Büyü

  • 2:102

    وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

    Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (devleti ve nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uymuşlardı. (Oysa) Süleyman asla inkâra sapmamış, ama şeytanlar kâfir olmuşlardı. Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe; Harut'a ve Marut'a (sihrin şerrinden korunma çarelerini bildirmek üzere) indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz (imtihan vesilesiyiz); sakın inkâr etme (bu sihir ilmiyle küfre ve kötülüğe yönelme ve bu yüzden cehenneme girme!)" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmiyorlardı. Fakat (bazı fasıklar) onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi (haram tılsımları) öğreniyorlardı. Ne var ki, onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar ulaştıramazlardı. Buna rağmen kendilerini zarara uğratacak ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (büyücülük sırlarını) satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını biliyorlardı; karşılığında kendi nefislerini (ve ahiret güzelliklerini) sattıkları şeyin ne kötü olduğunu bir bilselerdi (böyle davranmayacaklardı).

  • 5:110

    اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًاۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

    Allah ise şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ki o vakit Ben seni Ruhu'l-Kudüs (Hz. Cebrail) ile destekledim, (Benim sayemde ve inayetimle) beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla (hikmetle ve düzgünce) konuşabildin. Sana Kitabı, hikmeti (dünyaya tekrar gönderildiğinde Kur’an’ı ve Sünneti), Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. Hani o vakit Benim iznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş olup (uçuverirdi). Doğuştan kör olanı ve (deri hastalığı olan) alacalıyı iznimle iyileştirdin, (yine o süreçte) Benim iznimle (mucize olarak) ölüleri (geçici olarak diriltip, tekrar hayata) çıkarıverdin. Sen onlara (İsrailoğullarına) apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkâra sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğullarını senden geri püskürtmüş, zararlarını defetmiştim."

  • 6:7

    وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا ف۪ي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْد۪يهِمْ لَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

    Biz Kitabı, (bu Kur’an’ı gökten) üzerine yazılı bir kâğıtta Sana göndermiş olsaydık ve onlar elleriyle bizzat dokunsalardı, yine de inkâr edenler kesinlikle: "Bu apaçık bir büyüden başkası değildir" deyip (çıkarlardı).

  • 7:104

    وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ

    Musa (gidip): "Ey Firavun, gerçekten ben âlemlerin Rabbinden (gönderilen) bir elçiyim" diye (uyardı).

  • 7:105

    حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ

    Hakikat şu ki; "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah adına (sizlere) ancak gerçeği söylemektir. Kesinlikle Rabbinizden size apaçık bir belge ile (açık mucizelerle) geldim. Artık (onları serbest bırak ve) İsrailoğullarını benimle beraber gönder" (şeklinde davetini yaptı).

  • 7:106

    قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

    (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet (mucize) getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (ve göster bakalım)."

  • 7:107

    فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ

    Bunun üzerine (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.

  • 7:108

    وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟

    (Bir de) Elini (soktuğu koltuk altından) sıyırıp çıkardı, o da anında bakanlara (nurdan ışıklar saçarak) bembeyaz (görünüvermişti).

  • 7:109

    قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ

    (Şaşkınlığa uğrayan) Firavun kavminin önde gelenleri: "Bu gerçekten bilgin (ve işinin ehli) bir büyücüdür” demişlerdi.

  • 7:110

    يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ

    (Firavun ise çevresine: "Herhalde) Sizi topraklarınızdan (yurdunuzdan) sürüp-çıkarmak (ve iktidara konmak) istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?" (diye etrafını kışkırtmaya girişmişti).

  • 7:111

    قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ

    Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver, (vereceğin cezayı erteleyip etraftaki) şehirlere de toplayıcı (çağrıcı)lar gönder ki;”

  • 7:112

    يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ

    (Böylece) "Bütün bilgin (ve yetişkin) büyücüleri sana getirsinler (ve Musa ile boy ölçüşüp onu yensinler” teklifini arz etmişlerdi).

