Enbiyâ Suresi

Nüzul Yeri Mekke. 112 ayettir.

  • بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

    Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

  • 17. Cüz

  • 21:1

    اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ

    İnsanların hesap (sorgulanma zaman)ları yaklaştı. Ama onlar hâlâ gaflet içinde (Hakk’tan) yüz çevirmektedirler.

  • 21:2

    مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ

    Rablerinden kendilerine her yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, (onlar maalesef) bunu ancak oyun ve eğlenme konusu yaparak dinlemektedirler.

  • 21:3

    لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ

    Onların kalpleri (Hakk’tan ve sorumluluktan) ilgisizdir, (gözleri dünyalık) oyalanma ve eğlencededir. Zulmedenler kendi aralarında, gizlice (şöyle) fısıldaşıvermektedirler: “Bu (elçi) benzeriniz olan (sizin gibi) bir beşer değil mi? Öyleyse, göz göre göre (aldanarak) büyüye mi (kapılıp) gideceksiniz?”

  • 21:4

    قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

    (Peygamber) Dedi ki: “Benim Rabbim, gökte ve yerde söylenen her sözü bilir; O, İşitendir, Bilendir.”

  • 21:5

    بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ

    Fakat onlar: “(Hayır bunlar) Karmakarışık düşlerdir (kurgulanmış hayallerdir); belki, Onu (Kur’an’ı) kendisi uyduruvermiştir; veya O bir şairdir; (eğer böyle değilse,) o halde önceki (kavimlere ve peygamber)lere gönderildiği gibi, bize de (haydi) bir ayet (mucize) getirsin (de görelim)!” demişlerdi.

  • 21:6

    مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ

    (Oysa) Kendilerinden evvel yıkıma uğrattığımız hiçbir ülke (halkı gördüğü mucize ile) iman etmemişti (tam aksine, yine küfürde inat edip diretmişlerdi); şimdi bunlar mı iman edeceklerdi?

  • 21:7

    وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

    Biz Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında (meleklerden, cinnlerden ve dişilerden) elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o halde zikir ehline (ilim ve irfan sahiplerine ve kendini Allah’a adamış kimselere) sorun (ve öğrenin).

  • 21:8

    وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ

    Biz onları (peygamber yaptıklarımızı), yemek yemez bedenler kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi.

  • 21:9

    ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ

    Sonra onlara verdiğimiz söze sadık kaldık, böylece onları ve dilediklerimizi kurtardık da ölçüsüz davrananları helak edip yıkıma uğratıverdik.

  • 21:10

    لَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَابًا ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟

    Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin (ihtiyaç duyduğunuz temel bilgilerin) içinde bulunduğu bir Kitap (Kur’an) indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Bu ne gaflettir!)

  • 21:11

    وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا اٰخَر۪ينَ

    Biz, zulmeden ülkelerden nicesini kırıp geçirdik (intikam aldık) ve bunun ardından bir başka kavmi (ve düzeni) inşa edip meydana getirdik (onlara fırsat tanıdık).

  • 21:12

    فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ

    Onlar Bizim zorlu azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp kaçıp kurtulmaya (çalışmışlardı).

  • 21:13

    لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ

    (Onlar:) "Uzaklaşıp-kaçmayın, (tepinip durmayın!) içinde şımarıp azdığınız refaha ve yurtlarınıza dönün; çünkü (sonunda) sorguya çekileceksiniz" (diye uyarılmışlardı).

  • 21:14

    قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ

    (Onların bazısı kendi aralarında:) "Yazıklar olsun bize, gerçekten biz zalimlerdenmişiz" diyerek (pişman olmaya başlamışlardı).

  • 21:15

    فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يدًا خَامِد۪ينَ

    Onların bu yakınmaları, Biz onları biçilmiş ekin (tarlasına) ve sönmüş ocak durumuna getirinceye kadar son bulmamıştı.

  • 21:16

    وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ

    Biz, gökleri ve yeri ve bunlar arasında bulunan (nurani ve maddi bütün) şeyleri, oyun ve eğlence için (boş yere) yaratmadık.

