Peygamberliğinin te’yidi

  • 2:120

    وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

    Sen onların milletlerine (Siyonist ve emperyalist emellerine ve zulüm düzenlerine) tâbi olmadıkça Yahudi ve Hristiyanlar, kesinlikle Senden (ve Ümmet-i Muhammed’den) asla razı olacak (memnun kalacak) değillerdir. (Eğer Yahudi ve Hristiyanların zalim takımı, Müslüman bilinen kimselerden razıysa ve yardımcı oluyorsa, anlayın ki bunlar, kendilerinin güdümüne girmişlerdir.) De ki: Şüphesiz (tek) kurtuluş ve huzur yolu, Allah’ın yoludur (Peygamberin sünneti ve sistemidir). Eğer Sana gelen bunca ilimden (ve Kur’ani haber ve hükümlerden) sonra onların (yani Siyonist ve emperyalist odaklara yanaşanların) hevâlarına (ve şeytani arzularına) uyacak olursan, (artık) Senin için Allah (tarafın)dan ne bir dost, ne de bir yardımcı kalıverir.

  • 3:61

    فَمَنْ حَٓاجَّكَ ف۪يهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِب۪ينَ

    Artık Sana gelen (ve herkese tebliğ edilen) bunca ilimden (ve İlahi vahiyden) sonra; hâlâ onun (Hz. İsa’nın dünyaya gelişinin, Kur’ani gerçeklerin ve Peygamber sünnetinin) hakkında Seninle çekişip tartışmaya girişir (ve bâtılda inat ederler)se onlara de ki: “Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, biz kendi şahsımızı (ve en yakınlarımızı) ve siz kendi şahsınızı (ve arkadaşlarınızı) çağırıp (bir araya toplayalım); sonra da karşılıklı mübahale edip (içtenlikle Allah’ın kahrını ve ğadabını isteyip) de; Allah’ın lanetinin yalan söyleyenlerin üstüne olması için gönülden yalvaralım (böylece beddualaşalım).”

  • 3:63

    فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟

    (Ey Resulüm!) Eğer yüz çevirirlerse (Sen sabret ve bekle); elbette Allah fesat çıkaranları bilir (ve onların hakkından gelir).

  • 3:183

    اَلَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ عَهِدَ اِلَيْنَٓا اَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتّٰى يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُۜ قُلْ قَدْ جَٓاءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْل۪ي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذ۪ي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

    "Allah bize (kendiliğinden oluşan bir) ateşin yiyeceği (yakıp bitireceği şekilde, mucize olarak gökten inen) bir kurban getirmedikçe, hiçbir elçiye inanmamamız (gerektiği) konusunda ahit (yemin ve öğüt) verdi" (şeklinde asılsız iddialarda bulunup, mucize bekliyoruz) diyenlere de ki: "Şüphesiz, Benden önce nice elçiler, apaçık belgelerle ve söyledikleriniz (cinsinden mucizelerle) geldi; eğer siz doğru idiyseniz, o halde (inanıp itaat edeceğiniz yerde) onları ne diye öldürüverdiniz?"

  • 3:184

    فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ جَٓاؤُ۫ بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ

    (Ey Resulüm!) Eğer Seni yalanlarlarsa (aldırma, çünkü) Senden önce apaçık belgeler (mucizeler), Zeburlar (hüküm ve hikmet içerikli kutsal sahifeler) ve nurlu kitapla gelen elçileri de yalanlayıp (inkâr ve itiraz etmişlerdi).

  • 4:78

    اَيْنَ مَا تَكُونُوا يُدْرِكْكُمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُرُوجٍ مُشَيَّدَةٍۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا هٰذِه۪ مِنْ عِنْدِكَۜ قُلْ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ فَمَا لِ‌هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَد۪يثًا

    (Halbuki) Her nerede olursanız (olun), ölüm sizi bulur (ve dünyanızdan koparır); yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile (Azrail canınızı alır). Onlara (gafil ve hain olanlara) bir iyilik (her türlü nimet ve fazilet) dokunsa: “Bu, Allah'tandır” demeye (başlarlar); onlara bir kötülük (musibet ve felaket) dokununca da: “Bu Sendendir” (Senin yüzündendir) diyerek (ey Elçim, Seni suçlamaya çalışırlar). De ki: “(Bunların) Tümü Allah'tandır.” (Ama sizin de bu neticelerde; iradenizin, yani niyet ve gayretinizin elbette payı ve karşılığı vardır. Bunları açıklayan elçilerin gönderilişi de Mevlâ’nın lütfundandır.) Fakat bu (sorumsuz) topluluğa ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmayıp (Kur’ani emirleri kavramaya) gayret etmemektedirler?

  • 4:79

    مَٓا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِۘ وَمَٓا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَۜ وَاَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولًاۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا

    (Ey insan!) Sana iyilikten (ve güzellikten yana) her ne gelip isabet ederse (o) Allah'tandır; kötülükten (bela ve musibetten) de sana her ne gelip dokunur ise, o da nefsinin (hatası)dır. (Ey Resulüm!) Biz Seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahit olarak Allah yeterlidir.

