Ahkaf Suresi

Nüzul Yeri Mekke. 35 ayettir.

  • بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

    Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

  • 46:1

    حٰمٓ

    Ha, Mim.

  • 46:2

    تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

    (Bu kutlu) Kitab’ın (Kur’an’ın) indirilmesi, Çok Üstün ve Güçlü, Gerçek Hüküm ve Hikmet sahibi Allah'tandır.

  • 46:3

    مَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَمَّٓا اُنْذِرُوا مُعْرِضُونَ

    Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunan her şeyi, ancak Hakk ile (imtihan gayesiyle ve ölçüyle) ve belli bir ecel-süre (geçici olmak üzere ve imtihan kastı) ile yarattık. İnkâr edenler (anladıkları halde) uyarıldıkları şeylerden yüz çevirip (uzak kaçmaktadırlar.) [Yani küfür, yapılan tebliğ ve uyarıyı bile bile inkâr ettikten sonra oluşmaktadır.]

  • 46:4

    قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

    De ki: "Gördünüz mü? (Fikrinizi söyleyin;) Allah'tan başka taptıklarınız, yeryüzünde (insan, hayvan ve nebat cinsinden) neyi yaratmışlardır, hele Bana gösterin? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı vardır? Eğer doğru söylüyorsanız, bundan önce bir kitap ya da bir ilim kalıntısı (veya bir eser) varsa, Bana getirin (bakalım)."

  • 46:5

    وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ

    Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine asla icabet etmeyecek (hiçbir çağrısına yanıt vermeyecek) şeylere tapandan daha sapkın ve şaşkın kim vardır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından bile habersiz (durumdadır).

  • 46:6

    وَاِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ

    İnsanlar (ahirette hesaba çekilmek üzere) haşrolunduğu (bir araya getirildiği) zaman, (Allah'tan başka taptıkları) onlara düşman olacaklar ve (kendilerine) ibadet etmelerini de (inkâr edip onları) tanımayacaklardır.

  • 46:7

    وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ

    Onlara açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu zaman, o inkâr edenler; kendilerine gelmiş olan Hakk (Din ve davet) için, “Bu, apaçık bir büyüdür" diyorlardı.

  • 46:8

    اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ كَفٰى بِه۪ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

    Yoksa “Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer Ben (bunları) uydurdumsa, bu durumda siz; Allah’tan Bana (gelecek) hiçbir şeye (belaya ve cezaya engel ve) malik olamazsınız. (Ama) Sizin Kendisi (Rabbiniz ve Kur’an-ı Kerim) hakkında ne taşkınlıklar yaptığınızı, O daha iyi Bilendir. (Artık) Benimle sizin aranızda şahit (ve hâkim) olarak O (Allah) yeterlidir. O çok Bağışlayandır, Esirgeyip Koruyandır.”

  • 46:9

    قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ

    De ki: "Ben elçilerden biri (rolüyle kendiliğimden ortaya çıkmış) türedi (asılsız iddialar sahibi olan ve peygamberlik icadına kalkışan bir kişi) değilim, Bana ve size (Allah tarafından) ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, sadece Bana vahyedilmekte olana uyuyorum ve Ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim (artık karar size kalmıştır)."

  • 46:10

    قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْبَرْتُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟

    De ki: "Görüşünüz nedir? (Söyleyin;) Eğer (bu Kur'an) Allah katından ise, siz de Onu inkâr etmişseniz ve İsrailoğullarından bir şahit (âkil ve âlim bir kişi de) bunun bir benzerine (Tevrat’a dayanarak) şahitlik edip iman etmişse ve siz de büyüklük taslayarak (kibirlenip yüz çevirmişseniz; hiç düşündünüz mü, bunun sonucu ne olacaktır)? Şüphesiz Allah, zalim olan bir kavmi hidayete ulaştırmayacaktır.”

  • 46:11

    وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْرًا مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ فَسَيَقُولُونَ هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ

    İnkâr edenler, iman edenler için diyorlar ki: "Eğer O (Kur'an veya iman) hayırlı bir şey olsaydı, Ona bizden önce (bu sıradan insanlar) koşup-ulaşamazlardı." Oysa onlar, Onunla hidayete eremediklerinden: "Bu eski bir yalandır" deyip durmaktadırlar.

