Sebe' Suresi

Nüzul Yeri Mekke. 54 ayettir.

  • بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

    Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

  • 34:1

    اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ

    (Bu dünyada) Hamd (her türlü övgü ve teşekkür), göklerde ve yerde olanların tümü Kendisine ait olan Allah'a mahsustur. Ahirette (sonsuzluk yurdunda) da hamd (her türlü şükür ve övgü) O'nundur... O, (tüm mahlûkata ve kâinata hakkıyla) Hakîm olandır ve (her şeyden ayrıntılarıyla) Haberdardır.

  • 34:2

    يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ

    (Allah) Yerin içine gireni, ondan çıkanı (bütün tohumları ve yeşeren tomurcukları); gökten ineni ve oraya çıkanı (melekleri, çeşitli enerji boylarındaki ruhanileri ve nuranileri, hassas dengeleri, edilen dua ve dilekleri, hepsini tek tek) bilir. O, Esirgeyendir, Bağışlayandır.

  • 34:3

    وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙ

    İnkâr edenler dediler ki: "Kıyamet saati (asla) bize gelmez (ve bu dünya hayatı ve fırsatları bizden sonraki neslimizde de sonsuza kadar devam eder.)" De ki: "Hayır, gaybı (görünmeyen varlıkları ve olmuş ve ileride olacak bütün olayları ayrıntılarıyla) bilen Rabbime andolsun ki, o (kıyamet ve ahiret) muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız hepsi, kesinlikle apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (İlahi bilgi merkezlerinde kayıtlıdır.)

  • 34:4

    لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ

    (Çünkü Allah) İman edip salih amellerde bulunanları ödüllendirecek (diye her şeyi kayıt altına almaktadır). İşte mağfiret (bağışlanma) ve üstün değerli rızık(la sonsuz yaşama kavuşma) onlarındır.

  • 34:5

    وَالَّذ۪ينَ سَعَوْ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌۗ

    (Hâşâ, Allah’ı) Aciz bırakmak için ayetlerimiz hakkında (hükümlerimizi geçersiz kılmak hususunda, şeytanca) çaba harcayanlar var ya; işte onlar için ise (en) iğrenç olanından acı (ve devamlı) bir azap vardır.

  • 34:6

    وَيَرَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ وَيَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ

    Kendilerine ilim verilen (ve gereğince amel eden iman ve istikamet ehli) kimselere gelince; Rabbinden Sana indirilenin, Hakkın ta kendisi olduğu gerçeğini ve (Kur’an’ın) Üstün, Güçlü, Övülmeye layık olan (Allah)ın yoluna yöneltip-ilettiğini (anlayıp feraset ve basiretle) görmekte (ve ona göre davranmaktadırlar).

  • 34:7

    وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ اِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۙ اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚ

    İnkâr eden (kâfir)ler ise (mü’minlerin kafasını karıştırmak niyetiyle): "Siz (öldükten sonra) darmadağın olarak parçalanıp ufalandığınızda, gerçekten hepinizin yeni bir yaratılışla (tekrar topraktan çıkarılacağınızı) haber veren (şaşırmış) bir adamı (Hz. Muhammed Aleyhisselam’ı) size gösterelim (ve Ona götürelim) mi?" diyerek (Peygamberle alay etmeye kalkışmışlardır.)

  • 34:8

    اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ

    (Halbuki O Peygamber, hâşâ) "Allah'a karşı yalan mı düzüp uyduruyor, yoksa kendisinde bir delilik mi bulunuyor?" (Ki böyle asılsız iddialar ortaya atılmaktadır.) Hayır, ahirete inanmayanlar, (akli ve kalbi bir) azap içinde ve uzak bir sapkınlık ve şaşkınlık (üzerinde kıvranıp durmaktadırlar).

  • 34:9

    اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟

    Onlar, (son sistem teknolojik aletlerle) gökten ve yerden (tabiat ve kâinat düzenine bakıp da) önlerinde ve arkalarında olanı (uzaydaki ve dünyadaki bu harika yaratılışı hâlâ) görmüyorlar mı? Eğer Biz dilersek, onları yerin dibine geçirir, ya da gökten üzerlerine parçalar çökertiriz (de mahvolup giderler). Hiç şüphesiz, bunda (dünya ve kâinat nizamında) 'gönülden (Allah'a) yönelen' her kul için nice ayet ve ibretler vardır.

