Peygamberimizin bazı özellikleri

  • 5:11

    Ey iman edenler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani (zalim ve kâfir) bir topluluk size ellerini uzatmaya (üzerinize saldırıp öldürmeye ve esir almaya) yeltenmişti de, (Allah) onların ellerini sizlerden geri püskürtmüştü. (O halde) Allah'tan korkup (şirkten ve nankörlükten) sakının. Mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül edip dayansınlar.

  • 8:1

    (Ey Resulüm!) Sana savaş ganimetlerini sorarlar. De ki: "Ganimetler Allah’a ve Resulüne aittir. (Onlar adına adil bir devlet ve hükümet bu işi yürütmelidir.) Buna göre, eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının, birbirinizin arasını düzeltin, Allah'a ve Resulüne itaat edin." (Çünkü mü’minler Kur’an’ın ve Resulüllah’ın yolundan giderler.)

  • 8:5

    Hani nasıl ki; Rabbin Seni evinden Hakk uğrunda (Bedir Savaşı’na) çıkardığında, kesinlikle mü'minlerden bir grup (bundan hoşlanmamış ve) isteksiz davranmışlardı.

  • 8:6

    (Her konuda) Hakk (ve hayır, artık İslam’la) ortaya çıkmış iken, sanki göz göre göre (gereksiz yere ve kesin bir) ölüme sürülüyorlarmış gibi (cihad hususunda) Seninle (boşuna) tartışıp duruyorlardı.

  • 8:7

    (Bedir Savaşı öncesinde) Hani o vakit Allah, iki topluluktan (Ebu Süfyan’ın kervanından ve Ebu Cehil’in ordusundan) birinin sizin olacağını (ya GANİMET’e veya müşriklerle savaşıp ZAFER’e ulaşacağınızı) va’ad etmişti; siz ise şevketsiz (silahsız ve desteksiz) olanın (daha kolay ele geçirilip yararlı olacağına inanılan kervanın ve ganimet mallarının) sizin olmasını dilemiştiniz. Oysa Allah; Kelimeleri (Kur’ani hüküm ve haberleri) ile Hakkı(n hâkimiyetini) gerçekleştirmek ve inkârcıların (ve münafıkların) ardını-kökünü kesmek (böylece zulüm ve hıyanet saltanatlarını sizin elinizle devirmek) istiyordu.

  • 8:8

    Allah bununla; mücrimler hoşlanmasalar da, Hakkı gerçekleştirip (üste çıkarmak) ve bâtılı geçersiz kılıp ortadan kaldırmak (diliyordu).

  • 8:30

    (Ey Resulüm! Hatırla) O vakti ki; inkârcılar Seni tutup bağlamaları (ve hapse atmaları) veya öldürmek (suretiyle Senden kurtulmaları, ya da Seni ülkenden çıkarıp) sürgüne yollamaları için, aleyhinde tuzak kuruyor (ve hesap yapıyorlardı). Onlar Sana bu hileyi düşünürken, Allah da onlara tuzak kuruyordu. (Sana hicret emri vererek; Medine’ye gitmeni ve İslam devletini kurarak geri dönüp Mekke’yi fethetmeni ve müşrik düzenle­rini tepelemeni kolaylaştırıyordu.) Doğrusu Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.

  • 8:41

    Bilin ki, 'ganimet olarak ele geçirdiğiniz' şeylerin beşte biri (devlet ve millet hizmetinde kullanılmak üzere); muhakkak Allah'ın, Resul'ün, Ona yakınlığı olanların, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Eğer Allah'a (inanıyorsanız); ve Hakk ile Bâtıl’ın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun karşı karşıya kaldığı (ve mü’minlerin kazandığı) günde (Bedir'de) kulumuza (Hz. Muhammed Aleyhisselam’a) indirdiğimize (Kur’ani hükümlere ve müjdelere) iman ediyorsanız (ganimeti böyle bölüşün). Allah, her şeye güç yetirendir.

  • 9:40

    Siz Ona (Peygambere ve Hakk Dava Önderine) yardım etmezseniz (zararlı çıkan siz olacaksınız, çünkü) Allah Ona zaten ve kesinlikle yardım etti (ve edecektir). Hani o zaman kâfirler, (Hz. Ebubekir’le) ikiden biri (Kelime-i Tevhidin ikinci iman gereği ve “Muhammedün Resulüllah” gerçeği) olarak Onu (Mekke'den) çıkarmışlardı da; o ikisi mağarada (ve kıstırılmış durumda) oldukları sırada arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma (ve sakın endişe duyma, çünkü), elbette Allah bizimle beraberdir!" Böylece Allah Ona 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, Onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr sözlerini ve küfür-sömürü sistemlerini) ise aşağı ve bayağı (konuma) getirmişti. Allah'ın kelimesi (Kur’an kelâmı ve ahkâmı) ise, en yücedir (ve kıyamete kadar geçerlidir). Allah Üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 9:61

    Onlardan öyle kimseler de (var ki,) Peygamber'e eziyet edip incitirler; “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır (çevresindekilere aldanmaktadır)” diyerek (hücum ve hakaret ederler). De ki; “O, (aslında) sizin için bir hayır kulağıdır. (Hz. Muhammed AS) Allah'a da inanır, mü'minlere de inanır. Sizden gerçekten inananlar için de, O bir rahmettir. (Buna rağmen) Allah'ın Resulünü incitenler (ve eziyet edenler ise) acı bir azabı (hak etmişlerdir. Her türlü lanet ve zillet onlar içindir.)

  • 15:87

    (Ey Resulüm ve ümmeti!) Andolsun, Sana (huzur ve şuurla) tekrarlanan yediyi (namazların her rekâtında tekraren okunan ve Kur’an’ın özeti sayılan Fatiha-i Şerifi) ve Yüce Kur'an-ı Azim’i verdik.

  • 15:88

    (Öyle ise) Onlardan (inkârcılardan ve münafıklardan) bazılarını yararlandırdığımız “Ezvaç”a (şehvet, servet ve şöhret gibi; herkesin imrendiği ve özendiği gösterişli, benzeyişli ve iştah çekici eşlere, nimetlere, dünyalık makam ve menfaat gibi geçici şeylere) sakın gözünü dikme, onlardan dolayı hüzne kapılıp üzülme, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger (ve kutlu sonu bekleyiver.)

  • 15:89

    Ve (ey Resulüm!) De ki: "Ben ancak uyarıp korkutan bir Peygamberim."

  • 15:90

    Tıpkı o (dinlerini) taksim edicilerin (kolay tarafını alıp zor kısmını bırakıverenlerin) üzerine indirdiğimiz (azapla sizi de uyarmaya geldim).

  • 15:91

    Onlar ki Kur’an’ı parça parça edip bölümlere ayırmışlar (işlerine gelen kısmını alıp, diğer hükümlerini önemsiz ve gereksiz saymışlar, böylece sapıtıp azıtmışlar)dı.

  • 15:92

    Rabbine andolsun, onların tümüne (bunun hesabını) soracağız.

  • 15:93

    Yapmakta oldukları (sahtekârlık, riyakârlık ve fesatlık gibi) şeyleri (onlara hatırlatacağız).

  • 15:94

    (Ey Nebim ve Onun varisleri!) Sana emrolunan (hüküm ve hakikatleri) açıkça (kâfir ve zalimleri çatlatırcasına) anlat ve müşriklerden yüz çevirip (saldırılarına aldırma ki, onlardan intikamımızı alacağız!)

  • 15:95

    Şüphesiz, (Hakk’tan ve hayırdan ayrılmadan ve hainlerin hücum ve hakaretine aldırmadan davet ve hizmetine devam ettiğin için Seninle) o alay edenlere karşı Biz Sana kâfiyiz (ve yanındayız! Sevap ve şeref kazanman için bazı sıkıntı ve saldırılara uğratırız, ama asla Seni sahipsiz bırakmayız ve zalimlerin ezmesine fırsat tanımayız).

  • 15:96

    Ki onlar, Allah ile beraber başka ilahları (birtakım aracıları ve tanrılaştırdıkları şahısları Cenab-ı Hakka ortak) kılmaktadırlar; onlar yakında (gerçeği ve başlarına geleceği) bilip-öğreneceklerdir (asla yaptıklarını yanlarına bırakmayacağız).

  • 15:97

    Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı Senin göğsünün daraldığını biliyoruz (ama sabret, Seni zafere ulaştıracağız).

  • 15:98

    Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve (O’nun kudret ve rahmeti karşısında) secde edenlerden ol. (Dosdoğru namaz kılanlardan, Allah'ın ahkâmına ve adalet nizamına tâbi ve taraf olanlardan ol; faizi, zina serbestliğini, Lut kavmi amelini (eşcinselliği), dalâlete düşmüş kitap ehlinin taklitçilik ve takipçiliğini kurtuluş sananlara aldırma ve korkma ki, Biz Senin yanındayız.)

  • 15:99

    Ve Sana yakin (yani ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk ve ibadete (ve Kur’ani istikamete) devam et (ve kurtul ki, Biz herkesi sonunda mutlaka hak ettiğine ulaştıracağız!)

  • 17:1

    • NOT: [İSRA SURESİ ilk ayetlerinde: a-Hem Miraç hadisesinin hikmet ve hedefleri anlatılmaktadır. b-Hem Mescid-i Aksa’nın (Kudüs ve Filistin topraklarının) ve civarının; Doğu Akdeniz Havzası, Türkiye, Mısır, Sudan, Suriye, Irak, İran ve Arabistan yarımadasının, iklim ve bitki ürünleri ve yer altı zenginlikleri bakımından bereketli kılındığı, ve özellikle Hakk Dinin ve büyük medeniyetlerin beşiği yapıldığı vurgulanmaktadır. c-Hem de Beni İsrail’in küfür ve zulüm ehlinin kirli geçmişlerine ve günümüzdeki acı akıbetlerine işaret buyrulmaktadır.]

    Bazı ayetlerimizden (ibret ve hikmet mucizelerimizden) kendisine göstermek için, (en makbul ve muhterem) kulunu (Hz. Muhammed’i AS) bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren (oradan da bütün gök katlarına yükseltip kudret ve hikmet eserlerini seyrettiren. Bak: İsrâ-93) ) O (Allah) Yücedir. (Sübhan olup her türlü hata ve noksanlıktan münezzehtir.) Gerçekten O (her şeyi, herkesi, her sesi ve kalpten geçeni) İşitendir, Görendir. (Öyle ise devamlı O’nun huzurunda bulunduğunuzu unutmayınız.) [Not: Böylece insanlar içerisinden seçip Kendi Zatına en güzel ve en mükemmel Halife makamına eriştirdiği Hz. Muhammed’e (SAV), Kâinatın bütün tabakalarını ve oralardaki harika yaratıklarını bizzat göstermek ve İlahi müjde ve mesajlarını hepsine iletmek üzere, Onu Mİ’RAC’a çıkarmıştır.]