  • 21:17

    لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ

    Eğer Biz eğlence edinmek isteseydik, Kendi katımızdan edinirdik. Eğer (eğlence istemiş) olsaydık böyle yapardık (ama Biz, boş ve nahoş şeylerle uğraşmayız.)

  • 21:18

    بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ

    Hayır, aksine; doğrusu Biz Hakkı Bâtılın tepesine fırlatırız, O da onun beynini parçalayarak mahvedip bitirir. (Ardından) Bir de bakarsın ki, o (bâtıl ve barbar rejimler, zalimler ve işbirlikçiler yıkılıp) yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı; “sözünde durmaz, süper güçlerle başa çıkamaz” gibi zanlardan ve) nitelendirdiğiniz yakışıksız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size! [Not: Beyni parçalanan ve fikriyatı boşa çıkarılan bâtıl ve barbar sistemin, geri kalan görkemli gövdesinin çökmesi ve çözülmesi artık kolay ve kaçınılmaz olacaktır.]

  • 21:19

    وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ

    (Çünkü) Göklerde ve yerde kim (ve ne) varsa (hepsi ve her şey) O'nundur. O'nun yanında (katında-huzurunda) olanlar, O'na ibadet etmekte kibirlenip büyüklüğe kapılmazlar ve (bu hizmet ve gayretten asla usanıp) yorgunluk ve yılgınlık duymazlar. (Hepsi huzurla ve şuurla Allah’a ibadet ve hizmet üzerindedirler.)

  • 21:20

    يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ

    Gece ve gündüz tesbih ederler, asla yorulup ara vermezler. (Onlar için ibadet tabii ve süreklidir.) Kesinlikle fütur (usanç ve üşengenlik) göstermemektedirler.

  • 21:21

    اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ

    Yoksa onlar (müşrikler ve münafıklar), yerden birtakım ilahlar edindiler de, onlar mı (ölüleri) dirilteceklerdir?

  • 21:22

    لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

    Eğer her ikisinde (göklerde ve yerde) Allah’tan başka ilahlar olsaydı; (hâkimiyet çekişmesine gireceklerinden) ikisi de fesada uğrayarak (çoktan bozulup giderlerdi). Arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırmalarından Yücedir.

  • 21:23

    لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ

    O (Allah), yaptığından (dolayı asla) mesul tutulamaz (ve hesap sorulamaz)!.. Oysa onlar (bütün kullar) ise sorguya çekileceklerdir.

  • 21:24

    اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ

    Yoksa O'ndan başka (birtakım uydurma ve bâtıl) ilahlar mı edindiler? De ki: “(Haydi, varsa) Kesin-kanıt (burhan)ınızı getirin (de görelim). İşte Benimle birlikte olanların (Müslümanların) Zikri (Kur’an’ı) ve Benden öncekilerin de zikri (bozulmuş kitapları ortadadır; karşılaştırıp doğrusunu anlayıverin!)” Hayır, onların çoğu (gerçeği) bilmez (cahildir)ler, bundan dolayı yüz çevirmektedirler.

  • 21:25

    وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ

    (Ey Nebim!) Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona: “Kesinlikle Benden (Rabbinizden) başka ilah yoktur; yalnız Bana ibadet edin” diye vahyetmiş olmayalım.

  • 21:26

    وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ

    (Müşrikler) "Rahman (olan Allah) çocuk edindi" diyerek (küfre sapmışlardır). O (Allah, bu yakıştırmadan) Yücedir. Hayır, onlar (melekler ve Hz. İsa gibi nebiler sadece) ikrama layık görülmüş (mükerrem ve muhterem kılınmış) kullardır.

  • 21:27

    لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ

    Onlar sözle (bile olsa) O'nun (Allah’ın) önüne geçmekten (sakınmaktadırlar) ve onlar (bütün işlerini) O'nun emriyle (ve Allah’ın emrettiği şekil ve ölçüde) yapıp durmaktadırlar.

  • 21:28

    يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ

    O (Allah), önlerindekini ve arkalarındakini (geçmişlerini ve geleceklerini) bilir; onlar (melekler ve ruhaniler, nebiler ve şehitler, kendisinden) hoşnut olunandan (ve Allah’ın müsaade buyurduğundan) başkasına şefaatte bulunamazlar. Ve onlar, O'nun (haşmet ve) haşyetinden (Allah’ın ululuk ve korkusundan) içleri titremekte olanlardır.