  • 34:10

    وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلًاۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ

    Andolsun, Biz Davud'a tarafımızdan bir fazilet (üstün nimet ve inayet) verdik. "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin (ve tüm gizli hazine ve madenlerinizi hizmetine serin" dedik). Ve kuşlara da (aynısını emrettik). Ve ona (ayrıca) demiri yumuşatıp (emriyle istediği gibi büküp şekillendirdik).

  • 34:11

    اَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

    "(Ey Davud!) Geniş zırhlar imal et; (onları) düzenli bir biçime sok (ölçülü şekilde üret) ve hepiniz böyle salih (hayırlı ve yararlı) ameller işleyin. Gerçekten Ben, sizin yaptıklarınızı Görenim" (diye vahyettik).

  • 34:12

    وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌۚ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِۜ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۜ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ اَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّع۪يرِ

    Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgâra (boyun eğdirdik. Saatte yaklaşık 800 km hızla yol alan, kendisini ve askerlerini taşıyan yelkenli ahşap gemi benzeri bir hava aracı mucizesini ona verdik); erimiş bakır madenini de ona sel gibi akıtıp (katran ve maden kaynaklarından istediği gibi istifade ettirdik). Onun eli altında Rabbinin izniyle (çetin ve çeşitli) işler gören bir kısım cinnler de vardı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından (lazer cinsi yakıcı ışın tuzağından) tattırırdık.

  • 34:13

    يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَٓاءُ مِنْ مَحَار۪يبَ وَتَمَاث۪يلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍۜ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْرًاۜ وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ

    Onlar (cinn ustalar) ona (Süleyman’a) dilediği şekilde meharib (mihrablar, içinde düşmanlardan korunulacak ve Allah’a ibadet olunacak kaleler ve saraylar), heykeller (mermerden ve madenlerden oyuncaklar, hayvanlar ve süs eşyaları), havuz şeklinde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi, artık şükrederek çalışın!” Zira kullarımdan şükredenler (nimet ve fırsatlarımın gereğini yerine getirenler) pek azdır (diye uyarmıştık).

  • 34:14

    فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ

    Vaktâki onun ölümüne karar verdiğimiz zaman, (vefat ettiği halde, asasına dayalı olarak günlerce ayakta tutulan Hz. Süleyman’ın) ölümünü onlara (cinn takımına, ancak) asasını yemekte olan bir ağaç kurdu fark ettirmişti. (Hz. Süleyman’ın dayandığı değnek kırılıp yere düşünceye kadar, cinnler onun öldüğünü anlamamışlardı.) Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinnler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılayıcı bir azap içinde kalıp (bu utancı yaşayıp) durmazlardı.

  • 34:15

    لَقَدْ كَانَ لِسَبَاٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ

    Andolsun, Sebe’ (halkı)nın oturduğu yerlerde de nice ayetler (ve medeniyetlerine ait işaretler) vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. (İstifadenize sunulan) Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz vardır).”

  • 34:16

    فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ

    Ancak onlar (şükürden ve itaatten) yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara (büyük su bendini-barajını yıkıp) Arim selini gönderdik. Ve onların (o güzelim) ikili bahçelerini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki harap bahçeye dönüştürüp (nimetlerimizi ellerinden aldık).

  • 34:17

    ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ

    Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız?

  • 34:18

    وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّامًا اٰمِن۪ينَ

    Onlara; kendileriyle, içlerinde bereketler kıldığımız memleketler arasında (biri diğerinden) görünebilen şehirler (veya; merkezi meydanların etrafında, binaları sırt sırta vermiş yerleşim birimleri) var kılmıştık ve orada (karada ve denizde) yürüme (ve ulaşım imkânlarını) sağlamıştık; "Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın" (diye bu muhteşem düzen ve dengeyi hazırlamıştık).