  • 46:12

    وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَامًا وَرَحْمَةًۜ وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَانًا عَرَبِيًّا لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ

    Bundan önce de, bir rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa'nın kitabı (Tevrat’ın aslı) vardır. Bu (Kur'an) da, zulmedenleri uyarmak, iyilik ve ihsanda bulunanlara bir müjde olmak üzere, (kendinden önceki İlahi mesajları) doğrulayıcı ve lisanı Arapça olan bir Kitaptır.

  • 46:13

    اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ

    Şüphesiz; "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra istikamet sahibi olarak (dürüst ve) dosdoğru yaşayanlar (var ya), onlar için (ne dünyada ne de ahirette) asla korku (ve keder) yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.

  • 46:14

    اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

    İşte onlar, cennet halkıdır; yaptıklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedi olarak kalacaklardır.

  • 46:15

    وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ اِحْسَانًاۜ حَمَلَتْهُ اُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًاۜ وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلٰثُونَ شَهْرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَبَلَغَ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۙ قَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَصْلِحْ ل۪ي ف۪ي ذُرِّيَّت۪يۚ اِنّ۪ي تُبْتُ اِلَيْكَ وَاِنّ۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

    Biz insana, ‘anne ve babasına’ iyilikle ve güzelce davranmasını (önemle ve özellikle emir ve) tavsiye ettik. Çünkü annesi onu (aylarca nice) zahmetlere katlanarak (karnında) taşıdı ve onu çok ağır zorluk ve sıkıntıyla doğuruverdi. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi de (toplam) otuz ay etmektedir. Nihayet (o çocuk) güçlü (olgunluk) çağına erip (yaşı) kırk yıla ulaşınca, (inançlı ve vicdanlı biriyse) der ki: “Rabbim, bana ve ana-babama verdiğin nimetine şükürde bulunmamı ve Senin razı olacağın salih amel(ler) yapmamı bana ilham et; benim için soyumda (evlat ve torunlarım arasında) da salahı (her konuda hayırlı ve yararlı işler yapmamı) verip (neslimde iyilik ve istikameti devam ettir). Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve şüphesiz ben Müslümanlardanım.”

  • 46:16

    اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجَاوَزُ عَنْ سَيِّـَٔاتِهِمْ ف۪ٓي اَصْحَابِ الْجَنَّةِۜ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ

    İşte bunlar; yaptıklarının en güzelini (ve en güzel biçimde) kabul ettiğimiz ve kötülüklerinden vazgeçtiğimiz; cennet ehli içindeki kimselerdir. (Elbette bu,) Onlara va’ad olunan doğru bir va’addir. (Yakında gerçekleşmiş olacaktır.)

  • 46:17

    وَالَّذ۪ي قَالَ لِوَالِدَيْهِ اُفٍّ لَكُمَٓا اَتَعِدَانِن۪ٓي اَنْ اُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتِ الْقُرُونُ مِنْ قَبْل۪ي وَهُمَا يَسْتَغ۪يثَانِ اللّٰهَ وَيْلَكَ اٰمِنْۗ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّۚ فَيَقُولُ مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ

    O (nasipsiz) kimse ki, (mü’min) anne ve babasına: "Öf size, benden önce nice nesiller gelip geçmişken (ve hiçbiri geri gelmemişken), beni (diriltilip mahşere) çıkarılacağımla mı tehdit ediyorsunuz?" diyerek (inkâra ve isyana kalkışmaktadır). O ikisi (anne ve babası) ise Allah'a sığınarak: "Yazıklar olsun sana, iman et, şüphesiz Allah'ın va'adi Hakk’tır" (diye uyarsalar da) o: "Bu, geçmişlerin masallarından başkası değildir" deyip (azgınlaşmaktadır).

  • 46:18

    اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۜ اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ

    İşte bunlar (inkârcı vicdansızlar), cinnlerden ve insanlardan kendilerinden evvel gelip-geçmiş ümmetler içinde (azap) sözü üzerlerine hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar, (ebediyen) ziyana uğrayanlardır.