  • 21:29

    وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟

    (Kendisine elçilik görevi verilenlerden) Onlardan her kim: "Gerçekten ben de, O'nun dışında (Allah’tan başka) bir ilahım" diyecek olsa, bu durumda Biz onu (kahrımızla yakalarız ve) cehennemle cezalandırırız. İşte Biz zalimleri (böyle kuşatıp) hak ettiği karşılığa uğratırız.

  • 21:30

    اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ

    O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişik iken, Biz onları (sonradan) ayırdık ve (Dünya'yı yaşama müsait kılıp) her canlı şeyi sudan yarattık. (Bilimin en son verileri de bu doğrultudadır.) Yine de onlar hâlâ inanmayacaklar mı? [Not: Şu anda bile insan bedeninin %70’i, yani 80 kg’lık bir kimsenin 56 kg’ı sudan ibarettir. Kanımız da sudan müteşekkildir. Tüm hayvan çeşitlerinin, bitkilerin, sebze ve meyvelerin de önemli kısmı sudan meydana gelir. Yani hayat suyun sayesinde devam etmektedir.]

  • 21:31

    وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

    Yeryüzünde onları sarsmasın (süratle dönen Dünya’nın dengesi bozulmasın) diye, sabit dağlar yarattık ve doğruluk (ve kolaylıkla hedeflerine) gidebilsinler diye (karada, denizde ve havada) geniş yollar açtık.

  • 21:32

    وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًاۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ

    Biz gökyüzünü (Atmosferi de, Uzay’dan Dünya’ya gelen zararlı ışınlara ve gök taşlarına karşı) koruyucu bir tavan yaptık. O (inkârcılar ise) hâlâ bu ayet ve alâmetlerden yüz çeviriyorlar.

  • 21:33

    وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

    Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur; her biri kendi yörüngesinde yüzüp gidiyor. (Hiçbir sapma ve çarpışma yaşanmıyor, ama insanlar düşünüp ibret almıyorlar.)

  • 21:34

    وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ

    (Ey Resulüm!) Senden önce hiçbir beşere ebedilik vermedik; şimdi Sen ölürsen onlar (dünyada) sonsuz mu kalacaklar?

  • 21:35

    كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

    Mutlaka her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz (sonunda) Bize döndürüleceksiniz (ve her türlü niyet ve gayretinizden hesaba çekileceksiniz. Sonunda mü’minler cennete, kâfirler ise cehenneme koyulacaklar).

  • 21:36

    وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُوًاۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ

    (Ey Resulüm!) İnkâr edenler Seni gördüklerinde, Seni ancak alay konusu ediniyorlar (ve yandaşlarına bakıp): "Sizin ilahlarınızı (putlarınızı ve tağutlarınızı) diline dolayan (ve zulüm saltanatının yıkılacağını konuşan) bu mu?" (diyorlar.) Oysa Rahman (olan Allah)ın sözünü (Kitabını) inkâr edenler kendileridir. (Bu ne küstahlıktır?)

  • 21:37

    خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ

    İnsan aceleci (bir tabiatla) yaratılmıştır. (Oysa Cenab-ı Hakk:) “Size ayetlerimi (ve va’ad ettiklerimi mutlaka) göstereceğim. Benden acele istemeyin” (diye ikaz buyurmaktadır).

  • 21:38

    وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

    (İnkârcılar ve münafıklar) "Eğer doğruyu söylüyor iseniz, bu vaid (edilen günün ortaya çıkması ve azabı) ne zamandır?" diyorlar (kendi akıllarınca dalga geçiyorlardı).

  • 21:39

    لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

    (Keşke) O inkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi uzaklaştıramayacakları ve hiç(bir şekilde) yardım alamayacakları zamanı (ve çok çetin ortamı) eğer bir bilselerdi! (Böyle davranmayacaklardı.)

  • 21:40

    بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

    Hayır, doğrusu (o azap) onlara apansız gelecek de, böylece onları şaşkına çevirecektir; öyle ki artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek ve ne de onlara süre tanınacaktır.

