin (ve hünerli) bir büyücüdür. (Bizi etkileyip kendisine bağlamak hevesindedir.)"

  • 26:35

    يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ

    (Öyle ise) Ne emredersiniz? (Nasıl bir tedbir önerirsiniz buyurun, çünkü bu kişi) Büyüsüyle sizi yurdunuzdan (ve iktidarınızdan) sürüp çıkarmak istemektedir."

  • 26:36

    قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ

    Dediler ki: "Bunu ve kardeşini (alıkoyup) oyala (beklet), şehirlere de (davetçi) toplayıcılar gönder,"

  • 26:37

    يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ

    (Ki) "Bütün uzman-bilgin büyücüleri sana getirsinler."

  • 26:38

    فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ

    Böylelikle büyücüler, bilinen (ve belirlenen) bir günün belli vaktinde bir araya getirildi.

  • 26:39

    وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ

    Ve insanlara da (sihirbazları seyretmek üzere): “Siz de (haydi bir araya) toplanır mısınız?” denilmişti.

  • 26:40

    لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ

    Halk ise (şuursuz kalabalık psikolojisi ve hep kazanan ve güçlü olandan yana tavır sergilemesi nedeniyle): “Eğer üstün gelirlerse, her halde ve elbette (bu) sihirbazlara uyarız (ve Hz. Musa'nın peşini bırakırız)” diye (aralarında söyleşmişlerdi).

  • 26:41

    فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ

    Sihirbazlar ise, (toplanıp meydana) geldiklerinde Firavun’a (giderek): “Şayet biz üstün gelirsek, mutlaka bize (yakışır) bir ücret (ve mükâfat) vardır, değil mi (ey efendimiz)?” diyerek (dilenciliğin ve menfaat için zalimlere dil dökmeciliğin yaygın bir örneğini sergilemişlerdi).

  • 26:42

    قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذًا لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ

    (Firavun ise onlara:) “Evet, elbette ki o takdirde, (yanımda en gözde kimselerden ve her türlü makam ve imkâna erişenlerden) yakın çevremden olacağınızdan (hiç şüphe etmeyin)” cevabını vermişti.

  • 26:49

    قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

    (Bunu duyan Firavun kızgın ve hırçın şekilde: "Bana danışmadan ve) Benden izin almadan mı O’na iman ettiniz? (Hem O’na iman edecek ne var? O sadece büyücülükte sizden biraz daha ileri bir kişiden başkası değildir.) Kesinlikle o size sihri (büyüyü) öğreten büyüğünüz (yerinde) birisidir. (Haydi, bu kararınızdan vazgeçin, yoksa) Yakında (başınıza neler geleceğini görecek ve) bileceksiniz! (Şöyle ki:) Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi astırıp (en feci şekilde öldüreceğim)” diye (tehdit etmişti.) [Not: Bugünkü zalimler de Firavun’un iman eden sihirbazlarına yaptığı gibi, gerçeği konuşanları ve halkı uyaranları, işkence ile öldürmek, hapsetmek, sürgüne göndermek ve düzenin nimetlerinden mahrum etmek peşindelerdi.]

  • 26:53

    فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ

    Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar göndermiş (ve Hz. Musa’nın etkinliğini kırmaya ve halkı kontrolünde tutmaya yeltenmişti).

  • 26:54

    اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ

    (Firavun, Hz. Musa ve iman edenler için:) “Bunlar (sayı ve güç bakımından) çok az ve zayıf bir topluluktur.” (Yani bunlar çok azınlık olan bir taifedir, marjinal bir ekiptir.)

  • 26:55

    وَاِنَّهُمْ لَنَا لَغَٓائِظُونَۙ

    “Ve bunlar elbette bize karşı da büyük bir kin ve öfke beslemektedirler. (Bu yüzden Musa’ya uyanların hepsi fesatlık peşindedirler.)

  • 26:56

    وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ

    “Biz ise uyanık (üstün ve tedbirli) bir topluluk iken (bunlara boyun mu eğeceğiz?” diyerek halkı kışkırtmıştı.)

  • 26:57

    فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ

    Ama (buna rağmen sonunda) Biz onları (Firavun ve etbaını saltanat sürdükleri) bahçelerden ve pınarlardan (Musa’yı yakalamak telaşıyla) çıkardık.