  • 7:113

    وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ

    Derken; (ülkenin her yanından toplanıp gelen seçkin) sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize (yüklü) bir karşılık (armağan) var, değil mi?"

  • 7:114

    قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ

    (Firavun ise) "Evet" dedi. "(O takdirde) Siz (bana) en yakın kılınanlardan (saygın ve varlıklı kimseler) olacaksınız."

  • 7:115

    قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْق۪ينَ

    (Sihirbazlar) Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi (hünerini ortaya) atmak istersin, yoksa biz mi atalım?"

  • 7:116

    قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظ۪يمٍ

    (Musa: "Haydi önce) Siz atın" dedi. (Onlar sihirli asalarını ortaya) Atıverince, insanların gözlerini büyülemişler, onları dehşete düşürmüşler ve büyük bir sihir meydana getirip koymuşlardı.

  • 7:117

    وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ

    Biz de Musa'ya: "(Haydi sen de) Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da değneğini yere atıverince) O vakit (bir de baktılar ki), bu (asa) onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuyor. (Hepsi birden şaşkınlığa uğramışlardı.)

  • 7:118

    فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ

    Böylece hak yerini bulmuş, onların bütün yapmakta oldukları (göz boyama hilekârlıkları) geçersiz (bâtıl) olup boşa çıkmıştı.

  • 7:119

    فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِر۪ينَۚ

    (Firavun ve adamları) Orada yenilmişler ve küçük düşmüşler olarak ters yüz çevrilip kalmışlardı.

  • 7:120

    وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۚ

    Ve sihirbazlar (bunların göz boyama değil, İlahi bir mucize olduğunu anlayıp hemen teslimiyetle) secdeye kapanmışlardı.

  • 7:121

    قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

    (Hepsi birden:) "Biz âlemlerin Rabbine iman ettik" diye (haykırmışlardı).

  • 7:122

    رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ

    "Musa'nın ve Harun'un (davet ettiği ve bildirdiği Hakk ve mutlak) Rabbine (inandık!” diye duyurmuşlardı).

  • 7:123

    قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِه۪ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَد۪ينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

    Firavun (iman eden sihirbazlara dönüp): “Ben size izin vermeden (ve aramızda özel bir fitne projesi üretmeden) önce ona (Hz. Musa’ya) iman ettiniz öyle mi? Bu tavrınız, muhakkak halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla (Musa ile birlikte herhalde gizlice) şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı yakında görüp) bileceksiniz" (diye homurdanmıştı).

  • 7:124

    لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

    “Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim" (diye tehdide başlamıştı).

  • 7:125

    قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ

    (Onlar da:) "Biz de şüphesiz (zaten önünde sonunda ölüp) Rabbimize döneceğiz. (Artık senin tehditlerine boyun eğecek değiliz)" diyerek (dik durmuşlardı).

  • 7:126

    وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاۜ رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِم۪ينَ۟

    (Sihirbazlar Firavun’a:) “Oysa sen, sırf (Hz. Musa eliyle) bize gelen Rabbimizin ayetlerine inanmamızdan dolayı intikam alıyorsun” (demişlerdi). Ve "Ey bizim Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür" (diye duaya sığınmışlardı).

  • 10:2

    اَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَبًا اَنْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ اَنْ اَنْذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ قَالَ الْكَافِرُونَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ مُب۪ينٌ

    İçlerinden (kendi cinslerinden ve tanıyıp bildiklerinden Hz. Muhammed gibi seçkin ve yetkin) bir adama (mübarek ve muhterem bir zata): "İnsanları uyar (inzar ve ikaz et) ve iman edenlere; muhakkak kendileri için Rableri katında 'gerçek (ve yüksek) bir makam' olduğunu müjde ver" diye vahyetmemiz, insanlara (acayip, tuhaf ve) şaşırtıcı mı geldi? (Ki o) Kâfirler: "Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür" deyip (Peygamberi inkâr etmişlerdi.)