  • 21:41

    وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

    Andolsun, Senden önceki elçilerle de alay edildi, fakat içlerinden (elçiler ve davetçilerle) o dalga geçenleri, alaya aldıkları o (azap) sarıp-kuşatmıştı.

  • 21:42

    قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ

    (Ey Resulüm!) De ki: "Gece ve gündüz sizi Rahman (olan Allah)tan (gelecek belalardan) kim koruyabilir?" Hayır, bilakis onlar Rablerini zikirden (ve Kur’an-ı Kerim’den) yüz çevirenler (onun mana ve mealine önem vermeyenler)dir.

  • 21:43

    اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ

    Yoksa Bize karşı kendilerini, (gazabımızı) engelleyerek koruyabilecek ilahları mı var? (Ki böyle sorumsuz hareket edilmektedir. Halbuki) Onların (putlarının ve tabulaştırılmış şahısların) kendi nefislerine bile yardıma güçleri yetmemektedir ve onlar Bizden (hiçbir yardım ve) yakınlık da görmeyeceklerdir.

  • 21:44

    بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ

    Evet, Biz onları ve atalarını (dünya nimetleriyle) yararlandırdık; öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Fakat şimdi, Bizim gerçekten Arz’a (yerküreye) gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? Şu halde, üstün (galip) gelenler onlar mı? (İleride her şeyi öğrenip bileceklerdir. Son bilimsel çalışmalar, Dünya’nın kütlesinde ve kutup bölgelerinde bir azalma yaşandığını tespit etmişlerdir.)

  • 21:45

    قُلْ اِنَّمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ

    (Ey Nebim, müşriklere) De ki: “Ben sizi ancak (Allah’ın Bana) vahy(ettikleri) ile uyarıp-korkutuyorum. Ama sağır olanlar, korkutulup uyarıldıkları zaman da, bu çağrıya kulak vermemektedirler-işitmemektedirler.”

  • 21:46

    وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ

    Andolsun, onlara Rabbinin azabından 'ufacık bir esinti' (bir kasırga yeli bile) dokunacak olsa kesinlikle; "Eyvahlar bize, gerçekten bizler zulme sapanlarmışız" diyecekler (ve dövünecekler)dir.

  • 21:47

    وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـًٔاۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ

    Biz ise, kıyamet gününe ait (çok hassas ve sağlam duyarlı) adalet terazileri ortaya koyacağız da, artık hiçbir nefis hiçbir şeyle (ve hiçbir şekilde) haksızlığa uğratılmayacaktır. (Küçücük) Bir hardal tanesi bile olsa onu (teraziye) getirip (tartacağız). Hesap görücüler olarak Biz yeteriz.

  • 21:48

    وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْرًا لِلْمُتَّق۪ينَۙ

    Andolsun, Biz Musa'ya ve Harun'a, takva sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt (zikir) olarak, (Hakk ile Bâtıl’ı birbirinden ayıran) Furkan’ı (Tevrat’ın aslını) verdik.

  • 21:49

    اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ

    Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir haşyet (korku ve hürmet) içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden “içleri (saygıyla ve kaygıyla) titremekte olan” kimselerdir.

  • 21:50

    وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟

    Bu (Kur’an) da Bizim Ona (Hz. Muhammed Aleyhisselam'a) indirdiğimiz mübarek bir Zikir’dir. (Devamlı hatırlanması ve uyulması gereken İlahi prensiplerdir.) Şu halde onu inkâr edecek (artık gereksiz ve geçersiz gösterecek) siz misiniz?

  • 21:51

    وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ

    Andolsun, bundan önce İbrahim'e de rüşdünü (nübüvvet yetkisini) vermiştik ve Biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.

  • 21:52

    اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ

    (İbrahim) Hani babasına ve kavmine demişti ki: “Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? (Kendi elinizle yontup yaptığınız cansız ve akılsız putlara tapınmak ne büyük cehalettir!)

  • 21:53

    قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ

    (Onlar ise:) “Biz atalarımızı (öteden beri) bunlara tapıyor bulduk (biz de geleneklere uyup öyle yapıyoruz, sen işimize karışma)” demişlerdi.