  • 46:19

    وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۚ وَلِيُوَفِّيَهُمْ اَعْمَالَهُمْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

    Herkesin yaptıkları işlere (amellerine ve gayretlerine) göre dereceleri vardır. Onlara, yaptıklarının karşılığı tastamam verilecek ve (hiçbir insan) asla haksızlığa uğratılmayacaktır.

  • 46:20

    وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ ف۪ي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَاۚ فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ۟

    İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün (onlara şöyle denir:) “Siz dünya hayatınızda bütün güzelliklerinizi (ve zevklerinizi) tüketip-yok ettiniz, onlarla (Allah'ın verdiği nimet ve imkânlarla) gönlünüzce yaşayıp-zevkini sürüverdiniz (ahiret için hiçbir hazırlık ve yatırım yapmadınız). İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.”

  • 46:21

    وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

    (Onlara) Ad'ın kardeşini (Hz. Hud’u) hatırlat ki; onun önünden ve ardından nice uyarıcılar gelip geçmişti; hani o, Ahkaf'taki (Yemen civarında çöl bölgelerindeki kumlu tepelerin bulunduğu diyardaki) kavmini: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, gerçekten ben, sizin için (dehşeti) büyük bir günün azabından korkarım" diye uyarmıştı.

  • 46:22

    قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

    (Onlar ise:) "Sen bizi ilahlarımızdan çevirmek (alışageldiğimiz hayat tarzımızı değiştirmek) için mi bize geldin? Şu halde eğer doğru söylüyorsan, tehdit ettiğin şeyi bize getir (de görelim) diye (karşı çıkmışlardı)."

  • 46:23

    قَالَ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ وَاُبَلِّغُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ

    (Hz. Hud: Onunla ilgili) "İlim ancak Allah katındadır. (Felaket ve kıyamet bilgisi Allah’ın yanındadır.) Ben sadece size gönderildiğim şeyi (imani ve ahlâki gerçekleri) tebliğ ediyorum; ancak sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum" demiş (ve o azgın kavminden uzaklaşmıştı).

  • 46:24

    فَلَمَّا رَاَوْهُ عَارِضًا مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَاۜ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ۜ ر۪يحٌ ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ

    Derken, onu (azabı ve yıkımı) kendi vadilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde gördükleri zaman, (işte herhalde) "Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur" demişlerdi. (Ve boşuna sevinmişlerdi. Zaferi ve izzeti; İslami cihadda değil, zalim güçlere yaranmakta arayanların boş umutları ve kuruntuları, rahmet zannedilen musibet bulutları gibidir.) Hayır o, kendisi için acele ettiğiniz (felaket olayıdır. Bu öyle) bir rüzgârdır ki (zafer ve bereket sanıldığı halde;) onda acı bir azap (ve yıkım) vardır. (Ve sizi kum fırtınasıyla boğacaktır!)

  • 46:25

    تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ

    O, Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden (bir âfattır). Böylece (o korkunç kasırga yüzünden) meskenlerinden başka, hiçbir şey(leri) görünemez duruma düşmüş (ve perperişan olmuşlardı). İşte Biz, suçlu-günahkâr bir kavmi böyle cezalandırırız.

  • 46:26

    وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَاَبْصَارًا وَاَفْـِٔدَةًۘ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

    Andolsun Biz onları, sizlere sağlamadığımız (hususi ve görkemli) mekânlarda (size vermediğimiz güç ve iktidar imkânlarıyla) yerleşik kılmıştık. (Ayrıca) Onlara (dönemlerinin standartları üstünde özel yöntem ve sistemlerle uzaklardan) işitme, görme (araçları) ve gönüller (zihni kapasiteler yardımcı) kılmıştık (bir çeşit uydu, radar ve istihbarat imkânları bağışlamıştık). Ancak ne işitme, ne görme (araçları) ve ne gönülleri (zihni yeteneklerinin) kendilerine (itiraz ve isyanları yüzünden gelen musibetleri önlemekte) herhangi bir yararı olmamıştı. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini (emirlerini ve hükümlerini) inkâr ediyorlardı. (Sonunda) Alay konusu edindikleri şey, onları sarıp-kuşatmıştı (ve Allah’ın kahrından kurtulamamışlardı).