  • 17:90

    Onlar dediler ki: “Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça Sana kesinlikle inanmayız (ve inanmayacağız).”

  • 17:91

    “Ya da Sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden (görülmedik güzellikte) bir bahçen olmalı, öyle ki aralarından da şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın.”

  • 17:92

    “Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahit olarak) getirip (bizimle konuşturmalısın).”

  • 17:93

    “Yahut (tamamı) altından yapılmış (saray gibi) bir evin olmalı, veya (gözümüzün önünde) gökyüzüne yükselip çıkmalısın. Ayrıca üzerimize, (gökten meleklerle getirilen ve) bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirip (önümüze koymalısın). Aksi halde Senin oraya (göklere) yükselmene (Miraç hadisene) asla inanmayacağız!” (Ey Nebim, onlara) De ki: “Rabbimi (tesbih ve tenzih edip) yüceltirim; Ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım (ki bu dediklerinizi yapayım)?”

  • 17:94

    Aslında kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri (ve bahaneleri)dir.

  • 17:95

    De ki: "Eğer yeryüzünde (insanlar değil de) yürüyen ve huzura-sükûna erişen melekler (imtihan için yaratılmış) olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak (insan yerine) elbette melek gönderirdik."

  • 17:96

    De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeterlidir (herkesin niyetini ve gayretini çok iyi bilmektedir); kuşkusuz O, kullarından hakkıyla Haberdardır, (her şeyi ayrıntılarıyla) Görendir."

  • 22:15

    Her kim Allah’ın ona (Hakka davet ve istikamet yolundaki sebat ve sadakat ehli kuluna) ne dünyada ne de ahirette asla yardım etmeyeceğini (başarıya eriştirmeyeceğini, zafer ve galibiyet vermeyeceğini) sanıyor (ve savunuyorsa, kesinlikle aldanıyor ve şeytani karakterinden böyle söylüyor.) Hele göğe (darağacı gibi) bir araç uzatsın (ve ipi boynuna taksın), sonra (ayaklarını yerden) kesiversin de baksın (bakalım, ruhundaki nifaktan dolayı) kurduğu tuzak içindeki öfkesini giderebilecek mi? (Halbuki hainler ve kâfirler çatlasa da, Allah elçilerini muvaffak, dinini ise hükümran kılıverecektir.)

  • 24:11

    (Hz. Peygamberin eşine -Hz. Aiyşe’ye- yönelik) Gerçekten, uydurulmuş bir yalanla ve ağır (zina iftirasıyla yanınıza) gelenler, kendi içinizden (zahiren sizinle birlikte hareket eden) bir ekiptir; (ama) siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine o (sonuçları itibariyle) sizin için bir hayırdır. (Çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir kişi kazandığı günahın cezasını çekecektir. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenen (o çirkin yalanı uyduruveren) ise daha ağır bir azabı hak etmiştir.

  • 24:12

    Ne olurdu, onu (masum bir kadın ve erkeğe iftira suçunu) işittikleri zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri (vicdanları) adına hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır” deselerdi ya!.. (Böyle davranmaları gerekmez miydi?)

  • 24:13

    (Bu asılsız ve kasıtlı ithamları ortaya atanlar) Şayet (haklı iseler, iddialarını ispatlamak için) buna karşı dört şahit getirselerdi ya... (Ancak bu) Şahitleri getiremediklerine göre, artık onlar Allah katında (alçak) yalancıların ta kendileridir.

  • 24:14

    Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizdeki (sonsuz) fazlu inayeti ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük bir azap dokunuverirdi.

  • 24:15

    Çünkü o durumda siz (maalesef) onu (iftirayı) dillerinizle (birbirilerinize) aktardınız ve hakkında (kesin belgeniz ve) bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söyleyip yaydınız ve bunu (masum bir kadının namus ve onurunu karalamayı ve Hz. Resulüllah’ın ailesine hakarette bulunmayı) kolay (ve basit bir şey) sandınız; oysa o Allah katında çok büyük (bir vebaldir).

  • 24:16

    Şayet onu işittiğiniz zaman: “Bu konuda söz söylemek (ve münafık iftiracıları haklı görmek) bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; (hâşâ!) bu, büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?

  • 24:63

    (Ey iman edenler ve toplum düzenine girenler!) Sakın Elçinin (ve temsilcilerinin talimat ve) davetini, aranızda herhangi birinizin diğerini (hizmete) çağırması gibi değerlendirmeyin. Allah sizden, birbirinizin (ve uydurma mazeretlerin) arkasına gizlenerek sıvışıp kaçanları (ve görevden kaytaranları çok iyi) bilir. Bu nedenle Elçinin (Kur’an’ın Adil Düzenine davetçilerin) emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut kendilerine acı bir azabın dokunmasından korkup çekinmelidirler!..

  • 25:52

    (Ey Resulüm!) Bu nedenle Sen (kat’iyen) kâfirlere (ve zalim rejimlerine) itaat etme (boyun eğme); onlara karşı bununla (Kur’an ile) büyük cihad et! (Kur’an’ın hükümlerine uygun bir adil düzen ortaya koyup savunarak; inkârcı ve münafık zalimlerle mücadele yürüt ki, huzur ve haysiyetiniz buna bağlıdır.)

  • 27:79

    (Öyle ise) Sen, artık (sadece) Allah'a tevekkül et; çünkü gerçekten Sen apaçık olan Hakk (gerçek iman ve ahlâk) üzerindesin.

  • 27:80

    Şüphesiz Sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara (ve Kur’an’a karşı sığır gibi davrananlara) da (yaptığın) çağrıyı işittiremezsin.

  • 27:81

    Ve Sen (kalpleri) körleri de düştükleri sapkınlıktan çekip hidayete erdirici değilsin; Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte (asıl) Müslüman olanlar da bu kimselerdir.

  • 33:6

    (Hz.) Peygamber (AS gerçek ve samimi) mü'minlere kendi nefislerinden daha evladır (değerli ve önceliklidir), ve Onun zevceleri de onların (bütün Müslümanların) anneleridir. Rahim sahipleri (yakın akrabalar) da, Allah'ın Kitabında birbirlerine öteki mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. (Akrabalık hakkına uyulmalıdır.) Ancak (sadık) dostlarınıza (dava arkadaşlarınıza) ma’ruf üzere (örfe uygun) yapacağınız (yardımlar) başkadır (bu izin verilen ve takdir edilen bir davranıştır); bunlar Kitap'ta yazılmış (Kur’an’da açıklanmış) bulunmaktadır.

  • 33:28

    Ey (Aziz) Peygamber! (Dünyalık rahatları ve menfaatleri için Seni üzen) Eşlerine söyle: "Eğer siz dünya hayatını ve onun süslü-çekiciliğini (ziynetli giyim kuşamını) istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım (boşanma bedellerinizi ödeyeyim) ve güzel bir ayrılma tarzıyla sizi salıverip bırakayım."

  • 33:29

    (Yok) "Eğer siz Allah'ı, Resulü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, artık hiç şüphesiz Allah, içinizden iyilik-güzellik (sadakat ve kanaat) ehli olanlar için büyük ecir hazırlamıştır.”

  • 33:30

    Ey Peygamberin hanımları, sizden kim açık bir çirkin-utanmazlıkta bulunursa, (Resulüllah’a hürmet ve edep konusunda şımarık davranırsa,) onun azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır.

  • 33:31

    (Ama) Sizden kim Allah'a ve Resulüne gönülden itaat eder (her konuda hayırlı ve yararlı işlerde) ve salih amelde bulunursa, ona da ecrini iki kere (hem dünya hem ahirette) veririz. Ve Biz ona (ayrıca) üstün bir rızık da hazırlamışızdır.

  • 33:32

    Ey Peygamber hanımları! Siz kadınlardan herhangi birileri gibi değilsiniz. (Bu nedenle rastgele ve laubali davranamazsınız.) Eğer takva sahibi olmak istiyorsanız, (nikâh düşen yabancı erkeklere karşı) yumuşak ve cilveli konuşmayın (ve kırıtmayın). Sonra kalbinde maraz (şehvet ve nifak hastalığı) bulunan kimseler tama’ ederek (sizinle ilgili nefsani umut ve kuruntulara kapılır. Şayet nikâh kıyılabilen insanlarla konuşmak mecburiyetinde kaldığınızda ise sadece) ma’ruf (bilinen ve saygı gösterilen, edepli ve ciddiyetli) sözler kullanın.

  • 33:33

    Hem vakarınızla (ağır başlı ve saygılı biçimde) evlerinize bağlı kalın (zaruri ihtiyaçlar, çalışma durumları, alışveriş ve öğretim konuları dışında, kendi hanenizde kalıp, yuvalarınızı eğitim ve üretim merkezlerine çevirmeye çalışın). Evvelki cahiliye (devri kadınları) gibi süslenip saçılarak, (teşhircilik yapmak; güzel ve çekici yerlerinizi ve cilvelerinizi gösterip erkekleri kendinize baktırmak için) kırıtarak sokağa çıkmayın; namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Elçisine itaatli (dikkatli ve erdemli) davranın. Ey Ehl-i Beyt (Resulüllah’ın ailesi)! Gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) giderip arındırmayı ve sizi tertemiz kılmayı arzulamaktadır.

  • 33:34

    (Ey Peygamber hanımları ve ey mü’minlerin hayat arkadaşları; her durumda ve her konuda) Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti (Peygamber sünnetini ve öğütlerini) hatırlayın (tekrarlayıp çocuklarınıza aktarın ve ona göre davranın). Şüphesiz Allah Lâtif’tir (gizliliklere vakıftır ve her şeyden) Haberdar olandır.

  • 33:38

    Allah'ın kendisine farz kıldığı (ve helâl saydığı) bir şey(i yerine getirme)de Peygamber üzerine hiçbir (vebal) sıkıntı ve sorumluluk yoktur (ve bundan dolayı kınanması çirkindir ve cehalettir.) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah'ın sünneti (uyguladığı prensibi de) budur. Allah’ın emri; (bütün işleri ve hükümleri, ölçüyle tanzim ve) takdir edilmiş bir kaderdir. (Bunun değiştirilmesi ve geciktirilmesi mümkün değildir.)

