Davud(A.S)

  • 2:249

    (Derken) Talut (yanında kalan az sayıdaki) orduyla birlikte (savaşmak üzere bulundukları yerden) ayrılıp (yola çıktığında:) “Doğrusu, Allah sizi (önümüze çıkacak) bir ırmakla imtihan edecektir. (Susamanıza rağmen, karşıya geçinceye ve ben size izin verinceye kadar) Kim bu (su)dan içerse, (artık) o benden değildir. Kim de -eliyle bir avuç hariç- doyasıya tadıp içmezse o bendendir. (Anlarım ki sadık ve sağlam birisidir)” dedi. (Ama) Küçük bir kısmı hariç, hepsi o sudan içmişlerdi. Nihayet (Talut ve) iman edenler beraberce (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): “Bugün bizim Calut'a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur” diyerek (fesada yönelmişlerdi). Allah’(ın va’adine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına iman ve itimatları (ve Rablerine hüsnüzanları tam ve sağlam) olanlar ise dediler ki: “Allah’ın izniyle, nice az (ama itaatkâr ve sebatkâr) topluluk, çok daha kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir. (Çünkü) Allah sabreden (mü’minlerle) beraberdir.”

  • 2:250

    Onlar(dan iman erleri) Calut ve askerlerine karşı çıkarken de şunları söylemişlerdi: “Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et..." (diye dua etmişlerdi.)

  • 2:251

    Böylece, Allah'ın izniyle onları (çok az sayıdaki sadıklar, kalabalık ve donanımlı düşmanları) yenilgiye uğrattılar. (Daha peygamber olmamış bulunan ve genç bir subay olarak orduya katılan Hz. Davud, düşman tarafın henüz bilmedikleri ve şaşkınlıkla izleyip panikledikleri, yeni bir teknolojik silah hükmündeki attığı sapan taşıyla, zırhlar içinde ve fil üzerinde gururla meydan okuyan kâfir komutanı Calut'un gözlerini kör edip, beynini akıtarak devirince; başsız kalan düşman birlikleri dağıldılar ve bozulup kaçtılar; böylece) Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet (hükümdarlık ve bilgelik) verdi; ona dilediği şeylerden (yöneticilik, adalet, sanat ve teknoloji bilgilerinden) öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defedip (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazıl (ve ihsan) sahibidir.

  • 4:163

    (Ey Resulüm!) Gerçekten Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, Sana da (iman ve İslam esaslarını) vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyetmiştik. Davud'a da Zebur’u verdik.

  • 5:78

    İsrailoğullarından inkâr edenlere (ve sürekli kötülüğü planlayıp yürütenlere) Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Bu, (hidayetlerinin kararması ve lanete uğramaları, İlahi hükümlere) isyan etmeleri ve haddi aşıp (İslami ölçüleri değiştirmeleri) sebebiyledir.

  • 5:79

    Ki, onlar (lanete uğrayanlar) yapmakta oldukları münker (çirkin) işlerden (ve kötülüklerden) birbirlerini sakındırmıyor (haksızlık ve ahlâksızlıklara göz yumuyor ve kılıf uyduruyor)lardı. Bu ne kötü bir davranış biçimiydi.

  • 6:84

    Ve ona İshak'ı ve Yakub’u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları (ihsan ve ihlas sahibi olanları) işte böyle ödüllendiririz.

  • 17:55

    Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi (ve her şeyi en küçük ayrıntısıyla) en iyi bilir. Andolsun Biz peygamberlerin bir kısmını bir kısmına faziletli (marifet, meziyetleri ve dereceleri değişik) kıldık ve Davud'a da Zebur (İlahi ahlâk kaideleri ve kasideler kitabı) verdik.

  • 21:78

    Davud ve Süleyman’a da (yardımımız ulaşmıştı); hani (bir) kavmin hayvanlarının, içine girip yayıldığı ekin-tarlaları(nın zararının karşılanması) konusunda hüküm yürütüyorlardı. Biz de onların hükmüne şahit idik.

  • 21:79

    Biz bunu (adaletle karar verme duygusunu) Süleyman'a kavrattık; (nebilerin) her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun eğdirip (Davud’un) istifadesine verdik. (Bütün bunları asıl) Yapanlar Biz idik.

  • 21:80

    Bir de ona (Davud’a) harbin şiddetinden korunmanız için elbise (zırh) yapma sanatını (ve tekniğini) öğrettik (ki), bunlara karşılık siz şükredenlerden misiniz? (Deneyip görelim.) [Not: Bu ayet: a- Hem her türlü savaş tehdidine karşı alınması gereken çeşitli tedbirlere, hatta zehirli gazlardan koruyucu maskelerin üretilmesine işarettir. b- Hem de; bütün işlerin ve üretimlerin sanat ve ustalık içerikli, yani teknik ve estetik özellikli yapılması gerektiğini öğütlemektedir. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz; “Allah güzeldir, güzeli sever” demişlerdir. Yani özenli ve düzenli işleri, cezbedici ve yarar verici şeyleri ve sanat eserlerini teşvik etmiştir.]