  • 34:19

    فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ

    Onlar ise: “Rabbimiz, seferlerimizin arasını aç (şehirlerimiz birbirine çok yakındır, bunları uzaklaştır)” diyerek (nankörlüğe başladılar) ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Böylece Biz de onları (ibretlik felaket ve) efsaneler(e konu olan bir halk) kıldık ve onları darmadağın edip ortadan kaldırdık. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır.

  • 34:20

    وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقًا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

    Andolsun İblis, kendileri hakkındaki (bunların küfre ve nankörlüğe kayacakları yolundaki) zannını doğrulayıp gerçekleştirmiş oldu; böylelikle (o kavimden) iman eden bir grup dışında, hepsi ona uymuşlar (ve Hakk’tan sapmışlar)dı. [Not: Şeytana, Rahmani değer ve duyguların karşıtı ve insanların, özellikle inananların açık düşmanı şeklinde negatif bir “şer gücü” olarak fırsat tanınmıştır.]

  • 34:21

    وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟

    Oysa onun (şeytanın), kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı gücü (sultası) yoktu; ancak Biz ahirete (hesap vermeye ve işlediklerinin karşılığını görmeye) yakinen iman edenlerle, ondan (ölüm ötesinden) şüphe içinde olanları bilip belirlemek (ve birbirinden ayırt etmek) üzere (şeytana bu imkânı verdik). Senin Rabbin, her şeyin üzerinde Gözetici-Koruyucudur.

  • 34:22

    قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ

    (Ey Resulüm!) De ki: "Allah'ın dışında (tanrı diye) öne sürdüklerinizi çağırın (da bakın); onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile (hiçbir şeye sahip ve) malik olmadığını (görüp anlayın); onların (sahte ma’budların) bu ikisinde (yerdeki ve göklerdeki düzende) hiçbir ortaklığı (ve yaratılışta katkıları) olmadığı gibi, O’nun (Samed olup hiç kimsenin yardımına ihtiyaç duymayan Allah’ın da) bunlardan hiçbir (yardımcısı ve) arka çıkanı da yoktur.”

  • 34:23

    وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ

    (Allah O’dur ki) O'nun katında (Kendi) izin verdiğinin dışında (hiç kimsenin bir başkasına) şefaati yarar sağlamayacaktır. (Mahşer günü) Nihayet kalplerinden korku (ve panik havası) giderilince (günahkâr kimseler, şefaat ehline:) "Rabbiniz ne buyurdu?" diye (soracaklardır. Onlar ise), "Hakk olanı söyledi (başka ne bekliyordunuz ki)" diye (yanıtlayacaklardır.) “O, çok Yücedir, çok Büyüktür”, diyeceklerdir.

  • 34:24

    قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

    (Kâfirlere sorup) De ki: "Sizi göklerden ve yerden rızıklandıran kimdir?" (Ve yine kendin cevap verip) De ki: "(Elbette) Allah’tır, (o halde) gerçekten doğru yolda olan veya apaçık bir sapkınlıkta (bulunan), ya biziz veya sizlersiniz!" (Yani biz mü’minler ve siz münkirler olarak aynı değiliz.)

  • 34:25

    قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ

    De ki: "Siz, bizim işlemiş bulunduğumuz suçtan sorulacak değilsiniz ve biz de sizin yapmakta olduklarınızdan sorulacak değiliz."

  • 34:26

    قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّۜ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُ

    De ki: “Rabbimiz (hesap günü mutlaka) bizi bir araya toplayacak, sonra da Hakk ile aramızı ayıracaktır (veya sadıklara fetih ve zafer kapılarını açacaktır). O (Hakk ile Bâtıl’ın, sadıklarla sahtekârların arasını ayıran ve galibiyet yollarını) açandır (Fettâh’tır) ve (her şeyin mahiyetini ve herkesin niyet ve gayretini hakkıyla) Bilen (gerçek Alîm olan)dır.”

  • 34:27

    قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

    De ki: “O'na (kulluk ederken) eklemekte olduğunuz ortakları (tağutlaştırdığınız evliya, ulema ve umera (iktidar) takımını) bana gösterin de bir bakalım... (Onları tartıp karşılaştıralım…) Kesinlikle hayır ve hâşâ! (Onlar Allah’a asla ortak olamazlar;) Bilakis, O Güçlü ve Üstün olan, Hüküm ve Hikmet sahibi olan Allah'tır.”