  • 33:39

    (Rabbinin seçtiği ve rehber tayin ettiği kutlu insanlar) Ki onlar; Allah’ın risaletini (mesaj ve müjdesini öğrenip öğreten ve) tebliğ edip (yayanlardır). Bunlar O'ndan (Allah’tan) içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. (Zaten) Hesap görücü olarak Allah kâfidir.

  • 33:50

    Ey Peygamber (AS), gerçekten Biz Sana (nikâh) ücretlerini (mehirlerini) verdiğin (kendi) hanımlarını ve Allah'ın Sana ganimet (özel bir nimet ve kısmet) olarak verdiklerinden sağ elinin malik olduğu (özel nikâh sözleşmeli kadınlar) ile; Seninle birlikte hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını ve teyzenin kızlarını (bunlardan biriyle ve karşılıklı uygun bulmak üzere evlenmenizi) helâl kıldık; bir de, kendisini Peygambere hibe eden (Allah rızası için Efendimizin hizmetinde olmayı hedefleyen) ve Peygamberin de kendisini almak istediği mü'min bir kadını da, -diğer mü'minler için değil, sadece Sana has olmak üzere- (Senin için helâl kıldık). Biz, kendi eşleri ve sağ ellerinin malik olduğu (sözleşmelileri) konusunda onlar (mü'minler) üzerine neyi farz kıldığımızı (evlenme şartlarını) biliyoruz (Kur’an’la da beyan ediyoruz ki) böylelikle Senin için hiçbir sıkıntı ve zorluk olmasın. Allah çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.

  • 33:51

    (Ey Nebim, bu hanımlarından) Onlardan dilediğini (sıra ile yanlarına uğrama nöbetini) geri bırakıverirsin, dilediğini de yanına alıp-barındırabilirsin; (azledip bırakarak) ayrıldıklarından (ise), ilgi ve istek duyduklarına (dönmende) Senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın (en uygun) olan da budur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Halîm’dir. (Hemen cezalandırmayıp kullarına mühlet ve fırsat verendir.)

  • 33:52

    Bundan sonra (başka) kadınlarla (evlenmek) ve bunları başka eşlerle değiştirmek (onları boşayıp yeni hanımlar getirmek) -şayet güzellikleri Senin hoşuna gitse bile- artık Sana helâl değildir; ancak (şimdilik) elinin altında bulunanlar hariçtir. Allah her şeyi Gözetleyip Denetleyendir.

  • 33:53

    Ey iman edenler! (Rastgele ve hürmetsizce) Peygamberin evlerine girmeyin; ancak, (davetli olarak) yemek için size izin verilmesi hariçtir. (Bir başka iş için girmişseniz, ille de) Yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) Davet edildiğiniz zaman (ise edep ve hürmetle içeri) girin, yemeği yiyince (de hemen) dağılın ve (sohbet için eğleşip uzun) söze dalmayın. Gerçekten bu (durum), Peygambere eziyet vermekte, ama o da sizden (kalkınız demekten) utanmaktadır; oysa Allah, Hak(kı açıklamak)tan utanmaz. Onlardan (Peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz (veya soru yönelteceğiniz) zaman ise perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de daha temizdir. Allah'ın Resulüne eziyet vermeniz ve ondan (ölümünden) sonra eşlerini nikâhlamanız size ebedi olarak (helâl) olmaz (onlar anneniz konumundadır). Çünkü böyle yapmanız, Allah katında çok büyük (bir günah)tır.

  • 33:56

    Kesin bir gerçektir ki; Allah ve O’nun melekleri (ve kâinattaki tüm görevlileri ve enerji (nur) güçleri Hz.) Peygambere salât edip (destek vermekte ve dua etmektedirler. Öyle ise) Ey iman edenler, siz de Ona salât edin (Hz. Peygamberin sünnetine ve hayat sistemine uyuverin ve Hakk Dinin hâkimiyeti için gayret gösterin) ve tam bir teslimiyetle Ona salâtü selam getirin. (Resulüllah’a saygılı ve itaatli davranın.)

  • 33:59

    Ey Nebi, kendi hanımlarına, kızlarına ve mü’min kadınlara: (Sokağa çıktıklarında) Dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; (bu) onların, (hürriyet ve iffet sahibi olarak) tanınmaları ve (her türlü taciz ve) eziyete uğramamaları için en uygun olanıdır. Allah Gafûr ve Rahim’dir.

  • 33:60

    Yemin olsun ki, eğer münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde (ülkede yalan haber ve yanıltıcı yorum yazarak) kışkırtıcılık yapanlar (bu fesatlıklarından) vazgeçmeyecek olurlarsa, mutlaka Seni onların karşısına dikeriz (ve galip getiririz,) sonra Seninle (pek az bir süre aynı ülkede) birlikte kalabilir (ve fesatlıklarını sürdürebilirler.)

  • 33:61

    (Ardından mutlaka) Lanete uğratılmış (ve hıyanetlerinin farkına varılmış)lar olarak nerede bulunsalar yakalanarak (tutuklanırlar, bunların halkı azdırıcı ve fesat çıkarıcı takımı da) elbette öldürülüp (kahru perişan edilirler.)

  • 33:62

    (Bu) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünneti (ve değişmez sistemi)dir. Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın. (Allah’ın doğal ve sosyal kanunları her zaman geçerlidir ve yürürlüktedir.)

  • 40:77

    (Ey Nebim!) Şu halde Sen sabret (ve umutla dayan ki), hiç şüphesiz Allah'ın va'adi Hakk’tır. Sonunda ya onlara va'ad ettiğimiz (azab)ın bir kısmını (dünyada iken) Sana göstereceğiz; ya da Senin hayatına son versek bile, (yine onları kahredeceğiz ve zaten sonunda) onlar mutlaka Bize döndürüleceklerdir.

  • 40:78

    Muhakkak Biz Senden önce de resuller (nice elçiler ve davetçiler) gönderdik; onlardan kimilerini Sana aktarıp-anlattık ve kimilerini de hiç anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah'ın izni olmaksızın bir ayeti (mucizeyi ve DİN ölçülerini) getirmek olacak şey değildir. Allah'ın emri geldiği zaman ise, (kesinlikle) Hakk ile hüküm verilir ve işte o zaman, (Hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar (ve bâtılı seçip savunanlar) hüsrana uğrayıp (gideceklerdir).

  • 48:28

    (Her çağda ve her koşulda) Bütün dinlerden (ve düzenlerden) üstün (ve hâkim) kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve Hakk Din ile gönderen O’dur. (Bu hükmünü gerçekleştirmek ve kullarının Hakk’tan mı bâtıldan mı taraf olduğunu imtihan edip seçmek üzere) Şahit (gözetleyici ve değerlendirici) olarak Allah (CC) yeterlidir.

  • 48:29

    (Elbette ve kesinlikle Hz.) Muhammed (SAV) Allah’ın Resulüdür; beraberinde bulunanlar (ve kıyamete kadar Onun yanında ve yolunda olanlar) da; inkârcı (zalimlere) karşı şiddetli (cesaretli, mert ve metin), kendi aralarında ise (gayet müsamahalı ve) merhametlidirler. Onları rükû ve secde ederek (her hizmet ve ibadetlerinde sadece) Allah’ın fazlını (lütfu ihsanını) ve rızasını ararken görürsün. Onların nişanları, (nurlu) yüzlerindeki secde izleridir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Sanki bir ekin (tohum kabuğunu) yarıp filizlerini çıkarmış, gittikçe onu (bitki fidesini ve gövdesini) kuvvetlendirerek kalınlaşmış, derken sapları üzerine doğrulup boy atmıştır. Ki bu durum (emek çeken) ziraatçıların da hoşuna gider. Allah’ın (mü’minleri ve İslami hareketleri böyle tedricen geliştirip güçlendirmesi) bunlarla kâfirleri öfkelendirmek (ve zalimleri kahretmek) içindir. (Ama onlardan, sonunda inadından ve inkârından dönüp) İman eden ve salih ameller işleyenlere Allah (yine de) mağfiret ve büyük mükâfat va’ad etmiştir.

  • 49:1

    Ey iman edenler, (hiçbir meselede ve hiçbir şekilde, sakın) Allah'ın ve O’nun Resulü’nün önüne geçmeyin (Onların sözlerine kendi keyfinizce yorumlar getirmeyin ve kendi tahmin ve temennilerinizi onların üstünde tutuvermeyin) ve Allah'tan (gereği gibi korkup) sakının. Şüphesiz Allah, (her şeyi ayrıntılarıyla) İşitendir, Bilendir.

  • 49:2

    Ey iman edenler, sakın seslerinizi de (Hz.) Peygamberin sesinin üstünde yükseltmeyin (kendi görüşlerinizi, Allah elçisinin sağlam hadis ve hükümlerine tercih etmeyin) ve birbirinize bağırıp çağırdığınız gibi, (kabalık yapıp) Ona da yüksek sesle (ve edepsizce) konuşmayın! Çünkü (aksi halde) siz farkında ve şuurunda değilken, amelleriniz boşa çıkıverir.

  • 49:3

    Şüphesiz, Allah'ın Resulü'nün yanında (ve gıyabında tevazu ve teslimiyetinden dolayı) seslerini kısıp alçak tutanlar (var ya); işte onlar, Allah’ın kalplerini takva(ya ulaştırması) için imtihan ettiği (çeşitli sıkıntı ve sarsıntılarla eğittiği) kimselerdir. Kesinlikle mağfiret (bağışlanıp affedilmek) ve büyük bir ecir onlar içindir.

  • 49:4

    (Ey Resulüm!) Şüphesiz, (evindeki) odaların (kapıları) arkasından Sana (uygunsuzca bağırıp) seslenenler (Elçiye karşı edep ve hürmete riayet etmeyenler), onların çoğu aklını kullanmayan (şuurlu ve sorumlu davranmayan) kimselerdir.

  • 49:5

    Eğer onlar, Sen onların yanlarına çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı, herhalde (bu) kendileri için daha hayırlı olurdu. (Ama buna rağmen) Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.

  • 59:6

    Onların Allah’ın Elçisine verdikleri “FEY’e” (savaşsız kazanılan ganimet, servet ve devlete) gelince; ki buna karşı (bu zaferi kazanma kastıyla) siz at ve deve koşturmamış (silah kuşanmamış ve kullanmamış)tınız. Ancak Allah, elçilerini (zulüm ve kötülük ehlinden) dilediklerinin üstüne musallat (edip muzaffer) kılmaktadır. Çünkü Allah her şeye gücü yetendir.