  • 10:7

    اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَاطْمَاَنُّوا بِهَا وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ اٰيَاتِنَا غَافِلُونَۙ

    Gerçekten (dirilmeyi inkâr edip, hesap vermek üzere) Bize kavuşmayı ummayanlar, (ahiretten gafil olduklarından dolayı) dünya hayatına (geçici servet, şöhret ve lezzet ortamına) razı olmuşlardır ve bununla tatmin olup rahatlamışlardır ki, onlar ayetlerimizden (Yüce Yaratan'ın varlığını gösteren delillerden ve Kur’ani hükümlerden) gafil olanlardır.

  • 10:76

    فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ

    Nitekim onlara katımızdan Hakk geldiği zaman: “Bu, kuşkusuz apaçık bir büyüdür” demişlerdi.

  • 10:77

    قَالَ مُوسٰٓى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَكُمْۜ اَسِحْرٌ هٰذَاۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ

    Musa (onlara): "Size Hakk geldiğinde (hep böyle) mi söylersiniz? Bu (benim tebliğim ve mucizelerim) bir büyü müdür? (Hiç akıl erdirmez misiniz?) Oysa büyücüler, kurtuluşa ermezler" deyip (uyarıvermişti.)

  • 10:78

    قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِۜ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِن۪ينَ

    (Onlar ise Hz. Musa ve Harun’a:) “Siz bizi, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden (sistemden) çeviresiniz de, bu memlekette (kuracağınız yeni düzenle) büyüklük (ve üstünlük) siz ikinize kalsın diye mi bize geldiniz? Biz sizin ikinize de inanacak (getirdiğiniz dine ve düzene uyacak) değiliz” demiş (zulüm ve zillet üzerinde inat etmiş)lerdi.

  • 10:79

    وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُون۪ي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ

    Firavun ise (yakın ve yetkili çevresine): "Bütün bilgin (ve seçkin) büyücüleri (toplayıp) bana getirin" diye (emretti).

  • 10:80

    فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ

    Büyücüler (gösteri alanına) geldiğinde Musa onlara: "Atacağınız şeyleri atın (marifetinizi kanıtlayın)" dedi.

  • 10:81

    فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ

    Onlar (sihirlerini ortaya) atınca, Musa dedi ki: "Sizlerin (meydana) getirdikleriniz (sadece göz boyama) büyüdür, sihirdir. Doğrusu Allah, onu geçersiz kılacak (oyunlarınızı bozacak)tır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmeyecek (ve başarıya erdirmeyecektir)."

  • 11:7

    وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

    O’nun (Allah’ın) Arş’ı (kudret sanatı ve saltanatı), su üzerinde (henüz bütün âlem enerji -nur- parçacıklarından oluşan gaz ve toz bulutu halinde ve içinde buhar taşıyan vaziyette) iken; amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günlerde (dönemde) yaratan O’dur. Andolsun Sen onlara; “Gerçekten siz ölümden sonra diriltileceksiniz” dediğinde inkârcılar; “Bu açıkça (aldatmaca bir) sihirden (ve bizi etki altına alma girişiminden) başka bir şey değildir” derler. [Not: Ayetlerde gün=yevm yerine; eyyam=günler geçtiği için biz buna “dönem” manası verdik.]

  • 15:15

    لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟

    "Herhalde gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir.

  • 17:47

    نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا

    Biz onların (marazlı münafıkların ve müşrik takımının) Senin (yanına gelip ve cemaatine girip konuşmalarına) kulak verdiklerinde ne (kasıtla) dinlediklerini, (arkandan kendi aralarındaki) gizli konuşmalarında ise o zalimlerin: "Siz büyülenmiş (mümkün olmayacak hayal ve kuruntuların etkisine girmiş) bir adamdan başkasına uymuyorsunuz" dediklerini de çok iyi biliriz.