  • 21:54

    قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

    (Hz. İbrahim) Dedi ki: “Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapkınlık içindesiniz.”

  • 21:55

    قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ

    (Müşrikler de ona) “Sen bize (daha) haklı (ve hayırlı bir şey) mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayıp (dalga mı geçmektesin)?” diye (çıkışıvermişlerdi).

  • 21:56

    قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ

    (İbrahim) “Evet!” dedi. “Doğrusu sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları Kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim.”

  • 21:57

    وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ

    (Ve içinden şöyle geçirdi:) “Andolsun Allah’a ki, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak tertipleyeceğim.” (Putlara tapan ve bu cansız heykellerden medet uman kavminin sapkınlığını ve akılsızlığını onlara göstermek üzere Hz. İbrahim, yaptıkları putlarına bir keyd/hile ve oyun düzenlemişti.)

  • 21:58

    فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا اِلَّا كَب۪يرًا لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ

    Ardından o (Hz. İbrahim), sadece büyükleri hariç olmak üzere onları (bütün putlarını balyozla) paramparça etti; (kendisine yönlendirmek ve cehaletlerini göstermek üzere) belki müracaat edip ona başvururlar diye (büyüklerine ilişmedi).

  • 21:59

    قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ

    (Müşrikler gelip bu durumu görünce) “Bunu tanrılarımıza kim ve nasıl yaptı? Mutlaka o bize zulüm (ve hakaret) edenlerden birisidir” diye (kuduruvermişlerdi.)

  • 21:60

    قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ

    (İçlerinden birileri) “Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik (herhalde onun işidir)” demişlerdi.

  • 21:61

    قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ

    (Hiddetlenip) Dediler ki: “Öyleyse, onu (İbrahim’i tutup) insanların gözü önüne getirin ki, ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahit olup görsünler.”

  • 21:62

    قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ

    (Sonunda onu bulup getirdiler ve) Dediler ki: “Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?”

  • 21:63

    قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ

    (İbrahim) “Hayır” dedi. (Büyük putu göstererek) “Belki bu yapmıştır, (baksanıza) bu onların en kalıplısı; eğer konuşabiliyorsa ona sorun (yanıtlasın).”

  • 21:64

    فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ

    (Hz. İbrahim, cansız ve kendilerini korumaktan bile aciz putlara tapınmanın ahmaklık olduğunu hatırlatınca) Bunun üzerine (kavmi) kendi vicdanlarına (nefislerinin ön yargısız manevi tartılarına) başvurdular da; “Gerçek şu ki, zalim olanlar (asıl) sizlersiniz (bizleriz)” diyerek (kafaları dank etmeye başlamıştı).

  • 21:65

    ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ

    Sonra, yine tepeleri üstüne (eski bâtıl inanç ve iddialarına) geri döndüler (ve dediler ki): “Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilirsin. (Ey İbrahim, dalga geçmenin sırası mı?)"

  • 21:66

    قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـًٔا وَلَا يَضُرُّكُمْۜ

    (Hz. İbrahim) Dedi ki: “O halde, Allah'ı bırakıp da, (bunlar gibi) sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?”

  • 21:67

    اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

    “Yuh olsun size ve Allah'tan başka ibadet ettiğiniz (putlara ve tağutlara)! Siz hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”

  • 21:68

    قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ

    (Kâfirler hiddetlenip) Dediler ki: “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu (yakalayıp) yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun (da öçlerini alın!)(Âleme de ibret olsun diyerek korkunç bir ateş hazırlayıp, Hz. İbrahim’i içine mancınıkla fırlatmışlardı.)

  • 21:69

    قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ

    (Biz ise) “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamet ol!” (buyurmuş ve İbrahim’i kurtarmıştık.)

  • 21:70

    وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ

    Böylece ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.

  • 21:71

    وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ

    (Sonunda İbrahim’i) Onu ve Lut'u kurtarıp içinde, âlemler (insanlık) için bereketler kıldığımız yere (ülkeye-Filistin’e) ulaştırdık.

  • 21:72

    وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ

    Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de (hibe ve hediye olarak) Yakub’u (verdik); her birini salihlerden kıldık.