  • 26:58

    وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ

    Ayrıca hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da (mahrum bıraktık).

  • 27:12

    وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ

    "Ve (ey Musa, ayrıca) elini koynuna sok ki (ardından) kusursuz olarak bembeyaz çıkıversin! (Bu) Firavun ve kavmine yönelik dokuz ayet (mucize) içinde(n biri)dir. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdir."

  • 28:3

    نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَاِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

    (Ey Nebim!) Mü'min olan bir kavim için, Hakk olmak (ölçü alınmak ve ders çıkarılmak) üzere; Musa ve Firavun'un (ibretli) haberinden (bir bölümünü) Sana okuyacağız. [Not: Cenab-ı Hakk: “Okuyacağız” diyerek, anlamak için dikkatle ve sürekli okumak gerektiğine işaret buyurmaktadır.]

  • 28:4

    اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْي۪ نِسَٓاءَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ

    Hakikaten Firavun, yeryüzünde (içinde bulunduğu ülkede) büyüklenmiş (insanları kendisine mecbur bırakıp rahat yönetmek ve karşı bir cephe oluşturmalarını önlemek için) oranın halkını da fırkalara ayırıp parçalamıştı. İçlerinden bir taifeyi zayıflatarak ezmek istiyor, (böylece güçten düşürmek üzere erkek) çocuklarını boğazlıyor ve kızlarını hayatta bırakıyordu. Çünkü gerçekten o, fesatçılar (Hakk düzeni bozanlar takımın)dandı.

  • 28:5

    وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ

    Biz ise yeryüzünde (her yerde ve her devirde) zayıf düşürülen kimselere (aciz ve çaresiz hale getirilip ezilen; inanç, itaat ve cihad ehline) lütufta bulunup (nimet ve faziletimizi tattırmak), onları (devlet, hükümet ve siyaset) önderleri kılmak istiyorduk; ki böylece (ülkelerindeki ve yeryüzündeki imkân ve iktidarlara onları) mirasçı yapmayı (amaçlamıştık).

  • 28:6

    وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ

    Ve (yine istiyoruz ki) onları (sebat ve sadakat ehli kullarımızı) kuvvet ve hâkimiyet sahibi olarak yeryüzünde (ve iktidar mevkiinde) yerleştirip (onurlandıralım, böylece) Firavun’a, Haman’a ve bunların ordularına (zalim hükümet ve hükümdarlara, hain bürokratlara ve bunların keyfi ve şahsi menfaati için halka baskı ve barbarlık yapan kiralık asker ve polis şefleri takımına en çok) korkup kaçındıkları (iktidarlarını kaybetmenin acısını onlara) gösterip başlarına getirelim. (Ezdikleri ve hıyanet ettikleri mü’min mücahitlerin zafere erdiklerini, kendi devlet ve düzenlerini ele geçirdiklerini görüp kahrolsunlar ki, böylece intikamımızı alıverelim.)

  • 28:8

    فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًاۜ اِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِـ۪ٔينَ

    Nihayet Firavun'un ailesi, (konakları önünden akan suda, içinde çocuk sesi duyulan sandığa rastlayınca) kendileri için (ileride) bir düşman ve üzüntü konusu olacağını (ve zulüm saltanatlarını yıkacağını bilmeksizin) onu sahipsiz görüp alarak (saraylarına götürmüşlerdi). Gerçekte Firavun, Haman ve askerleri bir gaflet ve yanılgı içindelerdi.

  • 28:9

    وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ ل۪ي وَلَكَۜ لَا تَقْتُلُوهُۗ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

    Firavun'un karısı dedi ki: (Bu çocuk) 'Benim için de, senin için de bir göz bebeği (ve evimizin şenliği olabilir); onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.' Oysa onlar (başlarına geleceklerin) farkında değillerdi.

  • 28:32

    اُسْلُكْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍۘ وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِنْ رَبِّكَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ

    (İkinci bir alâmet olmak üzere) “Şimdi elini koynuna sok, ki kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Ve (her türlü) dehşet ve tehlike durumunda (rakiplerini ürkütmek ve dizginlemek üzere) kanatlarını (kollarını) koltuklarının altına sok (ki bembeyaz olarak ve ışıklar saçarak çıkarasın). İşte bunlar, senin Rabbinden Firavun ve önde gelen adamlarına (yönelik) iki kesin-kanıt (mucize)dir. Gerçekten onlar, (küfür ve kötülüklere dalmış) fasıklardan olan bir kavimdir.”