  • 17:101

    وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُورًا

    Andolsun, Biz Musa'ya apaçık dokuz (çeşit) ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullarına sor; (Hz. Musa İlahi emirler ve mucizelerle) onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş (boş hayal ve kuruntulara sürüklenmiş) sanıyorum" diyerek (reddetmişti).

  • 20:57

    قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى

    (Zulüm saltanatının yıkılacağı kuşkusuyla Firavun) Dedi ki: "Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya (makam ve imkânlarımıza konmaya) mı geldin?"

  • 20:58

    فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِدًا لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَانًا سُوًى

    “Madem öyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz; şimdi sen, seninle bizim aramızda bir 'buluşma zamanı ve yeri' tespit et, bizim de, senin de (muhalefet edip) karşı çıkmayacağımız açık, geniş bir yer olsun" dedi.

  • 20:63

    قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى

    Dediler ki: “Bunlar (Musa ve Harun) herhalde iki sihirbazdır. (Ey Firavun ve yakın çevresi!) Sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak (imkân ve iktidarınıza konmak) ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi, düzeninizi) ortadan kaldırmak istiyorlar.”

  • 20:66

    قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى

    (Hz.) Musa da: “Evet tamam; siz atın (da marifetinizi görelim)” buyurmuşlardı. (Bunun üzerine sihirbazlar öyle acayip hünerler ortaya dökmüşler ve halkın gözlerini büyülemişlerdi ki, onları dehşet ve korku kaplamıştı. Böylece büyük bir sihirbazlık gösterisi yapmışlardı.) Sihir olarak yere attıkları ipleri ve değnekleri gerçekten koşuyormuş gibi göstermeyi (başarmışlardı).

  • 20:69

    وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى

    “Şimdi sağ elindekini yere bırak, (senin asan) onların (göz boyama sanatıyla) yaptıklarını (tek tek) yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü hilekârlığıdır. Sihirbazlar hangi hünerle ortaya çıkarsa çıksın, (gösterileri) nereye varırsa varsın, onlar iflah olmayacak (ve başarıya ulaşamayacak)lardır.”

  • 20:70

    فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى

    (Artık gerçek anlaşılmış, böylece onların bütün yaptığı numara ve hileler boşa çıkmıştı. İşte orada sihirbazlar -ve dolayısıyla Firavun- yenilgiye uğramışlardı ve küçülüp mağlup şekilde çekilmek zorunda kalmışlardı.) Bunun üzerine (gerçeği öğrenen) sihirbazlar hep birden secdeye kapanmışlar; “Biz Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik” diyerek (herkesi şaşırtmışlardı).

  • 20:71

    قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّنَٓا اَشَدُّ عَذَابًا وَاَبْقٰى

    (Firavun) Dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona (Musa’ya) inandınız öyle mi? Şüphesiz (her halde) o, size büyüyü öğreten (sihirbaz kesiminden) büyüklerinizden birisidir. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak kesip cezalandıracağım ve sizi hurma dallarında sallandırıp (asacağım). Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.”

  • 20:72

    قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ

    (Sihirbazlar ise ona:) “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratan (Rabbimize) karşı seni asla ‘tercih edip-seçmeyiz.’ Ne şekilde hükmünü yürütebileceksen, haydi durma, hükmünü yerine getir; zaten sen, sadece bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin” deyip (imanlarında sağlam durmuşlardı.)

  • 20:73

    اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى

    “Bizim (hem bilmeden) yaptığımız hatalarımızı (hem de) senin bize zorla yaptırdığın sihir (günahımızı) bağışlaması umuduyla Allah’a iman ettik. Çünkü Allah, (sevabı) daha hayırlıdır ve (cezası) daha sürekli (Bâki) olandır.”