  • 59:7

    Allah'ın o (fethedilen bölge ve) şehir halkının (malından) Resulüne verdiği fey (ganimet malları); Allah'a, Resul'e, (Adil devlet ve hükümet bütçesine ve Elçiye) yakın akrabalığı olanlara (Ehl-i Beyt’e), yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden sadece zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (bir etkili nimet) olmasın. Peygamber size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan da uzaklaşın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah’ın, cezası (ikâbı) pek şiddetlidir. [Not: Bu ayet Hz. Peygambere hüküm koyma yetkisi verildiğini bildirmektedir.]

  • 66:1

    Ey (âlemlere rahmet) Peygamber! Eşlerinin hatırını ve gönül rızasını arayıp (öne alarak); Allah'ın Sana helâl kıldıklarını niçin kendine haram kılıp (nefsini mahrum etmektesin)? Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.

  • 66:2

    Allah (gereksiz) yeminlerinizin (kefâretle) çözülmesini size farz (veya meşru) kılmıştır. Allah sizin Mevlâ’nız (sahibiniz, yardımcınız)dır. O (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 66:3

    Hani o vakit Peygamber (SAV), eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Derken o da (diğer eşlerinden birine) bunu haber vermiş, Allah da Ona (Resulüllah’a) bunu açığa vurup bildirmişti. O (Peygamber) de bir kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda (Resulüllah bu) haberi (kendisine) verince (eşi) demişti ki: "Bunu Sana kim haber verdi?" O da: "Bana Alîm olan, (her şeyden) Haberdar olan (Allah) haber verdi" demişti.

  • 66:4

    Eğer sizler (Peygamberin iki eşi ve kötülüğe yönelen her kişi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalpleriniz (biraz kayıp) eğrilik gösterdi. Yok eğer Ona (Resulüllah’a) karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, Onun Mevlâ’sıdır (sahibi ve hamisidir; Meleklerin reisi) Cebrail ve mü'minlerin salihleri de (Onun velisidir). Ayrıca bütün melekler de Onun (Resulüllah’ın) destekleyicileridir.

  • 66:5

    (Ey Peygamber hanımları!) -Eğer O sizi boşayacak olursa- belki de Rabbi Ona, yerinize sizlerden daha hayırlı (olan); Müslüman, tam inanan, gönülden itaatkâr, tevbekâr, ibadette devamlı ve dikkatli olan, oruç (ve sır) tutan, (hicret ve cihat için) seyahate katlanan dul ve bakire eşler verir.

  • 73:1

    Ey (elbisesine) bürünüp örtünen (Resulüm! Ümmetin bilsin ki yatmakla ve tembel davranmakla hiç kimse maksadına erişemez). [Not: Müzzemmil=“Zemele, mütezemmelün” kökünden: Gece kıyafetine ve örtüsüne girip rahata çekilen anlamına gelir; (kinayeli olarak ise; "yüklendiği mesuliyeti daha fazla önemsemesi gereken" demektir.) Bu hitapta Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz üzerinden biz ümmetine; kulluk ve tebliğ sorumluluğumuzu daha bir dikkat ve titizlikle kuşanmamız, rahatımızı ve kolaycılığı bırakmamız gerektiği, dolaylı biçimde ikaz ve ihtar edilmektedir.]

  • 73:2

    (O nedenle) Birazı hariç (olmak üzere), geceleri kalkıver.

  • 73:3

    (Gecenin) Yarısını (ibadetle değerlendir, bir kısmında ise uyu ve dinlen) veya bu vakti biraz eksilt.

  • 73:4

    Yahut (durumuna göre) bunu biraz artır ve Kur’an’ı da tertil üzere (ağır, sakin ve anlayarak) oku(yup içine sindir ve ölçü edin!)

  • 73:5

    Doğrusu Biz Senin üzerine oldukça ağır bir söz (Vahy-i İlahi gibi çetin bir emanet) yükleyeceğiz (ve Seni büyük mesuliyet altına sokacağız).

  • 73:6

    Şüphesiz gece (uyanıp İlahi huzura durma ve Kur’an’a yoğunlaşma) neş’eti (insanın biraz uyuyup dinlendikten sonra kalkıp ibadete yönelmesi, gönül lezzeti bakımından; beyin, beden ve ruh arasında tam bir uyum ve huzur sağlamak ve) etkili olmak açısından daha sağlamdır, (şuurlu bir) okuyuşa ve kavrayışa daha elverişli bulunmaktadır.

  • 73:7

    Zira gündüzleri Senin uzun süre meşgul olacağın daha başka uğraşların vardır.

  • 73:8

    (Ey Nebiyyi Zişanım!) Sadece Rabbinin ismini, (Sahibinin hikmet ve kudretini düşünerek, devamlı) zikret ve kendini her şeyden çekerek, (maddi ve nefsani şeylerden kalben alâkanı keserek ve gönlünü Mevlâ’ndan gayrısından-masivadan temizleyerek,) yalnızca O’na yönel (ki huzur ve kurtuluş bundadır).

  • 73:9

    (Allah) Doğu’nun ve Batı’nın (bütün yönlerin ve ülkelerin) Rabbidir. O'ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O'nu vekil tut (Allah’ın va’adine güvenip sarıl). [Not: Gece ibadeti, huzurlu ve sürekli zikir, sadece Allah’a tevekkül ve teslimiyet, dünyanın geçici nimet ve zevklerini kalpten atıvermek… Bunların hepsi İslam tasavvufunun da prensipleri konumundadır. Asr-ı Saadet’te tasavvufun kendisi vardı, fiilen yaşanmaktaydı, ancak ismi konulmamıştı. Maalesef günümüzde ise, ismi vardı, ama birçok tarikatta tasavvufun kendisi ve hakikati kaybolmuş veya yozlaşmıştı.]

  • 73:20

    Gerçekten Rabbin, Senin gecenin üçte ikisinden biraz noksanında, (bazen) yarısında ve üçte biri kadarında (namaz için) kalktığını bilmektedir; Seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir etmektedir. Sizin bunu sayamayacağınızı (vakitleri ayarlamakta zorlanacağınızı) bildiği için, böylece tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etmiştir. Şu halde (namazlarınızda) Kur'an'dan (size) kolay geleni (en iyi ezberlenen bölümleri) okuyuverin. Allah sizden hastalar bulunacağını, bazılarının Allah'ın fazlından (rızıklarını) aramak için yeryüzünde gezip dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah yolunda (cihad için yola çıkıp) çarpışacaklarını bilmektedir de, işte bu yüzden (cemaatle kılınan namazları fazla uzatmayıp Kur'an'dan) kolay geleni okuyun diye izin vermektedir. Artık namazı dosdoğru eda edin, zekâtı ödeyin ve Allah'a güzel bir borç verin, ki hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulacaksınız. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir (sonsuz merhametli olandır).

  • 5:11

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ هَمَّ قَوْمٌ اَنْ يَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ۟

    Ey iman edenler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani (zalim ve kâfir) bir topluluk size ellerini uzatmaya (üzerinize saldırıp öldürmeye ve esir almaya) yeltenmişti de, (Allah) onların ellerini sizlerden geri püskürtmüştü. (O halde) Allah'tan korkup (şirkten ve nankörlükten) sakının. Mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül edip dayansınlar.

  • 8:1

    يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

    (Ey Resulüm!) Sana savaş ganimetlerini sorarlar. De ki: "Ganimetler Allah’a ve Resulüne aittir. (Onlar adına adil bir devlet ve hükümet bu işi yürütmelidir.) Buna göre, eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının, birbirinizin arasını düzeltin, Allah'a ve Resulüne itaat edin." (Çünkü mü’minler Kur’an’ın ve Resulüllah’ın yolundan giderler.)

  • 8:5

    كَمَٓا اَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِنْ بَيْتِكَ بِالْحَقِّۖ وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ لَكَارِهُونَۙ

    Hani nasıl ki; Rabbin Seni evinden Hakk uğrunda (Bedir Savaşı’na) çıkardığında, kesinlikle mü'minlerden bir grup (bundan hoşlanmamış ve) isteksiz davranmışlardı.

  • 8:6

    يُجَادِلُونَكَ فِي الْحَقِّ بَعْدَ مَا تَبَيَّنَ كَاَنَّمَا يُسَاقُونَ اِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنْظُرُونَۜ

    (Her konuda) Hakk (ve hayır, artık İslam’la) ortaya çıkmış iken, sanki göz göre göre (gereksiz yere ve kesin bir) ölüme sürülüyorlarmış gibi (cihad hususunda) Seninle (boşuna) tartışıp duruyorlardı.

  • 8:7

    وَاِذْ يَعِدُكُمُ اللّٰهُ اِحْدَى الطَّٓائِفَتَيْنِ اَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ اَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ وَيُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِر۪ينَۙ

    (Bedir Savaşı öncesinde) Hani o vakit Allah, iki topluluktan (Ebu Süfyan’ın kervanından ve Ebu Cehil’in ordusundan) birinin sizin olacağını (ya GANİMET’e veya müşriklerle savaşıp ZAFER’e ulaşacağınızı) va’ad etmişti; siz ise şevketsiz (silahsız ve desteksiz) olanın (daha kolay ele geçirilip yararlı olacağına inanılan kervanın ve ganimet mallarının) sizin olmasını dilemiştiniz. Oysa Allah; Kelimeleri (Kur’ani hüküm ve haberleri) ile Hakkı(n hâkimiyetini) gerçekleştirmek ve inkârcıların (ve münafıkların) ardını-kökünü kesmek (böylece zulüm ve hıyanet saltanatlarını sizin elinizle devirmek) istiyordu.

  • 8:8

    لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَۚ

    Allah bununla; mücrimler hoşlanmasalar da, Hakkı gerçekleştirip (üste çıkarmak) ve bâtılı geçersiz kılıp ortadan kaldırmak (diliyordu).

  • 8:30

    وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ

    (Ey Resulüm! Hatırla) O vakti ki; inkârcılar Seni tutup bağlamaları (ve hapse atmaları) veya öldürmek (suretiyle Senden kurtulmaları, ya da Seni ülkenden çıkarıp) sürgüne yollamaları için, aleyhinde tuzak kuruyor (ve hesap yapıyorlardı). Onlar Sana bu hileyi düşünürken, Allah da onlara tuzak kuruyordu. (Sana hicret emri vererek; Medine’ye gitmeni ve İslam devletini kurarak geri dönüp Mekke’yi fethetmeni ve müşrik düzenle­rini tepelemeni kolaylaştırıyordu.) Doğrusu Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.