  • 28:38

    وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَاُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ فَاَوْقِدْ ل۪ي يَا هَامَانُ عَلَى الطّ۪ينِ فَاجْعَلْ ل۪ي صَرْحًا لَعَلّ۪ٓي اَطَّلِعُ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰىۙ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ

    Firavun ise: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu (benim mülkümde, benim dışımda bir kanun koyucu bulunduğunu) bilmiyorum (ve kabul etmiyorum). Ey Haman, (özel fırınlarda) çamurun üstünde bir ateş yak da, bana (tuğladan) yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın İlahına çıkarım (da varsa O’na rastlarım, ama) gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum” diyerek (halkın kafasını karıştırmayı denemişti).

  • 28:39

    وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ

    O ve askerleri (Firavun ve yakın çevresi), yeryüzünde haksız yere büyüklenmişler ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini zannetmişlerdi.

  • 28:40

    فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ

    Bunun üzerine onu (Firavun) ve askerlerini tutup suya attık (boğup batırdık). Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak ki (derbeder olup gitmişlerdi).

  • 29:39

    وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ

    Karun'u, Firavun'u ve Haman'ı da (yıkıma uğrattık). Andolsun Musa onlara apaçık delillerle gelmişti, ancak onlar yeryüzünde büyüklenip (azgınlaşmıştı). Oysa onlar Bizi atlatamaz (takdirimizden kaçamaz)lardı (ve zaten azabımızdan kurtulamamışlardı).

  • 38:12

    كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْاَوْتَادِۙ

    Onlardan önce Nuh kavmi, Ad (kavmi) ve kazıklar (saltanat ve piramitler) sahibi Firavun da (İlahi uyarıları) yalanlamıştı.

  • 40:23

    وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

    Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; (Hakkı tebliğe görevli kıldık.)

  • 40:24

    اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ

    (Biz Musa’yı; siyasi ve askeri iktidar sahibi) Firavun'a, (dini ve idari bürokrasiye hâkim) Haman'a, ve (haram servet ve haksız sermaye birikimcisi) Karun'a (yollamış ve davetimizi ulaştırmıştık). Ama onlar: “(Bu) Yalan söyleyen bir büyücüdür" deyip (karşı çıkmışlardı).

  • 40:25

    فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ وَمَا كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ

    Böylece o (elçimiz), katımızdan kendilerine bir Hakk (Kitap) ile geldiği zaman, dediler ki: "Onunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın." (Böylece nesilleri kurutulup tehlike olmaktan çıksınlar!) Ancak kâfirlerin hileli düzenleri, sonunda mutlaka boşa çıkacaktır.

  • 40:26

    وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ

    Firavun: “Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim (diye ele geçireyim) de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarıversin (bakalım kendisini kurtarabilecek mi?) Çünkü ben, (onun) sizin dininizi (mevcut hayat sisteminizi) değiştirmesinden, ya da yeryüzünü (ülkemizi) fesada vermesinden korkuyorum” diyerek (halkı kışkırtıvermişti).

  • 40:27

    وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟

    Musa ise: "Kesinlikle ben, hesap gününe iman etmeyen her (zorba) mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım" demişti.

  • 40:28

    وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلًا اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاِنْ يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ

    Firavun’un aile çevresinden (olup), imanını gizleyen bir mü’min şöyle demişti: “Siz, benim Rabbim Allah’tır diyen bir adamı (haksız yere) öldürmeye mi kalkışıyorsunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Eğer o (peygamberlik ve dini rehberlik) iddiasında yalancı ise, bu yalanın (bize zararı yok, sonunda ortaya çıkacak) ve kendi aleyhine olacaktır. Ama eğer doğru söylüyorsa (o durumda, inkâr ve itiraz ettiğinizden dolayı) size va’ad ettiği (musibet ve mahcubiyetlerin) bir kısmı (bile) size dokunacak olsa (sonunda pişman ve perişan hale geleceksiniz). Şüphesiz Allah, ölçüyü taşırıp haddini aşan, çokça yalan konuşan kimseyi hidayete eriştirmeyecektir."