  • 21:3

    لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ

    Onların kalpleri (Hakk’tan ve sorumluluktan) ilgisizdir, (gözleri dünyalık) oyalanma ve eğlencededir. Zulmedenler kendi aralarında, gizlice (şöyle) fısıldaşıvermektedirler: “Bu (elçi) benzeriniz olan (sizin gibi) bir beşer değil mi? Öyleyse, göz göre göre (aldanarak) büyüye mi (kapılıp) gideceksiniz?”

  • 25:8

    اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا

    "Ya da kendisine (altın ve mücevher dolu) bir hazinenin bırakılması veya (ürünlerinden) yemekte olduğu (şahane) bir bahçesi olması (gerekmez miydi? Böylesine fakir ve kimsesiz birinden ne bekliyorsunuz?” diye halkı kışkırtıvermişlerdi). Ayrıca o zulmeden (inkârcı ve münafık tip)ler: "Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş (ve aklı çelinmiş) bir adama uyuyorsunuz" demişler (insanları Hakk’tan ve hayırdan engellemişlerdi).

  • 26:34

    قَالَ لِلْمَلَاِ حَوْلَهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ

    (Firavun) Çevresindeki önde gelenlere dedi ki: "Bu (adam), doğrusu bilgin (ve hünerli) bir büyücüdür. (Bizi etkileyip kendisine bağlamak hevesindedir.)"

  • 26:41

    فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ

    Sihirbazlar ise, (toplanıp meydana) geldiklerinde Firavun’a (giderek): “Şayet biz üstün gelirsek, mutlaka bize (yakışır) bir ücret (ve mükâfat) vardır, değil mi (ey efendimiz)?” diyerek (dilenciliğin ve menfaat için zalimlere dil dökmeciliğin yaygın bir örneğini sergilemişlerdi).

  • 26:46

    فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ

    (Bu durumu gören ve İlahi bir mucize olduğunu sezen) Sihirbazlar, hemen secdeye kapanıvermişlerdi.

  • 26:49

    قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

    (Bunu duyan Firavun kızgın ve hırçın şekilde: "Bana danışmadan ve) Benden izin almadan mı O’na iman ettiniz? (Hem O’na iman edecek ne var? O sadece büyücülükte sizden biraz daha ileri bir kişiden başkası değildir.) Kesinlikle o size sihri (büyüyü) öğreten büyüğünüz (yerinde) birisidir. (Haydi, bu kararınızdan vazgeçin, yoksa) Yakında (başınıza neler geleceğini görecek ve) bileceksiniz! (Şöyle ki:) Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi astırıp (en feci şekilde öldüreceğim)” diye (tehdit etmişti.) [Not: Bugünkü zalimler de Firavun’un iman eden sihirbazlarına yaptığı gibi, gerçeği konuşanları ve halkı uyaranları, işkence ile öldürmek, hapsetmek, sürgüne göndermek ve düzenin nimetlerinden mahrum etmek peşindelerdi.]

  • 26:153

    قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ

    Dediler ki: "Sen (olsa olsa) ancak büyülenmişlerdensin."

  • 26:185

    قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ

    (Ama onlar) Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin (boş hayal ve hevesler peşindesin).”

  • 27:13

    فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ

    Vaktâki (bütün mucizelerimiz ve) ayetlerimiz onlara, gözleri önünde sergilenmiş olarak gelince (yine) dediler ki: "Bu, apaçık olan bir büyüden ibarettir."

  • 28:36

    فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَ

    Musa, onlara apaçık olan ayetlerimizle (mucizelerimizle ve hükümlerimizle) geldiği zaman: “Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden (ve bizi etkilemek isteyen bir gösteriden) başkası değildir. Biz önceden geçmiş atalarımızdan bunu(n gibi şeyler) işitmedik” demişlerdi.