  • 21:105

    Yemin olsun ki Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yazıp (belirttik ve Kur’an’da da va’ad ettik) ki: “(Sonunda) Yeryüzüne mutlaka salih kullarım varis olacak (galibiyet ve hâkimiyet, mü’min ve mücahitlerin eline geçecek)tir.”

  • 38:17

    (Ey Nebim!) Sen onların (hakaretli) sözlerine (şimdilik) sabret ve (itaat ve sebatta) güçlü olan kulumuz Davud’u hatırla, çünkü o (her durumda Allah’a) yönelen bir (zattı).

  • 38:18

    Doğrusu Biz dağlara (ve madenlere Davud için) boyun eğdirdik, (ki bunlar) akşam ve sabah kendisiyle birlikte tesbih ediyor (Allah’ı anıyor)lardı. (Demircilik ve maden işlemeciliği konusunda ona yardımcı olunmaktaydı.)

  • 38:19

    Ve toplanıp gelen kuşları da (zikir yoldaşı yapmıştık). Ki, hepsi onunla (beraber Allah'ı tesbih etmek üzere uyum içinde Hakka) yöneliyor (huzura dalıyor)lardı.

  • 38:20

    (Hz. Davud’un) Onun mülkünü (ve hükmetme gücünü artırmış ve) sağlam kılmıştık. (Ayrıca ona) Hikmet (varlıkların ve olayların iç yüzünü öğreti)vermiş, “fasl-ı hitap” (ihtilafları ve sorunları adil ve kesin çözümlere kavuşturma, hüküm ve içtihat yapma ve) çok açık ve etkili konuşma yeteneği (bağışlamıştık.)

  • 38:21

    (Ey Resulüm!) Sana o davacıların (hasımların) haberi (ve hikâyesi) gelip (ulaşmadı) mı? Hani (Davud’un bulunduğu mekâna) mihraba (girmek için) yüksek duvarlardan tırmanmışlardı.

  • 38:22

    O vakit Davud'un (yanına) girdiklerinde o, onlardan ürkmüş (ve sakınmıştı.) Dediler ki: "Korkma (biz) iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlık yaptığı (iddiasındayız.) Şimdi sen aramızda Hakk ile hükmet, (vicdani) kararında (taraf tutup) zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip (barışa) ulaştır.”

  • 38:23

    (O iki kişiden birisi dedi ki:) "Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen ‘Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat’ (veya himayeme bırak) diye (beni kandırmaya çalıştı) ve konuşmada bana üstün çıktı" (kafamı karıştırdı).

  • 38:24

    (Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiş (ve haksızlık yapmıştır.) Doğrusu (emeklerini ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı (böyle) tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka; (ama) onlar da ne kadar azdır" (diyerek onları uzlaştırıp yatıştırdı). Davud, gerçekten Bizim onu imtihan ettiğimizi anladı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (Bize gönülden) yönelip-bağlandı. [Not: Bu ayetteki örnekle, ekonomik birikimlerini ve güçlerini ortaklık sistemiyle birleştiren dürüst insanların çok daha kazançlı çıkacağı, ama maalesef fırsatçı ve menfaatçi insanların kendi hesabına hile ve haksızlığa kalkışacağı durumlara karşı tedbirler alınması lüzumu vurgulanmaktadır.]

  • 38:25

    (Biz de şüphe ve endişesinden dolayı) Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun (Davud’un) Bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir makamı (bulunmaktadır).

  • 38:26

    Biz (ona şunları da hatırlattık): “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife (devlet ve hükümet reisi ve ümmetinin peygamberi) yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet... Sakın keyfi hevâya ve nefsi arzulara uyma! (Zira hevâ ve heves) Seni Allah’ın yolundan ayırıp uzaklaştırır. Doğrusu, hesap gününü unutarak Allah’ın yolundan sapanlara çok çetin bir azap vardır.”