  • 40:29

    يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ

    (Ve şöyle devam etmişti:) "Ey kavmim, bugün mülk (ve fırsat) sizindir, yeryüzünde (gücünüz ve hükmünüz) açığa çıkmış (ve iktidar kazanmış) kimselersiniz. Fakat bize Allah'tan dayanılmaz bir azap gelecek olursa, kim bize yardımcı olabilir?" (Bu sözleri dinleyenlerin vicdanını etkilediğini gören ve panikleyen) Firavun: "Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşlerimi ve gözle görülen dünya gerçeğini) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum" diye (itiraz etmişti. Çünkü kâfirler sadece gözle görülenlere, mü’minler ise gaybe iman etmektedirler).

  • 40:30

    وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ

    (Firavun etbaından olup gizlice) İman eden (o adam) dedi ki: "Ey kavmim, ben o (geçmişte azıp sapıtmış olan) fırkaların (azap) gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkmaktayım (ve bu nedenle sizi uyarmaktayım)."

  • 40:31

    مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ

    "Nuh kavminin, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir günden sakının). Allah, kullar için zulüm istemez. (Siz Musa’nın İlahi davetine kulak asın.)"

  • 40:32

    وَيَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ

    "Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz felaket) gününden korkmaktayım."

  • 40:33

    يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

    "Arkanızı dönüp kaçacağınız gün ki; sizi Allah'(ın azabın)dan koruyacak (hiç kimse) olmayacaktır. Allah, (bile bile inkâr ve itiraz ettiğinden dolayı her) kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek de bulunmayacaktır."

  • 40:34

    وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ

    Andolsun Yusuf da, daha önce size apaçık deliller getirmişti. Onun size getirip (haber verdiklerin)den (dolayı) da kuşkulara kapılıp gitmiştiniz. Nihayet o ölünce (bu sefer) “Allah bundan sonra, asla hiçbir peygamber göndermez (bunun gibisi dünyaya gelmez)” demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden, şüpheci kimseleri böyle şaşırtıp (Hakk’tan çevirir).

  • 40:35

    اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ

    “Ki onlar, Allah'ın ayetleri (ve Kitabın açık hükümleri) konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın (kafa karıştırmak ve sorumluluktan kaçmak için tartışan ve) mücadele edip duran kimselerdir. (Bu) Allah katında da, iman edenler katında da büyük bir nefret ve öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürlemekte (ve hidayetini karartıvermekte)dir.”

  • 40:36

    وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحًا لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ

    Firavun (alayla ve gururla) dedi ki: "Ey Haman, bana yüksek bir kule bina et; belki (Musa’nın haber aldığı) o yollara ulaşıp çıkarım."

  • 40:37

    اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِبًاۜ وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟

    "Göklerin (sebep ve yükseliş) yollarına ki, böylelikle (belki) Musa'nın İlahına muttali olup (O’nunla ilgili bilgi ve bulguya rastlarım.) Ama doğrusu ben, onun yalancı olduğunu sanmaktayım." İşte Firavun'a, kötü ameli (ve hilesi) böyle çekici kılındı ve (Hakk) yoldan geri bırakıldı. Firavun'un bu hileli düzeni, yıkım ve kayba uğramaktan başka işe yaramadı.

  • 40:38

    وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ

    O (gizlice) iman eden (adam) dedi ki: "Ey kavmim, siz bana tâbi olun ki, ben sizi (aklıselim ve) sırât-ı müstakim (Sebil’er-Reşad) yoluna iletip-ulaştırayım."

  • 40:39

    يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ

    "Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma ve oyalanma)dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt orasıdır."

  • 40:40

    مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ

    “Kim bir kötülük (suç) işlerse, kendi mislinden (ve hak ettiğinden) başkasıyla cezalandırılmayacaktır. Erkek olsun, kadın olsun, kim de mü’min olarak (Hakka uyarlı ve halka yararlı) salih bir amelde bulunursa işte onlar, içinde hesapsız rızıklandırılmak üzere cennete sokulacaklardır.”