  • 8:41

    وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Bilin ki, 'ganimet olarak ele geçirdiğiniz' şeylerin beşte biri (devlet ve millet hizmetinde kullanılmak üzere); muhakkak Allah'ın, Resul'ün, Ona yakınlığı olanların, yetimlerin, yoksulların ve yolda kalmışlarındır. Eğer Allah'a (inanıyorsanız); ve Hakk ile Bâtıl’ın birbirinden ayrıldığı gün, (yani) iki ordunun karşı karşıya kaldığı (ve mü’minlerin kazandığı) günde (Bedir'de) kulumuza (Hz. Muhammed Aleyhisselam’a) indirdiğimize (Kur’ani hükümlere ve müjdelere) iman ediyorsanız (ganimeti böyle bölüşün). Allah, her şeye güç yetirendir.

  • 9:40

    اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

    Siz Ona (Peygambere ve Hakk Dava Önderine) yardım etmezseniz (zararlı çıkan siz olacaksınız, çünkü) Allah Ona zaten ve kesinlikle yardım etti (ve edecektir). Hani o zaman kâfirler, (Hz. Ebubekir’le) ikiden biri (Kelime-i Tevhidin ikinci iman gereği ve “Muhammedün Resulüllah” gerçeği) olarak Onu (Mekke'den) çıkarmışlardı da; o ikisi mağarada (ve kıstırılmış durumda) oldukları sırada arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma (ve sakın endişe duyma, çünkü), elbette Allah bizimle beraberdir!" Böylece Allah Ona 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, Onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr sözlerini ve küfür-sömürü sistemlerini) ise aşağı ve bayağı (konuma) getirmişti. Allah'ın kelimesi (Kur’an kelâmı ve ahkâmı) ise, en yücedir (ve kıyamete kadar geçerlidir). Allah Üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 9:61

    وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌۜ قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    Onlardan öyle kimseler de (var ki,) Peygamber'e eziyet edip incitirler; “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır (çevresindekilere aldanmaktadır)” diyerek (hücum ve hakaret ederler). De ki; “O, (aslında) sizin için bir hayır kulağıdır. (Hz. Muhammed AS) Allah'a da inanır, mü'minlere de inanır. Sizden gerçekten inananlar için de, O bir rahmettir. (Buna rağmen) Allah'ın Resulünü incitenler (ve eziyet edenler ise) acı bir azabı (hak etmişlerdir. Her türlü lanet ve zillet onlar içindir.)

  • 15:87

    وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ

    (Ey Resulüm ve ümmeti!) Andolsun, Sana (huzur ve şuurla) tekrarlanan yediyi (namazların her rekâtında tekraren okunan ve Kur’an’ın özeti sayılan Fatiha-i Şerifi) ve Yüce Kur'an-ı Azim’i verdik.

  • 15:88

    لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

    (Öyle ise) Onlardan (inkârcılardan ve münafıklardan) bazılarını yararlandırdığımız “Ezvaç”a (şehvet, servet ve şöhret gibi; herkesin imrendiği ve özendiği gösterişli, benzeyişli ve iştah çekici eşlere, nimetlere, dünyalık makam ve menfaat gibi geçici şeylere) sakın gözünü dikme, onlardan dolayı hüzne kapılıp üzülme, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger (ve kutlu sonu bekleyiver.)

  • 15:89

    وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ

    Ve (ey Resulüm!) De ki: "Ben ancak uyarıp korkutan bir Peygamberim."

  • 15:90

    كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ

    Tıpkı o (dinlerini) taksim edicilerin (kolay tarafını alıp zor kısmını bırakıverenlerin) üzerine indirdiğimiz (azapla sizi de uyarmaya geldim).

  • 15:91

    اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ

    Onlar ki Kur’an’ı parça parça edip bölümlere ayırmışlar (işlerine gelen kısmını alıp, diğer hükümlerini önemsiz ve gereksiz saymışlar, böylece sapıtıp azıtmışlar)dı.

  • 15:92

    فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

    Rabbine andolsun, onların tümüne (bunun hesabını) soracağız.

  • 15:93

    عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ

    Yapmakta oldukları (sahtekârlık, riyakârlık ve fesatlık gibi) şeyleri (onlara hatırlatacağız).

  • 15:94

    فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ

    (Ey Nebim ve Onun varisleri!) Sana emrolunan (hüküm ve hakikatleri) açıkça (kâfir ve zalimleri çatlatırcasına) anlat ve müşriklerden yüz çevirip (saldırılarına aldırma ki, onlardan intikamımızı alacağız!)

  • 15:95

    اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ

    Şüphesiz, (Hakk’tan ve hayırdan ayrılmadan ve hainlerin hücum ve hakaretine aldırmadan davet ve hizmetine devam ettiğin için Seninle) o alay edenlere karşı Biz Sana kâfiyiz (ve yanındayız! Sevap ve şeref kazanman için bazı sıkıntı ve saldırılara uğratırız, ama asla Seni sahipsiz bırakmayız ve zalimlerin ezmesine fırsat tanımayız).

  • 15:96

    اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

    Ki onlar, Allah ile beraber başka ilahları (birtakım aracıları ve tanrılaştırdıkları şahısları Cenab-ı Hakka ortak) kılmaktadırlar; onlar yakında (gerçeği ve başlarına geleceği) bilip-öğreneceklerdir (asla yaptıklarını yanlarına bırakmayacağız).

  • 15:97

    وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ

    Andolsun, onların söylemekte olduklarına karşı Senin göğsünün daraldığını biliyoruz (ama sabret, Seni zafere ulaştıracağız).

  • 15:98

    فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ

    Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve (O’nun kudret ve rahmeti karşısında) secde edenlerden ol. (Dosdoğru namaz kılanlardan, Allah'ın ahkâmına ve adalet nizamına tâbi ve taraf olanlardan ol; faizi, zina serbestliğini, Lut kavmi amelini (eşcinselliği), dalâlete düşmüş kitap ehlinin taklitçilik ve takipçiliğini kurtuluş sananlara aldırma ve korkma ki, Biz Senin yanındayız.)

  • 15:99

    وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ

    Ve Sana yakin (yani ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk ve ibadete (ve Kur’ani istikamete) devam et (ve kurtul ki, Biz herkesi sonunda mutlaka hak ettiğine ulaştıracağız!)

  • 17:1

    سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

    • NOT: [İSRA SURESİ ilk ayetlerinde: a-Hem Miraç hadisesinin hikmet ve hedefleri anlatılmaktadır. b-Hem Mescid-i Aksa’nın (Kudüs ve Filistin topraklarının) ve civarının; Doğu Akdeniz Havzası, Türkiye, Mısır, Sudan, Suriye, Irak, İran ve Arabistan yarımadasının, iklim ve bitki ürünleri ve yer altı zenginlikleri bakımından bereketli kılındığı, ve özellikle Hakk Dinin ve büyük medeniyetlerin beşiği yapıldığı vurgulanmaktadır. c-Hem de Beni İsrail’in küfür ve zulüm ehlinin kirli geçmişlerine ve günümüzdeki acı akıbetlerine işaret buyrulmaktadır.]

    Bazı ayetlerimizden (ibret ve hikmet mucizelerimizden) kendisine göstermek için, (en makbul ve muhterem) kulunu (Hz. Muhammed’i AS) bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren (oradan da bütün gök katlarına yükseltip kudret ve hikmet eserlerini seyrettiren. Bak: İsrâ-93) ) O (Allah) Yücedir. (Sübhan olup her türlü hata ve noksanlıktan münezzehtir.) Gerçekten O (her şeyi, herkesi, her sesi ve kalpten geçeni) İşitendir, Görendir. (Öyle ise devamlı O’nun huzurunda bulunduğunuzu unutmayınız.) [Not: Böylece insanlar içerisinden seçip Kendi Zatına en güzel ve en mükemmel Halife makamına eriştirdiği Hz. Muhammed’e (SAV), Kâinatın bütün tabakalarını ve oralardaki harika yaratıklarını bizzat göstermek ve İlahi müjde ve mesajlarını hepsine iletmek üzere, Onu Mİ’RAC’a çıkarmıştır.]

  • 17:90

    وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعًاۙ

    Onlar dediler ki: “Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça Sana kesinlikle inanmayız (ve inanmayacağız).”

  • 17:91

    اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يرًاۙ

    “Ya da Sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden (görülmedik güzellikte) bir bahçen olmalı, öyle ki aralarından da şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın.”

  • 17:92

    اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفًا اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلًاۙ

    “Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahit olarak) getirip (bizimle konuşturmalısın).”

  • 17:93

    اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَقْرَؤُ۬هُۜ قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَرًا رَسُولًا۟

    “Yahut (tamamı) altından yapılmış (saray gibi) bir evin olmalı, veya (gözümüzün önünde) gökyüzüne yükselip çıkmalısın. Ayrıca üzerimize, (gökten meleklerle getirilen ve) bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirip (önümüze koymalısın). Aksi halde Senin oraya (göklere) yükselmene (Miraç hadisene) asla inanmayacağız!” (Ey Nebim, onlara) De ki: “Rabbimi (tesbih ve tenzih edip) yüceltirim; Ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım (ki bu dediklerinizi yapayım)?”

  • 17:94

    وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَرًا رَسُولًا

    Aslında kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: "Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri (ve bahaneleri)dir.

  • 17:95

    قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكًا رَسُولًا

    De ki: "Eğer yeryüzünde (insanlar değil de) yürüyen ve huzura-sükûna erişen melekler (imtihan için yaratılmış) olsaydı, Biz de onlara gökten elçi olarak (insan yerine) elbette melek gönderirdik."

  • 17:96

    قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرًا بَص۪يرًا

    De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeterlidir (herkesin niyetini ve gayretini çok iyi bilmektedir); kuşkusuz O, kullarından hakkıyla Haberdardır, (her şeyi ayrıntılarıyla) Görendir."

  • 22:15

    مَنْ كَانَ يَظُنُّ اَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغ۪يظُ

    Her kim Allah’ın ona (Hakka davet ve istikamet yolundaki sebat ve sadakat ehli kuluna) ne dünyada ne de ahirette asla yardım etmeyeceğini (başarıya eriştirmeyeceğini, zafer ve galibiyet vermeyeceğini) sanıyor (ve savunuyorsa, kesinlikle aldanıyor ve şeytani karakterinden böyle söylüyor.) Hele göğe (darağacı gibi) bir araç uzatsın (ve ipi boynuna taksın), sonra (ayaklarını yerden) kesiversin de baksın (bakalım, ruhundaki nifaktan dolayı) kurduğu tuzak içindeki öfkesini giderebilecek mi? (Halbuki hainler ve kâfirler çatlasa da, Allah elçilerini muvaffak, dinini ise hükümran kılıverecektir.)