  • 2:249

    فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَل۪يكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّ۪يۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّ۪ٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِه۪ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَل۪يلًا مِنْهُمْۜ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَل۪يلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَث۪يرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ

    (Derken) Talut (yanında kalan az sayıdaki) orduyla birlikte (savaşmak üzere bulundukları yerden) ayrılıp (yola çıktığında:) “Doğrusu, Allah sizi (önümüze çıkacak) bir ırmakla imtihan edecektir. (Susamanıza rağmen, karşıya geçinceye ve ben size izin verinceye kadar) Kim bu (su)dan içerse, (artık) o benden değildir. Kim de -eliyle bir avuç hariç- doyasıya tadıp içmezse o bendendir. (Anlarım ki sadık ve sağlam birisidir)” dedi. (Ama) Küçük bir kısmı hariç, hepsi o sudan içmişlerdi. Nihayet (Talut ve) iman edenler beraberce (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): “Bugün bizim Calut'a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur” diyerek (fesada yönelmişlerdi). Allah’(ın va’adine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına iman ve itimatları (ve Rablerine hüsnüzanları tam ve sağlam) olanlar ise dediler ki: “Allah’ın izniyle, nice az (ama itaatkâr ve sebatkâr) topluluk, çok daha kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir. (Çünkü) Allah sabreden (mü’minlerle) beraberdir.”

  • 2:250

    وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِه۪ قَالُوا رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَۜ

    Onlar(dan iman erleri) Calut ve askerlerine karşı çıkarken de şunları söylemişlerdi: “Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et..." (diye dua etmişlerdi.)

  • 2:251

    فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُ۫دُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُۜ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَ

    Böylece, Allah'ın izniyle onları (çok az sayıdaki sadıklar, kalabalık ve donanımlı düşmanları) yenilgiye uğrattılar. (Daha peygamber olmamış bulunan ve genç bir subay olarak orduya katılan Hz. Davud, düşman tarafın henüz bilmedikleri ve şaşkınlıkla izleyip panikledikleri, yeni bir teknolojik silah hükmündeki attığı sapan taşıyla, zırhlar içinde ve fil üzerinde gururla meydan okuyan kâfir komutanı Calut'un gözlerini kör edip, beynini akıtarak devirince; başsız kalan düşman birlikleri dağıldılar ve bozulup kaçtılar; böylece) Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet (hükümdarlık ve bilgelik) verdi; ona dilediği şeylerden (yöneticilik, adalet, sanat ve teknoloji bilgilerinden) öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defedip (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazıl (ve ihsan) sahibidir.

  • 4:163

    اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُورًاۚ

    (Ey Resulüm!) Gerçekten Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, Sana da (iman ve İslam esaslarını) vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyetmiştik. Davud'a da Zebur’u verdik.

  • 5:78

    لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ

    İsrailoğullarından inkâr edenlere (ve sürekli kötülüğü planlayıp yürütenlere) Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Bu, (hidayetlerinin kararması ve lanete uğramaları, İlahi hükümlere) isyan etmeleri ve haddi aşıp (İslami ölçüleri değiştirmeleri) sebebiyledir.

  • 5:79

    كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ

    Ki, onlar (lanete uğrayanlar) yapmakta oldukları münker (çirkin) işlerden (ve kötülüklerden) birbirlerini sakındırmıyor (haksızlık ve ahlâksızlıklara göz yumuyor ve kılıf uyduruyor)lardı. Bu ne kötü bir davranış biçimiydi.

  • 6:84

    وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلًّا هَدَيْنَاۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ

    Ve ona İshak'ı ve Yakub’u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları (ihsan ve ihlas sahibi olanları) işte böyle ödüllendiririz.

  • 17:55

    وَرَبُّكَ اَعْلَمُ بِمَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيّ۪نَ عَلٰى بَعْضٍ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُورًا

    Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi (ve her şeyi en küçük ayrıntısıyla) en iyi bilir. Andolsun Biz peygamberlerin bir kısmını bir kısmına faziletli (marifet, meziyetleri ve dereceleri değişik) kıldık ve Davud'a da Zebur (İlahi ahlâk kaideleri ve kasideler kitabı) verdik.

  • 21:78

    وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ

    Davud ve Süleyman’a da (yardımımız ulaşmıştı); hani (bir) kavmin hayvanlarının, içine girip yayıldığı ekin-tarlaları(nın zararının karşılanması) konusunda hüküm yürütüyorlardı. Biz de onların hükmüne şahit idik.

  • 21:79

    فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلًّا اٰتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًاۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ

    Biz bunu (adaletle karar verme duygusunu) Süleyman'a kavrattık; (nebilerin) her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun eğdirip (Davud’un) istifadesine verdik. (Bütün bunları asıl) Yapanlar Biz idik.