  • 21:73

    وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ

    Onları, emrimizle hidayete vesile olan (ibadet ve istikamet yoluna çağıran) imamlar (ve önderler) kıldık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât dağıtmayı vahyedip (uygulattık). Onlar (sadece) Bize ibadet eden (seçkin kullarımızdı.)

  • 21:74

    وَلُوطًا اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ

    Lut'a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu, (eşcinsellik gibi) habis-çirkin işler yapmakta olan şehirden (ve sapık ahalisinden) kurtardık. Şüphesiz onlar, (ahlâken) bozulmaya uğrayıp yoldan çıkan (fasık) kötü bir kavim olmuşlardı.

  • 21:75

    وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟

    Onu (Hz. Lut’u da) rahmetimizin içine aldık; çünkü o, salihlerden (seçkin bir şahıstı).

  • 21:76

    وَنُوحًا اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ

    Nuh da; daha önce (kavminin inat ve inkârından Rabbine sığınıp) çağrıda bulunduğu zaman, Biz onun (dua ve yakarışlarına) cevap verdik, onu ve ailesini büyük bir sıkıntı ve üzüntüden kurtardık.

  • 21:77

    وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ

    Ve ayetlerimizi yalanlayan kavimden (koruyup kurtarmak suretiyle) ona yardım edip (öcünü aldık ve kendisini zafere ulaştırdık). Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi, Biz de onların tümünü suda boğup batırdık.

  • 21:78

    وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ

    Davud ve Süleyman’a da (yardımımız ulaşmıştı); hani (bir) kavmin hayvanlarının, içine girip yayıldığı ekin-tarlaları(nın zararının karşılanması) konusunda hüküm yürütüyorlardı. Biz de onların hükmüne şahit idik.

  • 21:79

    فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلًّا اٰتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًاۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ

    Biz bunu (adaletle karar verme duygusunu) Süleyman'a kavrattık; (nebilerin) her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun eğdirip (Davud’un) istifadesine verdik. (Bütün bunları asıl) Yapanlar Biz idik.

  • 21:80

    وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ

    Bir de ona (Davud’a) harbin şiddetinden korunmanız için elbise (zırh) yapma sanatını (ve tekniğini) öğrettik (ki), bunlara karşılık siz şükredenlerden misiniz? (Deneyip görelim.) [Not: Bu ayet: a- Hem her türlü savaş tehdidine karşı alınması gereken çeşitli tedbirlere, hatta zehirli gazlardan koruyucu maskelerin üretilmesine işarettir. b- Hem de; bütün işlerin ve üretimlerin sanat ve ustalık içerikli, yani teknik ve estetik özellikli yapılması gerektiğini öğütlemektedir. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz; “Allah güzeldir, güzeli sever” demişlerdir. Yani özenli ve düzenli işleri, cezbedici ve yarar verici şeyleri ve sanat eserlerini teşvik etmiştir.]

  • 21:81

    وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ

    (Ayrıca) Süleyman için de; fırtına biçiminde esen rüzgârı (ona boyun eğdirdik) ki, (Hz. Süleyman’ın) kendi emriyle, (uçak benzeri gemi gibi bir araca binip, etbaıyla birlikte) içinde bereketler kıldığımız (istediği) yere doğru (havada) akıp giderdi. Biz her şeyi (hakkıyla) Bilenleriz.

  • 21:82

    وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ

    (Üstelik) Onun için (denizde) dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler)de de çalışan (cinn takımından) şeytanlardan kimseleri de (Süleyman’ın emrine verdik). Onları (bu görevlerde tutuverip) muhafaza eden de Biz’dik.

  • 21:83

    وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ

    Hani Eyyub da o (sıkıntı) vaktinde Rabbine: “Şüphesiz bu sıkıntı (ve hastalık) beni (iyice) sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye yalvarıp nida etmişti.

  • 21:84

    فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ

    Böylece Biz de onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet (bahşettik) ve ibadet (istikamet ve teslimiyet) ehli için de bir zikir (öğüt ve ibret) olmak üzere, (ona hem eski servetini ve) ailesini ve onlarla beraber, (benzer nimetlerimizin) bir mislini daha verdik.

  • 21:85

    وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ

    (Ve yine) İsmail, İdris ve Zü'l-Kifl’i de (an ki), bunların hepsi (tevekkül ve teslimiyet içinde) sabredenlerdendi.