  • 34:28

    وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

    Biz Seni bütün insanlığa (dünyada hürriyet ve adalet şartlarını; ahiret hazırlığında ise cennet ve ebedi saadet yollarını gösterici) ve müjdeleyici, (ayrıca) uyarıp inzar (ve irşad) edici (küfür ve kötülüklerden ve onların acı neticelerinden ikaz ve ıslah edici) olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu (bu gerçekleri) bilmeyen (cahil ve gafil takımıdır.)

  • 34:29

    وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

    Onlar (kâfirler mü’minlere): "Eğer doğru sözlü iseniz, bu va'ad (ettiğiniz azap) ne zamanmış?" diye (sorup durmakta ve kendi akıllarınca Kur’ani haber ve yorumları alaya almaktadırlar).

  • 34:30

    قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟

    De ki: "Sizin için belirlenmiş (ve gelmesi kesinleşmiş) bir gün vardır ki, ondan ne bir an ertelenebilirsiniz, ne de (bir an) öne alınabilirsiniz (ama her gelecek yakındır).”

  • 34:31

    وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ

    (Gerçekten) İnkâr eden ve küfre giren kimseler (şunlardır ki) onlar şöyle derler: “(İşimize gelmediği ve sıkıntıya sevk ettiği için) Biz (kesinlikle ve hiçbir şekilde) bu Kur’an’a da, ondan önce gelen kitaplara da inanmayacağız. (Çünkü biz gerçeği değil, keyfimizi ve dünyamıza gerekeni aramaktayız.” Bu şeytani inatları ve bozuk fıtratları yüzünden akılları yattığı halde, bile bile Kur’an’ın adalet hükümlerini ve ahlâki prensiplerini inkâr ve itiraz eden) Zalimleri, Sen Rableri huzurunda (yaptıklarının hesabını vermek üzere) tutuklanmış vaziyette (iken) eğer bir görsen (ki o zalimler: a- İmkân ve iktidarlarıyla kibirlenip büyüklük taslayan yönetici tabakası, b- Ezilen, sömürülen ve sindirilerek zayıf ve çaresiz bırakılan, ama gaflet ve cehaletle yine de zalim yöneticilerin peşine takılan halk tabakası olarak iki kısımdır.) Bunlar birbirlerini (suçlayıp) karşılıklı söz döndürüp laf dalaşı yaparak; müstaz’af zalimler, müstekbir zalimlere derler ki; “Eğer siz (başımızda) olmasaydınız (iktidar konumunda iken adil ve ahlâki esaslara göre davransaydınız,) herhalde bizler de (Hakka inanan ve hayra uyan) mü’min kimseler olacaktık. (Hain güçlerden ve şeytani çevrelerden de destek alarak; faiz ve sömürüye dayanan ekonomik sisteminizle… Ahlâki ve manevi değerlerden yoksun eğitim düzeninizle… Baskıcı ve barbar yönetim ve yöntemlerinizle bizleri yoldan çıkardınız. Ey Rabbimiz, asıl suçlu ve sorumlu olan bu gaddar ve hilekâr idarecilerimizdir!” deyip kurtulmaya çalışacaklardır.)

  • 34:32

    قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُٓوا اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَٓاءَكُمْ بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِم۪ينَ

    (Bunun üzerine büyüklük taslayan) Müstekbir (ve mücrim yöneticiler), müstaz’af (zayıf sayılan halk kesimine dönerek) şöyle diyecekler: “Size hidayet (rehberi Kur’an ve hakikat önderi Peygamber) geldikten (Hakka ve hayra davet edildikten) sonra, biz mi sizi ondan (İslam’ın adalet nizamından zorla) çevirip alıkoyduk? Hayır! (Fikirlerimizin ve fiillerimizin bâtıl ve bozuk olduğunu bile bile, hidayet yolunu değil, bizi tercih edip seçtiniz, sevdiniz ve desteklediniz...) Aslında siz mücrim (suçlu ve hain) kimselerdiniz!..”