  • 21:80

    وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ

    Bir de ona (Davud’a) harbin şiddetinden korunmanız için elbise (zırh) yapma sanatını (ve tekniğini) öğrettik (ki), bunlara karşılık siz şükredenlerden misiniz? (Deneyip görelim.) [Not: Bu ayet: a- Hem her türlü savaş tehdidine karşı alınması gereken çeşitli tedbirlere, hatta zehirli gazlardan koruyucu maskelerin üretilmesine işarettir. b- Hem de; bütün işlerin ve üretimlerin sanat ve ustalık içerikli, yani teknik ve estetik özellikli yapılması gerektiğini öğütlemektedir. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz; “Allah güzeldir, güzeli sever” demişlerdir. Yani özenli ve düzenli işleri, cezbedici ve yarar verici şeyleri ve sanat eserlerini teşvik etmiştir.]

  • 21:105

    وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ

    Yemin olsun ki Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yazıp (belirttik ve Kur’an’da da va’ad ettik) ki: “(Sonunda) Yeryüzüne mutlaka salih kullarım varis olacak (galibiyet ve hâkimiyet, mü’min ve mücahitlerin eline geçecek)tir.”

  • 38:17

    اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ

    (Ey Nebim!) Sen onların (hakaretli) sözlerine (şimdilik) sabret ve (itaat ve sebatta) güçlü olan kulumuz Davud’u hatırla, çünkü o (her durumda Allah’a) yönelen bir (zattı).

  • 38:18

    اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ

    Doğrusu Biz dağlara (ve madenlere Davud için) boyun eğdirdik, (ki bunlar) akşam ve sabah kendisiyle birlikte tesbih ediyor (Allah’ı anıyor)lardı. (Demircilik ve maden işlemeciliği konusunda ona yardımcı olunmaktaydı.)

  • 38:19

    وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَهُٓ اَوَّابٌ

    Ve toplanıp gelen kuşları da (zikir yoldaşı yapmıştık). Ki, hepsi onunla (beraber Allah'ı tesbih etmek üzere uyum içinde Hakka) yöneliyor (huzura dalıyor)lardı.

  • 38:20

    وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ

    (Hz. Davud’un) Onun mülkünü (ve hükmetme gücünü artırmış ve) sağlam kılmıştık. (Ayrıca ona) Hikmet (varlıkların ve olayların iç yüzünü öğreti)vermiş, “fasl-ı hitap” (ihtilafları ve sorunları adil ve kesin çözümlere kavuşturma, hüküm ve içtihat yapma ve) çok açık ve etkili konuşma yeteneği (bağışlamıştık.)

  • 38:21

    وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَؤُ۬ا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ

    (Ey Resulüm!) Sana o davacıların (hasımların) haberi (ve hikâyesi) gelip (ulaşmadı) mı? Hani (Davud’un bulunduğu mekâna) mihraba (girmek için) yüksek duvarlardan tırmanmışlardı.

  • 38:22

    اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ

    O vakit Davud'un (yanına) girdiklerinde o, onlardan ürkmüş (ve sakınmıştı.) Dediler ki: "Korkma (biz) iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlık yaptığı (iddiasındayız.) Şimdi sen aramızda Hakk ile hükmet, (vicdani) kararında (taraf tutup) zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip (barışa) ulaştır.”

  • 38:23

    اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ

    (O iki kişiden birisi dedi ki:) "Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen ‘Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat’ (veya himayeme bırak) diye (beni kandırmaya çalıştı) ve konuşmada bana üstün çıktı" (kafamı karıştırdı).

  • 38:24

    قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَاَنَابَ

    (Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiş (ve haksızlık yapmıştır.) Doğrusu (emeklerini ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı (böyle) tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka; (ama) onlar da ne kadar azdır" (diyerek onları uzlaştırıp yatıştırdı). Davud, gerçekten Bizim onu imtihan ettiğimizi anladı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (Bize gönülden) yönelip-bağlandı. [Not: Bu ayetteki örnekle, ekonomik birikimlerini ve güçlerini ortaklık sistemiyle birleştiren dürüst insanların çok daha kazançlı çıkacağı, ama maalesef fırsatçı ve menfaatçi insanların kendi hesabına hile ve haksızlığa kalkışacağı durumlara karşı tedbirler alınması lüzumu vurgulanmaktadır.]

  • 38:25

    فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ

    (Biz de şüphe ve endişesinden dolayı) Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun (Davud’un) Bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir makamı (bulunmaktadır).

  • 38:26

    يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟

    Biz (ona şunları da hatırlattık): “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife (devlet ve hükümet reisi ve ümmetinin peygamberi) yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet... Sakın keyfi hevâya ve nefsi arzulara uyma! (Zira hevâ ve heves) Seni Allah’ın yolundan ayırıp uzaklaştırır. Doğrusu, hesap gününü unutarak Allah’ın yolundan sapanlara çok çetin bir azap vardır.”