  • 46:27

    وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا مَا حَوْلَكُمْ مِنَ الْقُرٰى وَصَرَّفْنَا الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

    Andolsun, Biz çevrenizde bulunan (ülke ve) şehirlerden (birçoğunu) yıkıma uğratmışız ve belki (inkâr ve inattan) dönerler diye (daha önce) ayetleri çeşitli şekillerde açıklamaktayız.

  • 46:28

    فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ قُرْبَانًا اٰلِهَةًۜ بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْۚ وَذٰلِكَ اِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

    Bu durumda, Allah'ı bırakıp yakınlık (sağlamak) için edindikleri ilahlar, (sahte hocalar, şefaatçiler) onlara yardım etselerdi ya. Bilakis, onlar kendilerinden kaybolup gittiler. (Zaten) Bu (sahte ilahlar ve onlara yükledikleri sıfatlar, sadece) onların yalanları ve uydurduklarıdır.

  • 46:29

    وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ

    Hani Biz, o vakit (ey Nebim, taşlandığın Taif tebliğinden dönerken) cinnlerden birkaçını, Kur'an dinlemek üzere Sana yöneltip yollamıştık. Böylece Onun huzuruna geldikleri zaman (birbirlerine): "Kulak verin (önemli ve hakikatli şeyler anlatıyor)" demişler; sonra (bu dinleme faslı) bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak dönmüş (ve gördüklerini anlatmışlardı).

  • 46:30

    قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ

    (Onlara) Dediler ki: "Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa'dan sonra indirilmiş olan, kendinden öncekileri de doğrulayan bir Kitap dinledik; (Bu Kur’an) Hakka ve doğru olan yola yöneltip (ufkumuzu aydınlatmaktadır)."

  • 46:31

    يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ

    "Ey kavmimiz, (sizi) Allah'a davet edene icabet edin ve O’na iman edin; ki, günahlarınızdan (dilediği kadarını) bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun (ve kurtarsın)."

  • 46:32

    وَمَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

    "(Şunu bilin ki) Kim Allah'a (ve İslami kurallara) davet edene icabet etmezse, artık o yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir ve onun O'ndan (elçilerin Allah’tan) başka velileri yoktur. İşte onlar, (Allah’ın çağrısına ve uyarılarına aldırmayanlar) apaçık bir sapkınlık içindedirler" (diye uyarmışlardı).

  • 46:33

    اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ بَلٰٓى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Onlar görmüyorlar (ve akletmiyorlar) mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları (her an yeniden) yaratmaktan yorulmayan (Allah’ın, elbette) ölüleri de diriltmeye güç yetireceğini (düşünüp anlasınlar.) Oysa gerçekten O, her şeye Kâdir olandır.

  • 46:34

    وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

    İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara:) “Nasıl, bu (cehennem) gerçek değil miymiş?” diye (sorulacak); onlar ise; "Rabbimize andolsun, evet (öyleymiş)" diye (yanıtlayacaklardır. Allah da:) "Öyleyse inkâr ettiklerinizden dolayı azabı tadın!" buyuracaktır.

  • 46:35

    فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ

    (Ey Nebim!) O halde, Ulü'l-Azim (azim sahibi, kararlılık ve dayanıklılık ehli) peygamberler gibi Sen de sabret. (Zalimler ve hainler hakkında) Onlarla ilgili (kararım konusunda) acele etme! Onlara va’ad edilen azabı (yakında) gördükleri gün, sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar (çok az bir zaman kalmış) gibi olacaklar (başlarına gelen beladan ve kötü sondan dolayı yaşadıkları saltanat dönemleri kendileri için zillete ve nedamete dönüşmüş bulunacak)dır. Bu bir tebliğ (ve hatırlatma)dır. Artık fasık olan (günahlara dalıp Hakk yoldan sapıtan) kimselerden başkası helake uğratılır mı?