  • 21:86

    وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ

    Onları rahmetimize soktuk, şüphesiz onlar salihlerden (olan) kimselerdi.

  • 21:87

    وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ

    “Zün-nûn” Balık sahibi (Yunus'u da an ki); hani o, (Musul Ninova’daki isyankâr kavmine) kızmış vaziyette (görev bölgesini izinsiz terk edip) gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi zannetmişti. (Okyanus altındaki ve dişsiz balina cinsinden bir balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: “Allah’ım Senden başka ilah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben (nefsime) zulmedenlerden oldum” diye yalvarıp seslenmişti.

  • 21:88

    فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ

    Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtarıverdik. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarıp (sahipleniriz.)

  • 21:89

    وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْدًا وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ

    (Ve yine) Zekeriya'yı da (hatırla ki); hani Rabbine (yakarıp): “Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, Sen mirasçıların en hayırlısısın (bana da halis ve salih bir evlat bağışla)” diye nida etmişti.

  • 21:90

    فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًاۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ

    Onun da duasına cevap verdik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de (doğurmaya) elverişli hale getirdik. Gerçekten onlar (bütün peygamberler) hayırlarda yarışırlardı, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin ve gönülden saygı gösterirlerdi.

  • 21:91

    وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ

    Irzını gereği gibi koruyan o (kutlu) kadını (Meryem Hanım’ı) da (hatırlayıp an ki); kendisine Ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, âlemler için bir ayet (mucize ve ibret) kılıvermiştik.

  • 21:92

    اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ

    (Ey Nebim!) Muhakkak, işte bu sizin ümmetiniz, tek bir ümmettir. (Bütün peygamberlerin getirdikleri din, temelde aynı dindir ki, o da İslamiyet’tir.) Ben de sizin Rabbinizim; o halde (ancak ve yalnız) Bana kulluk edin.

  • 21:93

    وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟

    (Yozlaşan ve dini kendi hevâ ve heveslerine uyduran insanlar var ya) Onlar, işlerini (dinin hükümlerini) kendi aralarında parça parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler yaptılar, kolay tarafını aldılar, zor kısmını bıraktılar); oysa (sonunda mutlaka) hepsi Bize dönecek (ve hesap verecek)lerdir.

  • 21:94

    فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ

    Artık kim, bir mü'min olarak salih amellerde bulunursa, onun çabası için (karşılık olarak asla) küfran (nankörlük) edilmeyecektir. (Hak ettiği mükâfatı verilecektir.) Şüphesiz Biz, onun (amellerinin) yazıcıları olan (meleklerce bütün işlediklerini kayıt altına alıvermekteyiz).

  • 21:95

    وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ

    Helak edip yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkânsız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyeceklerdir.

  • 21:96

    حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ

    Nihayet (kıyamet öncesi çıkacak fesat unsurları olan) Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı (Sedd’leri yıkıldığı) zaman, onlar her tepeden (yükseklerden saldırıya geçip) akın edeceklerdir.

  • 21:97

    وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ

    (Hakkın hâkimiyetiyle, inkârcıların ve münafıkların hezimetiyle sonuçlanacağı kesin) Gerçek olan va’ad yaklaşıvermiştir. İşte o zaman (Hakk davayı ve başındaki kutlu şahsı) inkâr edenlerin gözleri yuvalarından fırlayıp (şaşkınlık ve perişanlığa uğrayacak ve) “Yazıklar olsun ki biz bundan tam bir gaflet (ve hıyanet) içindeydik; doğrusu belki de bizler zalim kimselerdik” (diyerek rezil ve zelil duruma düşecekler ve pişmanlıkla dövüneceklerdir).

  • 21:98

    اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ

    (Ey kâfirler!) Gerçekten siz de, Allah'ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona varacak (ve Allah’ın elinden kurtulamayacak)sınız.

  • 21:99

    لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ

    Eğer onlar (gerçek) ilahlar olsalardı, (kendileri ve peşlerinden gidenleri) oraya (cehennem azabına) girmeyeceklerdi. Oysa onların tümü (azap) içinde temelli kalıcılardır.