  • 34:43

    وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا رَجُلٌ يُر۪يدُ اَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬كُمْۚ وَقَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌ مُفْتَرًىۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

    (Çünkü) Onlara, apaçık olan ayetlerimiz okunduğunda: "Bu (Peygamber), sizi babalarınızın taptıkları (ilahlar)dan (ve onların yolundan) alıkoymak (ve yeni-adil bir düzen kurmak) isteyen bir adamdan başkası değildir" deyip (Ona karşı çıkmışlardı). Ve yine: "Bu (Kur’an), düzülüp uydurulmuş bir yalan (iftira)dan başka bir şey de değildir" diyerek (elçileri engellemeye kalkışmışlardı). O küfre (ve nankörlüğe) yönelen kimseler ise; kendilerine geldiği zaman, Hakk (Kur’an ve Resulüllah) için: "Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir" diyerek (sapıtmışlardı).

  • 37:15

    وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ

    "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" diyorlar.

  • 38:40

    وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟

    Şüphesiz onun Bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri (makamı) vardır.

  • 40:24

    اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ

    (Biz Musa’yı; siyasi ve askeri iktidar sahibi) Firavun'a, (dini ve idari bürokrasiye hâkim) Haman'a, ve (haram servet ve haksız sermaye birikimcisi) Karun'a (yollamış ve davetimizi ulaştırmıştık). Ama onlar: “(Bu) Yalan söyleyen bir büyücüdür" deyip (karşı çıkmışlardı).

  • 42:31

    وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

    Siz yeryüzünde (Bizi-Rabbinizi) aciz bırakacak (deprem, sel, kuraklık gibi felaketlerimizi savuşturacak) değilsiniz. Ve sizin Allah'ın dışında bir velinizin ve yardım edicinizin olması da mümkün değildir.

  • 42:32

    وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۜ

    Denizde dağlar gibi seyreden vapurlar (ve gökyüzünde süzülen uçaklar) da O'nun (ibret ve kudret) ayetlerindendir.

  • 42:33

    اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ

    (Allah) Eğer dileyecek olsa, rüzgârı durdurup keser ki, böylece (yelkenli gemiler ve içindekiler) onun (suyun) üstünde öylece kalıverirler; şüphesiz bunlar (ibadet, hizmet ve musibet üzerinde) çokça sabreden, (nimet, fazilet ve muvaffakiyetlere) çokça şükreden kimse(ler) için gerçekten ayetler (ibretler) içermektedir.

  • 42:34

    اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ

    Ya da (Allah kullarının) kazandıkları (kötülük ve zulümler) dolayısıyla onları yok edebilir, (zaten) birçoğunu da affetmektedir.

  • 42:35

    وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ

    (Öyle ki) Ayetlerimiz hakkında mücadele (ve münakaşa) edenler, kendileri için hiçbir kaçacak yer olmadığını bilip öğrensinler (diye bunlar size haber verilmektedir.)

  • 42:36

    فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

    Size (burada) verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması)dır. Allah katında bulunanlar ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) İman edip Rablerine tevekkül edenler içindir.

  • 42:37

    وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ

    (Gerçek mü’minler;) Büyük günahlardan ve çirkin utanmazlıklardan (fuhşiyattan) kaçınıp çekinenlerdir ve kızdıkları-gazaplandıkları zaman da affedip bağışlayabilen (kimse)lerdir.

  • 42:38

    وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ

    Onlar Rablerinin (her emrine) icabet ederler, namazı dosdoğru yerine getirirler, (devlet, millet ve hükümet) işlerinde meşveret ederler (ülkeyi danışma ve dayanışma sonucu alınan ortak kararla yönetirler.) Kendilerine verdiğimiz rızıktan da (Allah yolunda) harcayıp infak ederler. [Not: Bu ayet, cumhuriyete ve demokratik yönetime işarettir.]

  • 42:39

    وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ

    (Olgun ve onurlu mü’minler;) Bir haksızlığa uğradıkları (temel insan haklarına tecavüze kalkışıldığı) zaman; yardımlaşarak (tüm haklarını koruyacak kurum ve kuralları oluşturarak) birlikte (ortak savunma paktı geliştirip) harekete geçenlerdir.