  • 24:11

    اِنَّ الَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ بِالْاِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْۜ لَا تَحْسَبُوهُ شَرًّا لَكُمْۜ بَلْ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ مَا اكْتَسَبَ مِنَ الْاِثْمِۚ وَالَّذ۪ي تَوَلّٰى كِبْرَهُ مِنْهُمْ لَهُ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

    (Hz. Peygamberin eşine -Hz. Aiyşe’ye- yönelik) Gerçekten, uydurulmuş bir yalanla ve ağır (zina iftirasıyla yanınıza) gelenler, kendi içinizden (zahiren sizinle birlikte hareket eden) bir ekiptir; (ama) siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine o (sonuçları itibariyle) sizin için bir hayırdır. (Çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir kişi kazandığı günahın cezasını çekecektir. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenen (o çirkin yalanı uyduruveren) ise daha ağır bir azabı hak etmiştir.

  • 24:12

    لَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِاَنْفُسِهِمْ خَيْرًاۙ وَقَالُوا هٰذَٓا اِفْكٌ مُب۪ينٌ

    Ne olurdu, onu (masum bir kadın ve erkeğe iftira suçunu) işittikleri zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri (vicdanları) adına hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır” deselerdi ya!.. (Böyle davranmaları gerekmez miydi?)

  • 24:13

    لَوْلَا جَٓاؤُ۫ عَلَيْهِ بِاَرْبَعَةِ شُهَدَٓاءَۚ فَاِذْ لَمْ يَأْتُوا بِالشُّهَدَٓاءِ فَاُو۬لٰٓئِكَ عِنْدَ اللّٰهِ هُمُ الْكَاذِبُونَ

    (Bu asılsız ve kasıtlı ithamları ortaya atanlar) Şayet (haklı iseler, iddialarını ispatlamak için) buna karşı dört şahit getirselerdi ya... (Ancak bu) Şahitleri getiremediklerine göre, artık onlar Allah katında (alçak) yalancıların ta kendileridir.

  • 24:14

    وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ لَمَسَّكُمْ ف۪ي مَٓا اَفَضْتُمْ ف۪يهِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۚ

    Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizdeki (sonsuz) fazlu inayeti ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük bir azap dokunuverirdi.

  • 24:15

    اِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِاَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًاۗ وَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمٌ

    Çünkü o durumda siz (maalesef) onu (iftirayı) dillerinizle (birbirilerinize) aktardınız ve hakkında (kesin belgeniz ve) bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söyleyip yaydınız ve bunu (masum bir kadının namus ve onurunu karalamayı ve Hz. Resulüllah’ın ailesine hakarette bulunmayı) kolay (ve basit bir şey) sandınız; oysa o Allah katında çok büyük (bir vebaldir).

  • 24:16

    وَلَوْلَٓا اِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُمْ مَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَتَكَلَّمَ بِهٰذَاۗ سُبْحَانَكَ هٰذَا بُهْتَانٌ عَظ۪يمٌ

    Şayet onu işittiğiniz zaman: “Bu konuda söz söylemek (ve münafık iftiracıları haklı görmek) bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; (hâşâ!) bu, büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?

  • 24:63

    لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًاۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًاۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    (Ey iman edenler ve toplum düzenine girenler!) Sakın Elçinin (ve temsilcilerinin talimat ve) davetini, aranızda herhangi birinizin diğerini (hizmete) çağırması gibi değerlendirmeyin. Allah sizden, birbirinizin (ve uydurma mazeretlerin) arkasına gizlenerek sıvışıp kaçanları (ve görevden kaytaranları çok iyi) bilir. Bu nedenle Elçinin (Kur’an’ın Adil Düzenine davetçilerin) emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut kendilerine acı bir azabın dokunmasından korkup çekinmelidirler!..

  • 25:52

    فَلَا تُطِعِ الْكَافِر۪ينَ وَجَاهِدْهُمْ بِه۪ جِهَادًا كَب۪يرًا

    (Ey Resulüm!) Bu nedenle Sen (kat’iyen) kâfirlere (ve zalim rejimlerine) itaat etme (boyun eğme); onlara karşı bununla (Kur’an ile) büyük cihad et! (Kur’an’ın hükümlerine uygun bir adil düzen ortaya koyup savunarak; inkârcı ve münafık zalimlerle mücadele yürüt ki, huzur ve haysiyetiniz buna bağlıdır.)

  • 27:79

    فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ

    (Öyle ise) Sen, artık (sadece) Allah'a tevekkül et; çünkü gerçekten Sen apaçık olan Hakk (gerçek iman ve ahlâk) üzerindesin.

  • 27:80

    اِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ

    Şüphesiz Sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara (ve Kur’an’a karşı sığır gibi davrananlara) da (yaptığın) çağrıyı işittiremezsin.

  • 27:81

    وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ

    Ve Sen (kalpleri) körleri de düştükleri sapkınlıktan çekip hidayete erdirici değilsin; Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte (asıl) Müslüman olanlar da bu kimselerdir.

  • 33:6

    اَلنَّبِيُّ اَوْلٰى بِالْمُؤْمِن۪ينَ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَاَزْوَاجُهُٓ اُمَّهَاتُهُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ اِلَّٓا اَنْ تَفْعَلُٓوا اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِكُمْ مَعْرُوفًاۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا

    (Hz.) Peygamber (AS gerçek ve samimi) mü'minlere kendi nefislerinden daha evladır (değerli ve önceliklidir), ve Onun zevceleri de onların (bütün Müslümanların) anneleridir. Rahim sahipleri (yakın akrabalar) da, Allah'ın Kitabında birbirlerine öteki mü'minlerden ve muhacirlerden daha yakındır. (Akrabalık hakkına uyulmalıdır.) Ancak (sadık) dostlarınıza (dava arkadaşlarınıza) ma’ruf üzere (örfe uygun) yapacağınız (yardımlar) başkadır (bu izin verilen ve takdir edilen bir davranıştır); bunlar Kitap'ta yazılmış (Kur’an’da açıklanmış) bulunmaktadır.

  • 33:28

    يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ اُمَتِّعْكُنَّ وَاُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحًا جَم۪يلًا

    Ey (Aziz) Peygamber! (Dünyalık rahatları ve menfaatleri için Seni üzen) Eşlerine söyle: "Eğer siz dünya hayatını ve onun süslü-çekiciliğini (ziynetli giyim kuşamını) istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım (boşanma bedellerinizi ödeyeyim) ve güzel bir ayrılma tarzıyla sizi salıverip bırakayım."

  • 33:29

    وَاِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الْاٰخِرَةَ فَاِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ اَجْرًا عَظ۪يمًا

    (Yok) "Eğer siz Allah'ı, Resulü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, artık hiç şüphesiz Allah, içinizden iyilik-güzellik (sadakat ve kanaat) ehli olanlar için büyük ecir hazırlamıştır.”

  • 33:30

    يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ مَنْ يَأْتِ مِنْكُنَّ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ يُضَاعَفْ لَهَا الْعَذَابُ ضِعْفَيْنِۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرًا

    Ey Peygamberin hanımları, sizden kim açık bir çirkin-utanmazlıkta bulunursa, (Resulüllah’a hürmet ve edep konusunda şımarık davranırsa,) onun azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır.

  • 33:31

    وَمَنْ يَقْنُتْ مِنْكُنَّ لِلّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتَعْمَلْ صَالِحًا نُؤْتِهَٓا اَجْرَهَا مَرَّتَيْنِۙ وَاَعْتَدْنَا لَهَا رِزْقًا كَر۪يمًا

    (Ama) Sizden kim Allah'a ve Resulüne gönülden itaat eder (her konuda hayırlı ve yararlı işlerde) ve salih amelde bulunursa, ona da ecrini iki kere (hem dünya hem ahirette) veririz. Ve Biz ona (ayrıca) üstün bir rızık da hazırlamışızdır.

  • 33:32

    يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَٓاءِ اِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذ۪ي ف۪ي قَلْبِه۪ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلًا مَعْرُوفًاۚ

    Ey Peygamber hanımları! Siz kadınlardan herhangi birileri gibi değilsiniz. (Bu nedenle rastgele ve laubali davranamazsınız.) Eğer takva sahibi olmak istiyorsanız, (nikâh düşen yabancı erkeklere karşı) yumuşak ve cilveli konuşmayın (ve kırıtmayın). Sonra kalbinde maraz (şehvet ve nifak hastalığı) bulunan kimseler tama’ ederek (sizinle ilgili nefsani umut ve kuruntulara kapılır. Şayet nikâh kıyılabilen insanlarla konuşmak mecburiyetinde kaldığınızda ise sadece) ma’ruf (bilinen ve saygı gösterilen, edepli ve ciddiyetli) sözler kullanın.

  • 33:33

    وَقَرْنَ ف۪ي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰت۪ينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْه۪يرًاۚ

    Hem vakarınızla (ağır başlı ve saygılı biçimde) evlerinize bağlı kalın (zaruri ihtiyaçlar, çalışma durumları, alışveriş ve öğretim konuları dışında, kendi hanenizde kalıp, yuvalarınızı eğitim ve üretim merkezlerine çevirmeye çalışın). Evvelki cahiliye (devri kadınları) gibi süslenip saçılarak, (teşhircilik yapmak; güzel ve çekici yerlerinizi ve cilvelerinizi gösterip erkekleri kendinize baktırmak için) kırıtarak sokağa çıkmayın; namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Elçisine itaatli (dikkatli ve erdemli) davranın. Ey Ehl-i Beyt (Resulüllah’ın ailesi)! Gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) giderip arındırmayı ve sizi tertemiz kılmayı arzulamaktadır.

  • 33:34

    وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى ف۪ي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَط۪يفًا خَب۪يرًا۟

    (Ey Peygamber hanımları ve ey mü’minlerin hayat arkadaşları; her durumda ve her konuda) Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti (Peygamber sünnetini ve öğütlerini) hatırlayın (tekrarlayıp çocuklarınıza aktarın ve ona göre davranın). Şüphesiz Allah Lâtif’tir (gizliliklere vakıftır ve her şeyden) Haberdar olandır.