  • 40:41

    وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ

    "Ey kavmim, nedir bu haliniz? Size ne oluyor ki, ben sizi kurtuluşa (ve huzura) davet ederken, siz beni ateşe (ve felakete) çağırıyorsunuz."

  • 40:42

    تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ

    "Siz beni Allah'a (karşı) inkâr etmeye (nankörlüğe) ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah')a davet ediyorum."

  • 40:43

    لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ

    "İnkârı mümkün olmayan durum şudur ki; gerçekten sizin beni kendisine çağırmakta olduğunuz şeyin, (putperestliğin ve bâtıl sistemlerin) dünyada da, ahirette de çağrıda bulunma (ve şefaatçi-yardımcı olma yetkisi ve değeri) yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah'adır. Ölçüyü taşıranlar (israfa ve insafsızlığa kayanlar ise), onlar ateşin halkıdırlar" (diye sizi uyarıyorum.)

  • 40:44

    فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ

    (Ey insanlar!) Benim size söylemekte olduğum şeyleri (bu İlahi gerçekleri ve öğütleri) yakında hatırlayacak (ve anlayacak)sınız. (O günler gelmektedir.) Artık ben (her) işimi Allah’a havale ediyorum. O, kullarını çok iyi Görendir (ve her halimizi Bilendir).”

  • 40:45

    فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ

    Nihayet Allah; onu (mü’min kulunu), onların kurduğu tuzaklardan koruyup esirgemiş, Firavun’un yakın çevresini ve şebekesini ise, o kötü azapla kuşatıvermişti.

  • 40:46

    اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّاۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ

    İşte (kâfirler ve zalimler için) ateş (de hazırlanmıştır!) Onlar; (mahşere kadar kabirlerinde) sabah akşam, ona sunulacak (ateşe sokulacaklardır). Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise; "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (diye seslenilecektir.) [Not: Bu ayet, kabir azabını inkâr edenlere de bir cevap niteliğindedir.]

  • 43:46

    وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

    Andolsun Biz Musa'yı, Firavun'a ve onun 'önde gelen iktidar takımına’ ayetlerimizle yolladık. O da sadece: "Gerçekten ben, âlemlerin Rabbinin elçisiyim" deyip (Hakka çağırmıştı).

  • 43:47

    فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ

    Fakat (Musa) onlara ayetlerimizle (mucizelerimiz ve emirlerimizle) geldiği zaman, (ibret almak ve tâbi olmak yerine,) onlar bunlara (alay edip) gülüyorlardı.

  • 43:48

    وَمَا نُر۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ اِلَّا هِيَ اَكْبَرُ مِنْ اُخْتِهَاۘ وَاَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

    Onlara gösterdiğimiz her (uyarıcı) mucize diğerinden daha büyüktü; olur ki (ibret alıp) dönerler diye onları (azap üstüne) azapla yakalayıp (sıkıştırmıştık).

  • 43:49

    وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ اِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ

    Ve (nihayet) onlar (Hz. Musa’ya dönerek) dediler ki: "Ey büyücü, sende olan ahdi (sana verdiği sözü) adına bizim için Rabbine dua et; (ki bu belaları üstümüzden kaldırsın,) gerçekten biz (o takdirde) hidayete gelmiş olacağız."

  • 43:50

    فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ

    Fakat Biz onlardan azabı çekip-giderince hemen, onlar (yine) andlarını bozuyorlar, (sözlerinden cayıyorlardı.)

  • 43:51

    وَنَادٰى فِرْعَوْنُ ف۪ي قَوْمِه۪ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَيْسَ ل۪ي مُلْكُ مِصْرَ وَهٰذِهِ الْاَنْهَارُ تَجْر۪ي مِنْ تَحْت۪يۚ اَفَلَا تُبْصِرُونَۜ

    Firavun kendi kavmi içinde bağırıp dedi ki: “Ey kavmim, Mısır’ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler (Nil’in kolları ve kanalları) benim (hükmümde) değil mi? Hâlâ bunları görmeyecek (ve basiretli davranıp bana tâbi olmayacak mısınız?)