  • 42:40

    وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ

    (Ancak) Kötülüğün cezası yine onun misli gibi (onun kadar) bir kötülüktür. (Fazlası zulümdür.) Kim de (intikam imkânı ve fırsatı eline geçince) affedip bağışlarsa ve ıslah edip barışı sağlarsa onun mükâfatı da Allah’a aittir. Doğrusu O (Allah) zalimleri asla sevmez (sevmeyecektir).

  • 42:41

    وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ

    Kim zulme (ve saldırıya) uğradıktan sonra (zalimler etkisiz bırakılıp cezalandırılmak suretiyle) nusret bulup (hakkını alır ve huzura kavuşursa), artık onlar (saldırganlar) aleyhine (işkence, hakaret ve temel insan haklarından mahrum etme gibi) bir yol ve izin verilmiş değildir.

  • 42:42

    اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    Ancak insanlara zulüm yapan, yeryüzünde (ülkesinde ve bölgesinde) haksız yere (ve ahlâksız şekilde) bağiy’liğe kalkışıp (çete kuran, isyan ve anarşi çıkaran)ların aleyhine yol ve izin verilmiştir. (Bunların fitne ve fesadını önleyici tedbirlere müsaade edilmiştir.) İşte acıklı (ve caydırıcı) azap-ceza bunlar içindir.

  • 42:43

    وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟

    Fakat (şahsi haksızlıklara) sabreden ve bağışlayıp vazgeçen kimsenin bu hareketi; muhakkak “azmi'l-umur”dan=Büyük özverili, değerli ve şerefli davranışlardan (teşekküre değer bir harekettir).

  • 42:44

    وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ

    Allah (inkârı, isyanı ve din istismarı nedeniyle) kimi saptırırsa, artık bundan sonra onun hiçbir velisi yoktur. Azabı gördükleri zaman o zalimleri bir görsen; “(dünyaya) geri dönecek (ve hayırlı ameller işleyecek) bir yol var mı acaba?” diyeceklerdir.

  • 42:45

    وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ

    (Ey Resulüm!) Onları görürsün ki, (ahirette) zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden gizlice (ve çaresizce ve zelil bir halde etrafa) bakışıverirler. İman edenler ise: "Gerçekten asıl hüsrana düşenler, (işte bu) kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem de ailesini ve ehlini hüsrana sürükleyenlerdir" diyecek (ve kendi hallerine şükredecek)lerdir. Haberiniz olsun; gerçekten (imansız) zalimler, kalıcı (ve kahra uğratıcı) bir azap içindelerdir.

  • 42:46

    وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ

    Onların Allah'ın dışında kendilerine yardım edecek velileri (dostları ve sahip çıkanları) olmayacaktır. Allah (inkârı ve istismarı sebebiyle) kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir (çıkış) yolu bulunmayacaktır. (Kurtuluş çareleri tükenmiştir.)

  • 42:47

    اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ

    (Ey insanlar!) Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün (başınıza) gelmeden evvel, Rabbinize (Kur'an’a ve Sünnet’e) icabet edin. (Allah’ın emrine ve bütünüyle İslam’ın hükmüne girin.) Çünkü o gün, (artık) sizin için sığınılacak bir yer bulup (Allah’ın elinden kurtulmanız mümkün değildir); ve sizin için (artık gerçeği ve işlediğiniz kötülükleri) inkâr etmeye (veya ortadan kaybolup bilinmez hale gelmeye de bir fırsat verilmeyecektir.)

  • 42:48

    فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ

    (Ey Nebim!) Şayet onlar Senden ayrılıp sırt çevirecek olurlarsa (aldırma), artık Biz Seni onların üzerine bir muhafız, (bekçi ve zorla hidayete getirici) olarak göndermiş değiliz. Sana düşen, yalnızca tebliğdir. Gerçek şu ki, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda insan bir nankör kesiliverir.