  • 33:38

    مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُۜ سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ قَدَرًا مَقْدُورًاۙ

    Allah'ın kendisine farz kıldığı (ve helâl saydığı) bir şey(i yerine getirme)de Peygamber üzerine hiçbir (vebal) sıkıntı ve sorumluluk yoktur (ve bundan dolayı kınanması çirkindir ve cehalettir.) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah'ın sünneti (uyguladığı prensibi de) budur. Allah’ın emri; (bütün işleri ve hükümleri, ölçüyle tanzim ve) takdir edilmiş bir kaderdir. (Bunun değiştirilmesi ve geciktirilmesi mümkün değildir.)

  • 33:39

    اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يبًا

    (Rabbinin seçtiği ve rehber tayin ettiği kutlu insanlar) Ki onlar; Allah’ın risaletini (mesaj ve müjdesini öğrenip öğreten ve) tebliğ edip (yayanlardır). Bunlar O'ndan (Allah’tan) içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. (Zaten) Hesap görücü olarak Allah kâfidir.

  • 33:50

    يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَحْلَلْنَا لَكَ اَزْوَاجَكَ الّٰت۪ٓي اٰتَيْتَ اُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَم۪ينُكَ مِمَّٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ الّٰت۪ي هَاجَرْنَ مَعَكَۘ وَامْرَاَةً مُؤْمِنَةً اِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ اِنْ اَرَادَ النَّبِيُّ اَنْ يَسْتَنْكِحَهَاۗ خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۜ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ ف۪ٓي اَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا

    Ey Peygamber (AS), gerçekten Biz Sana (nikâh) ücretlerini (mehirlerini) verdiğin (kendi) hanımlarını ve Allah'ın Sana ganimet (özel bir nimet ve kısmet) olarak verdiklerinden sağ elinin malik olduğu (özel nikâh sözleşmeli kadınlar) ile; Seninle birlikte hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını ve teyzenin kızlarını (bunlardan biriyle ve karşılıklı uygun bulmak üzere evlenmenizi) helâl kıldık; bir de, kendisini Peygambere hibe eden (Allah rızası için Efendimizin hizmetinde olmayı hedefleyen) ve Peygamberin de kendisini almak istediği mü'min bir kadını da, -diğer mü'minler için değil, sadece Sana has olmak üzere- (Senin için helâl kıldık). Biz, kendi eşleri ve sağ ellerinin malik olduğu (sözleşmelileri) konusunda onlar (mü'minler) üzerine neyi farz kıldığımızı (evlenme şartlarını) biliyoruz (Kur’an’la da beyan ediyoruz ki) böylelikle Senin için hiçbir sıkıntı ve zorluk olmasın. Allah çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.

  • 33:51

    تُرْج۪ي مَنْ تَشَٓاءُ مِنْهُنَّ وَتُـْٔو۪ٓي اِلَيْكَ مَنْ تَشَٓاءُۜ وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ تَقَرَّ اَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَٓا اٰتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَل۪يمًا

    (Ey Nebim, bu hanımlarından) Onlardan dilediğini (sıra ile yanlarına uğrama nöbetini) geri bırakıverirsin, dilediğini de yanına alıp-barındırabilirsin; (azledip bırakarak) ayrıldıklarından (ise), ilgi ve istek duyduklarına (dönmende) Senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın (en uygun) olan da budur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Halîm’dir. (Hemen cezalandırmayıp kullarına mühlet ve fırsat verendir.)

  • 33:52

    لَا يَحِلُّ لَكَ النِّسَٓاءُ مِنْ بَعْدُ وَلَٓا اَنْ تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ اَزْوَاجٍ وَلَوْ اَعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ اِلَّا مَا مَلَكَتْ يَم۪ينُكَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ رَق۪يبًا۟

    Bundan sonra (başka) kadınlarla (evlenmek) ve bunları başka eşlerle değiştirmek (onları boşayıp yeni hanımlar getirmek) -şayet güzellikleri Senin hoşuna gitse bile- artık Sana helâl değildir; ancak (şimdilik) elinin altında bulunanlar hariçtir. Allah her şeyi Gözetleyip Denetleyendir.

  • 33:53

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ اِلَّٓا اَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُۙ وَلٰكِنْ اِذَا دُع۪يتُمْ فَادْخُلُوا فَاِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِس۪ينَ لِحَد۪يثٍۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْي۪ مِنْكُمْۘ وَاللّٰهُ لَا يَسْتَحْي۪ مِنَ الْحَقِّۜ وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَسْـَٔلُوهُنَّ مِنْ وَرَٓاءِ حِجَابٍۜ ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّۜ وَمَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللّٰهِ وَلَٓا اَنْ تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِه۪ٓ اَبَدًاۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ عِنْدَ اللّٰهِ عَظ۪يمًا

    Ey iman edenler! (Rastgele ve hürmetsizce) Peygamberin evlerine girmeyin; ancak, (davetli olarak) yemek için size izin verilmesi hariçtir. (Bir başka iş için girmişseniz, ille de) Yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) Davet edildiğiniz zaman (ise edep ve hürmetle içeri) girin, yemeği yiyince (de hemen) dağılın ve (sohbet için eğleşip uzun) söze dalmayın. Gerçekten bu (durum), Peygambere eziyet vermekte, ama o da sizden (kalkınız demekten) utanmaktadır; oysa Allah, Hak(kı açıklamak)tan utanmaz. Onlardan (Peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz (veya soru yönelteceğiniz) zaman ise perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de daha temizdir. Allah'ın Resulüne eziyet vermeniz ve ondan (ölümünden) sonra eşlerini nikâhlamanız size ebedi olarak (helâl) olmaz (onlar anneniz konumundadır). Çünkü böyle yapmanız, Allah katında çok büyük (bir günah)tır.

  • 33:56

    اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا

    Kesin bir gerçektir ki; Allah ve O’nun melekleri (ve kâinattaki tüm görevlileri ve enerji (nur) güçleri Hz.) Peygambere salât edip (destek vermekte ve dua etmektedirler. Öyle ise) Ey iman edenler, siz de Ona salât edin (Hz. Peygamberin sünnetine ve hayat sistemine uyuverin ve Hakk Dinin hâkimiyeti için gayret gösterin) ve tam bir teslimiyetle Ona salâtü selam getirin. (Resulüllah’a saygılı ve itaatli davranın.)

  • 33:59

    يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا

    Ey Nebi, kendi hanımlarına, kızlarına ve mü’min kadınlara: (Sokağa çıktıklarında) Dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; (bu) onların, (hürriyet ve iffet sahibi olarak) tanınmaları ve (her türlü taciz ve) eziyete uğramamaları için en uygun olanıdır. Allah Gafûr ve Rahim’dir.

  • 33:60

    لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَد۪ينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ ف۪يهَٓا اِلَّا قَل۪يلًاۚۛ

    Yemin olsun ki, eğer münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde (ülkede yalan haber ve yanıltıcı yorum yazarak) kışkırtıcılık yapanlar (bu fesatlıklarından) vazgeçmeyecek olurlarsa, mutlaka Seni onların karşısına dikeriz (ve galip getiririz,) sonra Seninle (pek az bir süre aynı ülkede) birlikte kalabilir (ve fesatlıklarını sürdürebilirler.)

  • 33:61

    مَلْعُون۪ينَۚۛ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلًا

    (Ardından mutlaka) Lanete uğratılmış (ve hıyanetlerinin farkına varılmış)lar olarak nerede bulunsalar yakalanarak (tutuklanırlar, bunların halkı azdırıcı ve fesat çıkarıcı takımı da) elbette öldürülüp (kahru perişan edilirler.)

  • 33:62

    سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًا

    (Bu) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünneti (ve değişmez sistemi)dir. Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın. (Allah’ın doğal ve sosyal kanunları her zaman geçerlidir ve yürürlüktedir.)

  • 40:77

    فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّۚ فَاِمَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ

    (Ey Nebim!) Şu halde Sen sabret (ve umutla dayan ki), hiç şüphesiz Allah'ın va'adi Hakk’tır. Sonunda ya onlara va'ad ettiğimiz (azab)ın bir kısmını (dünyada iken) Sana göstereceğiz; ya da Senin hayatına son versek bile, (yine onları kahredeceğiz ve zaten sonunda) onlar mutlaka Bize döndürüleceklerdir.

  • 40:78

    وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ۟

    Muhakkak Biz Senden önce de resuller (nice elçiler ve davetçiler) gönderdik; onlardan kimilerini Sana aktarıp-anlattık ve kimilerini de hiç anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah'ın izni olmaksızın bir ayeti (mucizeyi ve DİN ölçülerini) getirmek olacak şey değildir. Allah'ın emri geldiği zaman ise, (kesinlikle) Hakk ile hüküm verilir ve işte o zaman, (Hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar (ve bâtılı seçip savunanlar) hüsrana uğrayıp (gideceklerdir).

  • 48:28

    هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ

    (Her çağda ve her koşulda) Bütün dinlerden (ve düzenlerden) üstün (ve hâkim) kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve Hakk Din ile gönderen O’dur. (Bu hükmünü gerçekleştirmek ve kullarının Hakk’tan mı bâtıldan mı taraf olduğunu imtihan edip seçmek üzere) Şahit (gözetleyici ve değerlendirici) olarak Allah (CC) yeterlidir.

  • 48:29

    مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا

    (Elbette ve kesinlikle Hz.) Muhammed (SAV) Allah’ın Resulüdür; beraberinde bulunanlar (ve kıyamete kadar Onun yanında ve yolunda olanlar) da; inkârcı (zalimlere) karşı şiddetli (cesaretli, mert ve metin), kendi aralarında ise (gayet müsamahalı ve) merhametlidirler. Onları rükû ve secde ederek (her hizmet ve ibadetlerinde sadece) Allah’ın fazlını (lütfu ihsanını) ve rızasını ararken görürsün. Onların nişanları, (nurlu) yüzlerindeki secde izleridir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Sanki bir ekin (tohum kabuğunu) yarıp filizlerini çıkarmış, gittikçe onu (bitki fidesini ve gövdesini) kuvvetlendirerek kalınlaşmış, derken sapları üzerine doğrulup boy atmıştır. Ki bu durum (emek çeken) ziraatçıların da hoşuna gider. Allah’ın (mü’minleri ve İslami hareketleri böyle tedricen geliştirip güçlendirmesi) bunlarla kâfirleri öfkelendirmek (ve zalimleri kahretmek) içindir. (Ama onlardan, sonunda inadından ve inkârından dönüp) İman eden ve salih ameller işleyenlere Allah (yine de) mağfiret ve büyük mükâfat va’ad etmiştir.