  • 43:52

    اَمْ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ مَه۪ينٌ وَلَا يَكَادُ يُب۪ينُ

    "Yoksa ben, şundan (Musa’dan) daha (üstün ve) hayırlı değil miyim ki; o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamaktan (rahat konuşmaktan aciz ve) yoksun olan (bir adam)dır."

  • 43:53

    فَلَوْلَٓا اُلْقِيَ عَلَيْهِ اَسْوِرَةٌ مِنْ ذَهَبٍ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ مُقْتَرِن۪ينَ

    "Bu durumda (eğer Musa doğruysa), üzerine (gökten) altından bilezikler atılmalı, ya da yakınında yer almış vaziyette onunla birlikte melekler gelip (dolaşmalı) değil miydi? (Şimdi bu zavallının peşine mi takılalım?)"

  • 43:54

    فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَاَطَاعُوهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ

    (Firavun) Böylece kendi kavmini küçümseyip hafife aldı (onları basit ve haysiyetsiz ayaktakımı kimseler saydı). Buna rağmen, yine onlar kendisine (hürmet ve) itaatini (artırdı). Gerçekten onlar fasık (duyarsız, davasız ve bayağı insanlardan oluşan) bir kavim olmuşlardı. (Çünkü Firavun kendilerini hakir gördükçe, ona daha çok yanaşmışlardı.)

  • 43:55

    فَلَمَّٓا اٰسَفُونَا انْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

    Sonunda (Firavun) Bizi gazaplandırınca, Biz de onlardan intikam aldık, böylece onları toplu olarak suda boğduk (ve batırdık).

  • 43:72

    وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ٓي اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

    "İşte, (dünyada iman, itaat ve cihadla) yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur" (diye müjdelerle karşılanacaklardır).

  • 44:17

    وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَٓاءَهُمْ رَسُولٌ كَر۪يمٌۙ

    Andolsun Biz kendilerinden önce, Firavun’un kavmini de deneyip imtihandan geçirdik. Onlara üstün meziyetli kerim bir elçi (Hz. Musa) gelmişti;

  • 44:18

    اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ

    "Allah’ın kullarını (İsrailoğullarını) bana teslim edin; gerçekten ben, sizin için güvenilir bir peygamberim" diye (davet etmişti).

  • 44:19

    وَاَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللّٰهِۚ اِنّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۚ

    "Allah'a karşı (gururlanıp) ululuk taslamayın; şüphesiz Ben size apaçık bir delil ve sağlam bir sistem getiriyorum" (diye uyarmıştı).

  • 44:20

    وَاِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ اَنْ تَرْجُمُونِۘ

    "Ve doğrusu ben, sizin beni taşa tutmanızdan; benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan (Allah)a sığındım."

  • 44:21

    وَاِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي فَاعْتَزِلُونِ

    (Hz. Musa devamla:) “Eğer bana inanmıyorsanız (yalancı ve menfaatçi bir istismarcı sanıyorsanız) bu durumda benden kopup ayrılın!” (Çünkü ben davamı ve Hakkı haykırmayı asla bırakmayacağım!)

  • 44:22

    فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ

    (Hz. Musa) Sonunda Rabbine: "Gerçekten bunlar, suçlu-günahkâr bir kavimdirler." (Bunları Sana havale ediyorum) diye dua edip (yalvarmıştı.)

  • 44:23

    فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلًا اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَۙ

    (Allah da:) "Öyleyse, (sana tâbi olan) kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir (Mısır’dan ayrılıp gidin, ama tedbirli hareket edin), çünkü muhakkak (düşmanlarınızca) takip edileceksiniz" (diyerek duasını kabul buyurmuşlardı.)

  • 44:24

    وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْوًاۜ اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ

    (Siz geçtikten sonra) "Denizi (ikiye yarılıp arasında yol açılmış vaziyette) durgun ve açık bırakıp terk et, çünkü (Firavun ve ekibi) suda boğulacak bir ordudur" (ve artık felaket günleri gelmiştir).

  • 44:25

    كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ

    (Firavun ve adamları boğulup gidince, arkalarında) Onlar nice bahçeler-bağlar ve pınarları terk etmişlerdi;

  • 44:26

    وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ

    (Nice) Ekinli alanları, güzel konakları (olduğu gibi bırakıvermişlerdi),

  • 44:27

    وَنَعْمَةٍ كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَۙ

    Ve içlerinde 'sevinç, mutluluk (ve gaflet) içinde' yaşadıkları nimetler (hepsi ellerinden gitmişti).