  • 42:49

    لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ

    Göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. Dilediğini yaratıverir, dilediğine kız çocukları ihsan edebilir, dilediğine de erkek çocukları bağışlayıp verir.

  • 42:50

    اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَاِنَاثًاۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يمًاۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ

    Veya erkekler ve dişiler olarak çift (ikiz) verir. Dilediğini ise kısır bırakıverir. Gerçekten O, (her şeyi ve ayrıntıları ile) Bilendir, Güç yetirendir.

  • 42:51

    وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ

    Allah'ın bir insanla (karşılıklı) konuşması olacak şey değildir. Ancak vahiyle (kalbine ilham ederek), veya perde arkasından (sinema perdesindeki veya ekrandaki görüntü misali tecelli suretinde seslenerek), veya bir resul gönderip (ona) Kendi izniyle dilediğini vahyederek (olabilir). Gerçekten O Yücedir, Hüküm ve Hikmet sahibidir. (Kasas Suresi 30. ayetinde de bu durum haber verilmektedir.)

  • 42:52

    وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحًا مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ

    (Ey Nebim!) İşte böylece Sana da emrimizden bir ruh vahyettik. (Sana çok özel bir inayet, hidayet ve hikmet bahşettik.) Ki Sen, kitap nedir, iman nedir (bunların hakikatine nasıl erişilir?) bilmezdin. Ancak Biz Onu (Kur'an’ı) bir nur (hidayet ve istikamet ışığı, şuur ve huzur kaynağı, kurtarıcı kanun ve kurallar dayanağı) kılıverdik, Onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz Sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletmektesin.

  • 43:30

    وَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ وَاِنَّا بِه۪ كَافِرُونَ

    Fakat kendilerine Hakk gelince; "Bu bir büyüdür, kesinlikle biz ona (karşı) kâfir olanlarız" deyip (çıkmışlardı).

  • 43:49

    وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ اِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ

    Ve (nihayet) onlar (Hz. Musa’ya dönerek) dediler ki: "Ey büyücü, sende olan ahdi (sana verdiği sözü) adına bizim için Rabbine dua et; (ki bu belaları üstümüzden kaldırsın,) gerçekten biz (o takdirde) hidayete gelmiş olacağız."

  • 46:7

    وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ

    Onlara açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu zaman, o inkâr edenler; kendilerine gelmiş olan Hakk (Din ve davet) için, “Bu, apaçık bir büyüdür" diyorlardı.

  • 51:39

    فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

    Fakat o, 'bütün enaniyetiyle (siyasi yetkisine ve askeri gücüne güvenip)' yüz çevirmişti ve: "(Bu Musa) Ya bir büyücü veya bir delidir" demişti.

  • 51:52

    كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

    İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka (ona): "Büyücü veya cinnlenmiş" demişlerdir.

  • 52:15

    اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ

    (Cehenneme atılırken:) "Bu da mı bir büyü, yoksa siz mi görmüyorsunuz?" (diye sorulup aşağılanacaklardır.)

  • 54:2

    وَاِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ

    Onlar (inkârcılar ve kalbi marazlılar) bir ayet (mucize) görseler, hemen sırt çeviriyorlar (normal ve doğal bir şey gibi yorumluyorlar) ve: "(Bu öteden beri) Süregelen bir büyüdür" deyip çıkıyorlardı.

  • 61:6

    وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

    Hani o vakit Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, kesinlikle ben, Allah'ın size (gönderdiği) bir elçisiyim. Benden önceki Tevrat'ı tasdik edici ve benden sonra ismi ‘Ahmed’ olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat buna rağmen O, onlara kesin belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" demişlerdi.

  • 74:24

    فَقَالَ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُۙ

    Ardından; "Bu sadece, (eskiden beri birbirine) 'aktarılarak öğrenilen' bir büyüdür" diyerek (Peygamberin davetini hafife aldı).