  • 49:1

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

    Ey iman edenler, (hiçbir meselede ve hiçbir şekilde, sakın) Allah'ın ve O’nun Resulü’nün önüne geçmeyin (Onların sözlerine kendi keyfinizce yorumlar getirmeyin ve kendi tahmin ve temennilerinizi onların üstünde tutuvermeyin) ve Allah'tan (gereği gibi korkup) sakının. Şüphesiz Allah, (her şeyi ayrıntılarıyla) İşitendir, Bilendir.

  • 49:2

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ

    Ey iman edenler, sakın seslerinizi de (Hz.) Peygamberin sesinin üstünde yükseltmeyin (kendi görüşlerinizi, Allah elçisinin sağlam hadis ve hükümlerine tercih etmeyin) ve birbirinize bağırıp çağırdığınız gibi, (kabalık yapıp) Ona da yüksek sesle (ve edepsizce) konuşmayın! Çünkü (aksi halde) siz farkında ve şuurunda değilken, amelleriniz boşa çıkıverir.

  • 49:3

    اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ

    Şüphesiz, Allah'ın Resulü'nün yanında (ve gıyabında tevazu ve teslimiyetinden dolayı) seslerini kısıp alçak tutanlar (var ya); işte onlar, Allah’ın kalplerini takva(ya ulaştırması) için imtihan ettiği (çeşitli sıkıntı ve sarsıntılarla eğittiği) kimselerdir. Kesinlikle mağfiret (bağışlanıp affedilmek) ve büyük bir ecir onlar içindir.

  • 49:4

    اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ

    (Ey Resulüm!) Şüphesiz, (evindeki) odaların (kapıları) arkasından Sana (uygunsuzca bağırıp) seslenenler (Elçiye karşı edep ve hürmete riayet etmeyenler), onların çoğu aklını kullanmayan (şuurlu ve sorumlu davranmayan) kimselerdir.

  • 49:5

    وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

    Eğer onlar, Sen onların yanlarına çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı, herhalde (bu) kendileri için daha hayırlı olurdu. (Ama buna rağmen) Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.

  • 59:6

    وَمَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْهُمْ فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Onların Allah’ın Elçisine verdikleri “FEY’e” (savaşsız kazanılan ganimet, servet ve devlete) gelince; ki buna karşı (bu zaferi kazanma kastıyla) siz at ve deve koşturmamış (silah kuşanmamış ve kullanmamış)tınız. Ancak Allah, elçilerini (zulüm ve kötülük ehlinden) dilediklerinin üstüne musallat (edip muzaffer) kılmaktadır. Çünkü Allah her şeye gücü yetendir.

  • 59:7

    مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ

    Allah'ın o (fethedilen bölge ve) şehir halkının (malından) Resulüne verdiği fey (ganimet malları); Allah'a, Resul'e, (Adil devlet ve hükümet bütçesine ve Elçiye) yakın akrabalığı olanlara (Ehl-i Beyt’e), yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden sadece zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (bir etkili nimet) olmasın. Peygamber size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan da uzaklaşın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah’ın, cezası (ikâbı) pek şiddetlidir. [Not: Bu ayet Hz. Peygambere hüküm koyma yetkisi verildiğini bildirmektedir.]

  • 66:1

    يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَۚ تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

    Ey (âlemlere rahmet) Peygamber! Eşlerinin hatırını ve gönül rızasını arayıp (öne alarak); Allah'ın Sana helâl kıldıklarını niçin kendine haram kılıp (nefsini mahrum etmektesin)? Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.

  • 66:2

    قَدْ فَرَضَ اللّٰهُ لَكُمْ تَحِلَّةَ اَيْمَانِكُمْۚ وَاللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

    Allah (gereksiz) yeminlerinizin (kefâretle) çözülmesini size farz (veya meşru) kılmıştır. Allah sizin Mevlâ’nız (sahibiniz, yardımcınız)dır. O (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 66:3

    وَاِذْ اَسَرَّ النَّبِيُّ اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثًاۚ فَلَمَّا نَبَّاَتْ بِه۪ وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍۚ فَلَمَّا نَبَّاَهَا بِه۪ قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَاۜ قَالَ نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ

    Hani o vakit Peygamber (SAV), eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Derken o da (diğer eşlerinden birine) bunu haber vermiş, Allah da Ona (Resulüllah’a) bunu açığa vurup bildirmişti. O (Peygamber) de bir kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda (Resulüllah bu) haberi (kendisine) verince (eşi) demişti ki: "Bunu Sana kim haber verdi?" O da: "Bana Alîm olan, (her şeyden) Haberdar olan (Allah) haber verdi" demişti.

  • 66:4

    اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ

    Eğer sizler (Peygamberin iki eşi ve kötülüğe yönelen her kişi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalpleriniz (biraz kayıp) eğrilik gösterdi. Yok eğer Ona (Resulüllah’a) karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, Onun Mevlâ’sıdır (sahibi ve hamisidir; Meleklerin reisi) Cebrail ve mü'minlerin salihleri de (Onun velisidir). Ayrıca bütün melekler de Onun (Resulüllah’ın) destekleyicileridir.

  • 66:5

    عَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجًا خَيْرًا مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَارًا

    (Ey Peygamber hanımları!) -Eğer O sizi boşayacak olursa- belki de Rabbi Ona, yerinize sizlerden daha hayırlı (olan); Müslüman, tam inanan, gönülden itaatkâr, tevbekâr, ibadette devamlı ve dikkatli olan, oruç (ve sır) tutan, (hicret ve cihat için) seyahate katlanan dul ve bakire eşler verir.

  • 73:1

    يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُۙ

    Ey (elbisesine) bürünüp örtünen (Resulüm! Ümmetin bilsin ki yatmakla ve tembel davranmakla hiç kimse maksadına erişemez). [Not: Müzzemmil=“Zemele, mütezemmelün” kökünden: Gece kıyafetine ve örtüsüne girip rahata çekilen anlamına gelir; (kinayeli olarak ise; "yüklendiği mesuliyeti daha fazla önemsemesi gereken" demektir.) Bu hitapta Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz üzerinden biz ümmetine; kulluk ve tebliğ sorumluluğumuzu daha bir dikkat ve titizlikle kuşanmamız, rahatımızı ve kolaycılığı bırakmamız gerektiği, dolaylı biçimde ikaz ve ihtar edilmektedir.]

  • 73:2

    قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَل۪يلًاۙ

    (O nedenle) Birazı hariç (olmak üzere), geceleri kalkıver.

  • 73:3

    نِصْفَهُٓ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَل۪يلًاۙ

    (Gecenin) Yarısını (ibadetle değerlendir, bir kısmında ise uyu ve dinlen) veya bu vakti biraz eksilt.

  • 73:4

    اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلًاۜ

    Yahut (durumuna göre) bunu biraz artır ve Kur’an’ı da tertil üzere (ağır, sakin ve anlayarak) oku(yup içine sindir ve ölçü edin!)

  • 73:5

    اِنَّا سَنُلْق۪ي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَق۪يلًاۜ

    Doğrusu Biz Senin üzerine oldukça ağır bir söz (Vahy-i İlahi gibi çetin bir emanet) yükleyeceğiz (ve Seni büyük mesuliyet altına sokacağız).

  • 73:6

    اِنَّ نَاشِئَةَ الَّيْلِ هِيَ اَشَدُّ وَطْـًٔا وَاَقْوَمُ ق۪يلًاۜ

    Şüphesiz gece (uyanıp İlahi huzura durma ve Kur’an’a yoğunlaşma) neş’eti (insanın biraz uyuyup dinlendikten sonra kalkıp ibadete yönelmesi, gönül lezzeti bakımından; beyin, beden ve ruh arasında tam bir uyum ve huzur sağlamak ve) etkili olmak açısından daha sağlamdır, (şuurlu bir) okuyuşa ve kavrayışa daha elverişli bulunmaktadır.

  • 73:7

    اِنَّ لَكَ فِي النَّهَارِ سَبْحًا طَو۪يلًاۜ

    Zira gündüzleri Senin uzun süre meşgul olacağın daha başka uğraşların vardır.

  • 73:8

    وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلًاۜ

    (Ey Nebiyyi Zişanım!) Sadece Rabbinin ismini, (Sahibinin hikmet ve kudretini düşünerek, devamlı) zikret ve kendini her şeyden çekerek, (maddi ve nefsani şeylerden kalben alâkanı keserek ve gönlünü Mevlâ’ndan gayrısından-masivadan temizleyerek,) yalnızca O’na yönel (ki huzur ve kurtuluş bundadır).

  • 73:9

    رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَك۪يلًا

    (Allah) Doğu’nun ve Batı’nın (bütün yönlerin ve ülkelerin) Rabbidir. O'ndan başka ilah yoktur. Şu halde (yalnızca) O'nu vekil tut (Allah’ın va’adine güvenip sarıl). [Not: Gece ibadeti, huzurlu ve sürekli zikir, sadece Allah’a tevekkül ve teslimiyet, dünyanın geçici nimet ve zevklerini kalpten atıvermek… Bunların hepsi İslam tasavvufunun da prensipleri konumundadır. Asr-ı Saadet’te tasavvufun kendisi vardı, fiilen yaşanmaktaydı, ancak ismi konulmamıştı. Maalesef günümüzde ise, ismi vardı, ama birçok tarikatta tasavvufun kendisi ve hakikati kaybolmuş veya yozlaşmıştı.]

  • 73:20

    اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ وَاللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ عَلِمَ اَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ وَاٰخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًاۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرًا وَاَعْظَمَ اَجْرًاۜ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

    Gerçekten Rabbin, Senin gecenin üçte ikisinden biraz noksanında, (bazen) yarısında ve üçte biri kadarında (namaz için) kalktığını bilmektedir; Seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir etmektedir. Sizin bunu sayamayacağınızı (vakitleri ayarlamakta zorlanacağınızı) bildiği için, böylece tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etmiştir. Şu halde (namazlarınızda) Kur'an'dan (size) kolay geleni (en iyi ezberlenen bölümleri) okuyuverin. Allah sizden hastalar bulunacağını, bazılarının Allah'ın fazlından (rızıklarını) aramak için yeryüzünde gezip dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah yolunda (cihad için yola çıkıp) çarpışacaklarını bilmektedir de, işte bu yüzden (cemaatle kılınan namazları fazla uzatmayıp Kur'an'dan) kolay geleni okuyun diye izin vermektedir. Artık namazı dosdoğru eda edin, zekâtı ödeyin ve Allah'a güzel bir borç verin, ki hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulacaksınız. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir (sonsuz merhametli olandır).