  • 44:28

    كَذٰلِكَ۠ وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا اٰخَر۪ينَ

    İşte böyle; Biz bütün bunları, (iman ve itaat ehli olan) başka bir kavme miras olarak vermiştik.

  • 44:29

    فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَر۪ينَ۟

    (Firavun ve adamları öyle zalimdi ki) Onlar için ne gök, ne yer ağlamadı (herkes helak edilmelerine sevindi) ve onlar(ın azabı da) ertelenmedi.

  • 44:30

    وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ

    Andolsun, Biz (Musa’ya uyan) İsrailoğullarını ise o alçaltıcı azaptan (böylece) kurtarıvermiştik.

  • 44:31

    مِنْ فِرْعَوْنَۜ اِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ

    (Onları) Firavun'dan (ve zulüm ortaklarından azad eylemiştik). Çünkü o, ölçüyü taşıran bir mütekebbirdi.

  • 50:12

    كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَاَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُۙ

    Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud (kavmi) de (elçilerini) yalanlamışlardı.

  • 51:39

    فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

    Fakat o, 'bütün enaniyetiyle (siyasi yetkisine ve askeri gücüne güvenip)' yüz çevirmişti ve: "(Bu Musa) Ya bir büyücü veya bir delidir" demişti.

  • 51:40

    فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ

    Bunun üzerine, Biz onu ve ordularını yakalayıp denize atıp boğuverdik; ki o (Firavun) 'kınanacak (ve insanı kahra uğratacak) işler yapıyordu' (ve boğulacağını anlayınca da boşuna pişmanlık duyuyordu).

  • 54:54

    اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍۙ

    Hiç şüphesiz (imtihanı kazanan) müttakiler ise, cennetlerde ve (kutlu meclisler halinde) nehir (çevresin)de (sonsuz mutluluğa ulaşmışlardır).

  • 54:55

    ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ

    (Her şeye ve hakkıyla) Muktedir bir Melik olan (âlemlerin tek sahibi ve gerçek yöneticisi Allah’ın) katında-huzurunda, doğruluk makamında (onur ve mutluluk koltuklarında ve sadıklar meclisinde oturacak)lardır.

  • 69:9

    وَجَٓاءَ فِرْعَوْنُ وَمَنْ قَبْلَهُ وَالْمُؤْتَفِكَاتُ بِالْخَاطِئَةِۚ

    Firavun (kavmi), ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler (halkı da hep) o hata ile (dünyada sürekli kalıverecekleri ve hiç hesaba çekilmeyecekleri düşüncesiyle tarih sahnesine) gelmiş (ve gitmişler)di.

  • 73:15

    اِنَّٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْكُمْ رَسُولًا شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ رَسُولًاۜ

    Şüphesiz size (Kur’an’ı açıklayacak), üzerinize şahit olacak bir elçi gönderdik; Firavun'a da (benzeri) bir elçi gönderdiğimiz gibi (hiçbir kavmi uyarıcısız bırakmadık).

  • 73:16

    فَعَصٰى فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَاَخَذْنَاهُ اَخْذًا وَب۪يلًا

    Fakat Firavun elçiye isyan etti, Biz de onu pek vahim bir tarzda (azapla) yakaladık.

  • 79:17

    اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ

    Firavun’a git; çünkü o, (tek kişilik keyfi yönetim tarzıyla) tağutlaşıp iyice azgınlaşıverdi.

  • 79:25

    فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ

    Bu yüzden Allah onu, ahiret ve dünya azabıyla yakalamış (ve zulüm saltanatını yıkmış)tır.

  • 85:18

    فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ

    (Hani şu) Firavun ve Semud (ordularının, ki nasıl bir akıbete uğramışlardı? Ve kâfirler-zalimler bugün de hezimetten kurtulamayacaklardır.)

  • 89:10

    وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ

    Ve kazıklar (ehramlar) sahibi Firavun'a? (Allah bu zalimlere neler yapmış, zulüm saltanatlarını nasıl yıkmıştı?)