  • 21:100

    لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ

    Orada (cehennem ortamında) kendileri için, 'kemikleri çatırdatan inlemeler' vardır. Orada onların (kulakları sağır hale getirileceğinden artık) işitmez durumdadırlar. (Bu da ızdıraplarını ve kahırlarını arttıracaktır.)

  • 21:101

    اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ

    Ama Bizden kendilerine güzellikler (ve üstün özellikler) geçmiş bulunanlar (mü’min, mücahit ve müstakim kullar) var ya, işte onlar ondan (korkunç cehennem ortamından) uzaklaştırılmış olacaklardır.

  • 21:102

    لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ

    Onun (cehennemin korkunç) uğultusunu bile işitmeyeceklerdir. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebediliğe erişeceklerdir.

  • 21:103

    لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

    (Ahiretteki) O en büyük korku (dehşetli şaşkınlık, ürküntü ve telaş ortamı bile) onları hüzne sürüklemeyecek ve: “(Gözünüz aydın) İşte bu sizin (en kutlu mutluluk) gününüzdür ki, size va'ad edilmişti” diye melekler onları karşılayıp (sevindireceklerdir).

  • 21:104

    يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْدًا عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ

    Bizim, (tüm tabakalarıyla) göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, Biz bunu yapıvereceğiz. [Not: Bu ayet yerkürenin ve bütün göklerin elektrik-enerji sinyallerinden oluşan bir film şeridi gibi olduğuna işaret etmektedir.]

  • 21:105

    وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ

    Yemin olsun ki Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yazıp (belirttik ve Kur’an’da da va’ad ettik) ki: “(Sonunda) Yeryüzüne mutlaka salih kullarım varis olacak (galibiyet ve hâkimiyet, mü’min ve mücahitlerin eline geçecek)tir.”

  • 21:106

    اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغًا لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ

    Gerçek şu ki kulluk eden (Allah’a teslimiyet ve ubudiyet gösteren) bir topluluk için Bunda (Kur'an'da) ‘belağ=açık bir mesaj' verilmiştir (veya gerçek çıkış yolları gösterilmiştir).

  • 21:107

    وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ

    (Ey Nebim!) Biz Seni (ve Kur’an-ı Kerim’i) bütün âlemlere (ve dönemlere) rahmet (vesilesi ve selamet rehberi) olarak gönderdik.

  • 21:108

    قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

    De ki: "Gerçekten Bana: ‘Sizin İlahınız (Zatına ibadet ve dua yapacağınız, koyduğu kanunlara uyacağınız, sadece O’nun rızasını arayacağınız ve her sıkıntıda O’na sığınıp yardım umacağınız) yalnızca bir tek İlahtır’ diye vahyolunuyor; artık siz Müslüman olacak (davetime ve tebliğ ettiklerime uyacak) mısınız (söyleyin)?"

  • 21:109

    فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ

    Buna rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: "Size eşitlik üzere (zengin fakir, güçlü zayıf ayırt etmeden hepinizi Allah’ın kulları bilerek) açıklamada bulundum. (Artık vaid) Tehdit edildiğiniz (sorgu ve azap günü) yakın mı, uzak mı, Ben bilemem (ama bunlar kesindir ve mutlaka gelecektir.)"

  • 21:110

    اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ

    "Şüphesiz O (Allah), sözün açıkça konuşulanını da bilmekte, (gizleyip) saklamakta olduklarınızı da bilmektedir."

  • 21:111

    وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

    “Bilmiyorum, belki de O (Allah) sizi denemek (üzere) bir süreye kadar yaşatmak ve yararlandırmak için (mühlet) vermektedir.” (Yani; azabın ertelenmesi ve insanlara mühlet verilmesi, onları imtihan etmek ve belli bir süreye kadar dünya nimetleriyle eğlendirmek içindir.)

  • 21:112

    قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ

    (Peygamber) Dedi ki: “Rabbim (aramızda) Hakk ile (adaletle) hükmet! (Zaten) Bizim Rabbimiz, sizin her türlü (akıl ve ahlâk dışı) nitelendirmelerinize karşı yardımına sığınılan Rahman'dır (ki bizi terk etmeyecektir.)