  • 34:33

    وَقَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ اِذْ تَأْمُرُونَنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَادًاۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۜ وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ ف۪ٓي اَعْنَاقِ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

    (Bu sefer zayıf bırakılan ve baskı altında tutulan) Müstaz’af (halk kesimi, imkân ve iktidar sahibi olan kibirli ve yetkili) müstekbirlere (dönüp) diyecekler ki: “Hayır! Sizler gece-gündüz (basın-yayın, televizyon ve internet yoluyla, kanun ve karakol zoruyla) hileli (ve tehlikeli) düzenler kurup, bizim Allah’ı (Kitabını ve bazı kanunlarını terk ve) inkâr etmemizi, (haksızlık ve ahlâksızlığa yönelmemizi ve hatta, düşünce ve davranışlarımızı yozlaştırıp ve sizleri putlaştırıp) O’na eş ve denk (kimseler) kılmamızı emrediyor (devlet ve hükümet gücüyle bizi sapkınlığa sürüklüyor)dunuz!.. (Evet, zulüm ve zorbalığa karşı çıkan şuurlu ve onurlu bir Müslüman olmamızı istemiyordunuz.” diyeceklerdir. İşte bu müstekbir yöneticiler ve müstaz’af halk kesimleri ortak oldukları zulüm ve günahlarının karşılığı olarak girecekleri cehennem) Azabını gördüklerinde; pişmanlık (ve perişanlık)larını içlerine atarlar. (Sonsuz ve kahredici bir nedamet ve hasret içinde kıvranıp dururlar.) Biz de inkâr (ve isyan eden zalimlerin ve onları seçip seven hainlerin) boyunlarına halkalar geçirip (cehenneme sokarız. Böylece dünyadaki küfür ve kötülüklerinin, haksızlık ve ahlâksızlığı desteklemelerinin karşılığı olarak hak ettikleri cezaya çarptırırız. İşte bu İlahi adaletin gereğidir.) Yoksa onlar (dünyada) yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? (Hayır, herkes akıbetini ve ahiretini kendi eliyle hazırlamakta, küfre ve zulme taraf olanlar cehennemi, İslamiyet ve istikamete tâbi olanlar ise cenneti elde etmektedir.)

  • 34:34

    وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ

    Biz hangi ülkeye korkutup uyarıcı (bir elçi) gönderdiysek, mutlaka oranın “refah içinde şımaran önde gelenleri”: "Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri (İlahi hüküm ve haberleri) inkâr edip tanımıyoruz" demişlerdir.

  • 34:35

    وَقَالُوا نَحْنُ اَكْثَرُ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًاۙ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ

    (Üstelik onlar:) “Hem biz mal ve evlatlar (servet ve sayı) bakımından (sizden) daha çoğuz (ve etkiniz. Hiç kimse ve hiçbir şekilde bizim kurulu düzenimizi değiştiremeyecektir.) Asla azaba uğratılacak da değiliz” diyerek (sapıtıvermişlerdir).

  • 34:36

    قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟

    (Ey Resulüm!) De ki: "Şüphesiz Benim Rabbim rızkı dilediğine genişletip-yayar ve (istediğinde de) kısıp daraltır. Ancak insanların çoğu (gerçekleri ve başlarına gelecekleri) bilmeyen (cahil kesimidir)."

  • 34:37

    وَمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ بِالَّت۪ي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰٓى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۘ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَزَٓاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَ

    (Ey kullarım!) Katımızda, sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar (mutlu ve kutlu insanlardır ki); onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükâfat vardır ve onlar (cennetlerin) yüksek köşklerinde güven içindedirler.

  • 34:38

    وَالَّذ۪ينَ يَسْعَوْنَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ

    Ayetlerimizi (ve bazı hükümlerimizi) etkisiz bırakmak (artık bunlar gereksiz deyip geçersiz kılmak) için çaba harcayanlar var ya; işte onlar da azabın içine (atılmaya) hazır hale getirilmişlerdir.