  • 4:163

    اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُورًاۚ

    (Ey Resulüm!) Gerçekten Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, Sana da (iman ve İslam esaslarını) vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyetmiştik. Davud'a da Zebur’u verdik.

  • 4:166

    لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا

    Fakat (özellikle) Allah, (ey Nebim) Sana indirdiğiyle (Kur’an-ı Kerim’le) şahitlik eder ki; O, bunu (bizzat) Kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de buna şahittirler. (Ve zaten) Şahit olarak Allah yeterlidir.

  • 5:19

    يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلٰى فَتْرَةٍ مِنَ الرُّسُلِ اَنْ تَقُولُوا مَا جَٓاءَنَا مِنْ بَش۪يرٍ وَلَا نَذ۪يرٍۘ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَش۪يرٌ وَنَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟

    Ey Kitap Ehli! Resullerin arasının kesildiği süreçte (peygamber gelmediği fetret döneminde) size elçimiz ve davetçimiz olan (Hz. Muhammed SAV) geldi (ve gerçekleri) bildirdi ki; "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gönderilmedi" diye (özür beyan etmeyesiniz). Böylece müjdeci de, uyarıcı da artık gelmiştir (hiçbir bahaneniz geçerli değildir). Allah her şeye güç yetirendir.

  • 6:8

    وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ

    (Ve O gerçekten Peygamberse) “Ona bir melek indirilmeli değil miydi?" deyip (asılsız iddialarda bulunmuşlardı. Evet, Allah buna Kâdir’di. Ama) şayet (tarafımızdan) bir melek indirseydik, elbette iş bitirilmiş (ve helak edilmiş) olurlardı da sonra kendilerine asla göz açtırılmazdı.

  • 6:9

    وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَجَعَلْنَاهُ رَجُلًا وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ

    (Biz) Onu (Hz. Peygamber Aleyhisselam'ı) eğer bir melek kılsaydık, (yine) elbette erkek insan (suretinde bir melek) yapardık ve mutlaka (kâfirlerin) duymuş oldukları (şüpheleri) yine katardık. (Herkesi inanmaya mecbur bırakacak netlikte bir imtihan yapmazdık.)

  • 6:10

    وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

    Andolsun Senden önceki elçiler de alaya alınmıştı da; o alaya aldıkları şey (İslam gerçeği ve İlahi intikam haberi), onlardan (Dini; şakalaşmaya ve karnaval aracı kılmaya çalışarak) maskaralık yapanları (sonunda) çepeçevre kuşatmıştı.

  • 6:11

    قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ

    De ki: “Yeryüzünde dolaşın (ve tarihten ibret alın) da, sonra görün (bakalım) davetçileri yalanlayanlar nasıl bir akıbete uğramışlardır?”

  • 6:20

    اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟

    (Aslında) Bizim kendilerine Kitap verdiklerimiz Onu (Kur’an’ı ve Resulüllah’ı), çocuklarını tanır gibi tanımakta (ama bile bile inkâra sapılmakta)dır. Kendilerini hüsrana (en büyük ziyana) uğratanlar; işte onlar (inanmayanlardır ve) inanmayacaklardır.

  • 6:26

    وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ

    (Dahası) Onlar, hem (insanları) Ondan (Kur’an’dan ve Resulüllah’tan) alıkoymaktadırlar, hem de kendileri (İslam’dan) kaçmaktadırlar. Böylece ancak kendi nefislerini helakete ve felakete uğratırlar; ama (onlar bunun) şuuruna varamamaktadırlar.

  • 6:35

    وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ

    Eğer onların yüz çevirmeleri Sana ağır geliyor (ve büyük sıkıntı veriyorsa; haydi) onlara bir ayet (mucize) getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap! Halbuki) eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzere toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma. (Çünkü hissi ve fevri davrananlar hakikate ulaşamayacaklardır.)

  • 6:66

    وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ

    Senin kavmin, O (Kur'an) Hakk iken Onu yalanladı. De ki: "Ben üzerinize bir vekil (ve gelecek belaya kefil) değilim" (elbette layıkınızı bulacaksınız).

  • 6:67

    لِكُلِّ نَبَاٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

    (Kur’an’da ve Peygamber lisanıyla bildirilen) Her haberin gerçekleşeceği bir “müstekar” (karar kılınan bir zaman ve mekân) vardır. Yakında siz de gerçeği bilecek (ve anlayacaksınız).

  • 6:90

    اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟

    İşte Allah’ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse Sen de onların bu hidayet yoluna (istikamet kaynağına-Kur'an’a) uy. De ki: “Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an), âlemlere ancak bir öğüt ve hatırlatmadır.”

  • 7:184

    اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ

    Bunlar sahiplerinde (yani hidayet rehberleri olan Hz. Peygamber’de) delilikten hiçbir eser olmadığını (bilmiyor ve) düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir. (Bunları bile bile inkâra ve itiraza kalkışılmaktadır.)