  • 34:39

    قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ

    De ki: "Şüphesiz Benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletip-yayar (lütfuyla zengin kılar) ve (dilediği kullarının da rızkını) kısıp daraltır. (Hatta zengin iken fakir bırakır.) Artık siz her neyi infak ederseniz, O (Allah), yerine bir başkasını (daha hayırlısını ve fazlasını) verir; O, rızık verenlerin en Hayırlısıdır." (Her iyiliğin karşılığı mutlaka verilecektir.)

  • 34:40

    وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ

    (İşte) O gün, (Allah) onların hepsini bir arada toplayıp (haşredecek), sonra meleklere (veya Meliklere=zalim yöneticilere) diyecek ki: "Size tapanlar bunlar mıydı?"

  • 34:41

    قَالُوا سُبْحَانَكَ اَنْتَ وَلِيُّنَا مِنْ دُونِهِمْۚ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّۚ اَكْثَرُهُمْ بِهِمْ مُؤْمِنُونَ

    (Melekler veya Melikler ise) Derler ki: "Hâşâ, Sen Yücesin! Bizim Velimiz (yöneticimiz ve sahibimiz) Sensin, onlar değil. Hayır, onlar (tuzağına kapıldıkları şeytani) cinnlere tapıyorlardı ve çoğu onların (yalanlarına) inanmışlardı." [Not: Cinnlerin, içine girip konuştukları bu putlara tapan veya şeytani kuruntularını Allah’ın özel ilhamı sanan bazı sahtekârlara körü körüne bağlanan insanlardı.]

  • 34:42

    فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعًا وَلَا ضَرًّاۜ وَنَقُولُ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ

    (Ey kâfir ve gafil insanlar!) Artık bugün, bir kısmınızın bir kısmınıza yarar sağlamaya veya zarar ulaştırmaya gücü yetmez (durumdadır.) Biz de o zulmedenlere deriz ki: "(Dünyada iken inkâr edip) Yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın (bakalım.)"

  • 34:43

    وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا رَجُلٌ يُر۪يدُ اَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬كُمْۚ وَقَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌ مُفْتَرًىۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

    (Çünkü) Onlara, apaçık olan ayetlerimiz okunduğunda: "Bu (Peygamber), sizi babalarınızın taptıkları (ilahlar)dan (ve onların yolundan) alıkoymak (ve yeni-adil bir düzen kurmak) isteyen bir adamdan başkası değildir" deyip (Ona karşı çıkmışlardı). Ve yine: "Bu (Kur’an), düzülüp uydurulmuş bir yalan (iftira)dan başka bir şey de değildir" diyerek (elçileri engellemeye kalkışmışlardı). O küfre (ve nankörlüğe) yönelen kimseler ise; kendilerine geldiği zaman, Hakk (Kur’an ve Resulüllah) için: "Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir" diyerek (sapıtmışlardı).

  • 34:44

    وَمَٓا اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِنْ نَذ۪يرٍۜ

    Oysa Biz onlara (Hakk’tan sapıtanlara) okuyup ders alacakları (ve doğruyu bulacakları başka) kitaplar vermemiştik ve kendilerine Senden önce bir uyarıcı da göndermemiştik. (O halde kâfirler ve münafık kimseler bu cesareti nereden almaktalardı?)

  • 34:45

    وَكَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۙ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَٓا اٰتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُل۪ي۠ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟

    Kendilerinden öncekiler de (böyle) yalanlamıştı. Oysa bunlar, (kudret ve medeniyet bakımından) öbürlerine (evvelki ümmetlere) verdiklerimizin onda birine bile ulaşamamışlardı. Buna rağmen (şımararak) elçilerimi yalanladılar; ama (bak bu) inkârın (ve kötülük planları kurmanın sonu) nasıl oldu! (Tarihe bakanlar anlayacaktır.)

  • 34:46

    قُلْ اِنَّمَٓا اَعِظُكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ

    De ki: "Size bir tek öğüt verip (teklifte bulunuyorum). Şöyle ki: Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam etmeniz (kalkıp evinize gitmeniz, kendi durumunuzu değerlendirmeniz), sonra da (akıl ve vicdanla) düşünmeniz (lazımdır. O zaman hak vereceksiniz ki) Sizin Sahibiniz (ve yakinen tanıdık kimseniz olan Peygamber)de hiçbir delilik (alâmeti) bulunmamaktadır. O sizi sadece, şiddetli bir azabın öncesinde uyarandır."

  • 34:47

    قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ

    (Ey Resulüm!) De ki: "Ben sizden (bu davetime karşılık hiç)bir ücret (beklemiyorum, eğer) istemişsem (ve öyle zannedilmişsem) de artık o sizin olsun (istemiyorum.) Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O, her şeye şahit olandır."

  • 34:48

    قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَقْذِفُ بِالْحَقِّۚ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

    De ki: "Şüphesiz Benim Rabbim Hakkı (ortaya) koyar. (İmanı mü’minlerin kalbine sokar, sonra bâtılın tepesine atıp onu parçalar.) O, gaybleri Bilendir. (Tüm gizlilikleri, görünmezleri, özel ve sinsi proje ve şifreleri, geçmişi ve geleceği en küçük ayrıntılarına kadar bilen yalnız Allah’tır. O, zalimlerin ve hainlerin hesaplarını; önce fikir planında, sonra iktidar alanında boşa çıkaracaktır.)

  • 34:49

    قُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُع۪يدُ

    De ki: "(Artık) Hakk gelmiştir; Bâtıl ise (bundan böyle) ne (yeni ve gerçekçi bir şey) ortaya çıkarabilir, ne (eski düzeni ve dönemi) geri getirebilir. (Hakkın yegâne kaynağı Kur’an’dır ve İslam hükümran olacaktır.)"

  • 34:50

    قُلْ اِنْ ضَلَلْتُ فَاِنَّمَٓا اَضِلُّ عَلٰى نَفْس۪يۚ وَاِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوح۪ٓي اِلَيَّ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ قَر۪يبٌ

    De ki: "Eğer Ben yanılıp şaşıracak olsam, ancak kendi nefsim aleyhine sapmış olurum ve eğer hidayeti bulmuşsam, bu da Rabbimin Bana vahyetmekte olduğu (Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, (her şeyi) İşitip duyandır, (kullarına) Yakın olandır."

  • 34:51

    وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ

    (Hakkın bâtıla galip geldiği Mehdiyet ve medeniyet devriminde ve nihayet kıyametin gerçekleştiği günde) Eğer o vakit Sen onların (nasıl) korkuya ve telaşa kapıldıklarını bir görsen (hepsi şaşkın ve perişan olacaklardır). Artık hiçbir kaçış (imkânı) yoktur ve (cehenneme) yakın bir yerden yakalanmış (ve çaresiz bırakılmış)lardır.

  • 34:52

    وَقَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ۚ وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍۚ

    (Bu durumda mecburen) "Biz O’na (Allah’a ve Kur’an’ına) iman ettik" derler; ancak onlara böyle uzak bir yerden (ve çok geç kalınmış bir halde hidayete) el uzatmaları (ve iman nimetine kavuşmaları artık) nerede (ve nasıl mümkün olacaktır? Çünkü son pişmanlık faydasızdır.)

  • 34:53

    وَقَدْ كَفَرُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۚ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ

    Oysa daha önce Onu (Kur’an’ı ve Resulüllah’ı) kesinlikle inkâr ediyorlardı; ve onlar uzak bir yerden (asılsız ihtimallerle tahmin yürütüyor) gayba (görünmeyen karanlıklara taş) atıp duruyorlardı (ve İslam’a dil uzatıyorlardı).

  • 34:54

    وَح۪يلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ

    (Şimdi) Artık kendileriyle aşırı arzuladıkları (huzurlu ve sonsuz bir hayata ulaşmak gibi) şeyler arasına bir perde-engel çekilmiştir; daha önce benzerlerine yapıldığı gibi (reddedilip cehenneme sürüklenmişlerdir.) Çünkü onlar, (inkârcılar ve münafıklar, dünyada) kuşku verici bir tereddüt içinde bulunup bocalıyorlardı. (Görünüşte inanıyor, gerçekte Hakkın hâkimiyetine ve ahirete şüphe ile bakıyorlardı.)