  • 7:185

    اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ

    Onlar, göklerin ve yerin melekûtuna (kâinatın ve tabiatın bağlı oldukları İlahi kudret ve kanunlara) ve Allah’ın yarattığı (bütün) eşyaya (tüm varlıklara…) Ve (kesin bir) ihtimalle, ecellerinin (ölüm gelip bu dünyadan göçmelerinin) de pek yakın olduğuna (hiç) bakmıyorlar mı? Bundan (Kur'an’dan) sonra onlar artık hangi söze inanacaklardır?

  • 7:187

    يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

    (Ey Nebim!) Senden; saatin (kıyametin) ne zaman gelip çatacağını (gerçekleşeceği anı) sorarlar. De ki: "Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O'ndan başkası açıklayamaz. (Allah kıyameti tam vaktinde gerçekleştirecektir.) O, göklerde ve yerde ağırlaştı (yani kıyamet hadisesi ve öncesindeki İslami hâkimiyet müjdesi çok yaklaştı): O (kıyamet) size, ancak ansızın (hiç hesap edilmeyen ve beklenmeyen bir zamanda ve ortamda) gelecek (ve dünyanızı başınıza yıkacaktır.)" Sanki Sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi Sana sorarlar. De ki: "Onun ilmi yalnızca Allah'ın katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler (ve gerçeği araştırıp öğrenmezler, çünkü cahil ve gafil takımıdırlar)."

  • 9:129

    فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

    (Ey Nebim!) Eğer onlar (yine de) yüz çevirirlerse, de ki: “Bana Allah yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben O'na tevekkül ettim ve (çünkü) O, büyük Arş'ın Rabbidir.”

  • 10:2

    اَكَانَ لِلنَّاسِ عَجَبًا اَنْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى رَجُلٍ مِنْهُمْ اَنْ اَنْذِرِ النَّاسَ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ قَالَ الْكَافِرُونَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ مُب۪ينٌ

    İçlerinden (kendi cinslerinden ve tanıyıp bildiklerinden Hz. Muhammed gibi seçkin ve yetkin) bir adama (mübarek ve muhterem bir zata): "İnsanları uyar (inzar ve ikaz et) ve iman edenlere; muhakkak kendileri için Rableri katında 'gerçek (ve yüksek) bir makam' olduğunu müjde ver" diye vahyetmemiz, insanlara (acayip, tuhaf ve) şaşırtıcı mı geldi? (Ki o) Kâfirler: "Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür" deyip (Peygamberi inkâr etmişlerdi.)

  • 10:15

    وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍۙ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ائْتِ بِقُرْاٰنٍ غَيْرِ هٰذَٓا اَوْ بَدِّلْهُۜ قُلْ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَٓائِ۬ نَفْس۪يۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

    Onlara (münafıklara ve inkârcılara); apaçık belgeler olan ayetlerimiz okunduğu zaman, (günahları ve din tahribatları nedeniyle) Bizimle karşılaşmayı (ve huzurumuza çıkmayı ummayan ve) arzulamayanlar: “(Bu hükümler ve haberler bize ağır geliyor) Bundan başka bir Kur’an getir, veya (nefsimizin hoşuna gidecek şekilde) Onu değiştir” derler. (Ey Resulüm!) Onlara de ki: “Onu (Kur’an’ın apaçık hüküm ve haberlerini) kendi nefsi tahmin ve tedbirimle değiştirmem asla olacak şey değildir. Ben sadece Bana vahyedilene tâbiyim. Eğer Rabbime isyan ederek (Kur’ani haber ve hükümleri değiştirir ve yanlış mana verirsem) gerçekten büyük bir günün azabından korkup çekinirim.”

  • 10:16

    قُلْ لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا تَلَوْتُهُ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَدْرٰيكُمْ بِه۪ۘ فَقَدْ لَبِثْتُ ف۪يكُمْ عُمُرًا مِنْ قَبْلِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

    De ki: “Eğer Allah dileseydi, Onu size okuyup (öğretemezdim ve O da) Onu (Kur’an’ı) size bildirmez ve idrak ettirmezdi. Ben bundan önce de sizin içinizde (40 yıl) bir ömür sürdüm, (aklımdan ve ahlâkımdan nasıl şüphe edersiniz?) Siz yine de aklınızı kullanıp (imana gelmeyecek) misiniz?”

  • 10:41

    وَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ

    Eğer Seni yalanlarlarsa, onlara de ki: "Benim yaptıklarım (iman ve iyiliklerim) Benim, sizin yaptıklarınız (küfür ve kötülükleriniz) de sizindir. Siz Benim yaptıklarımdan uzaksınız ve Ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım."

  • 10:42

    وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ

    Onlardan Seni dinleyecek (sözlerini önemseyip imana ve intibaha gelecek bir kısım insanlar) da vardır. Ama hiç duymayan-sağırlara -üstelik hiç akılları da ermiyorsa- Sen mi (hakikati) duyuracaksın?

  • 10:43

    وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْظُرُ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تَهْدِي الْعُمْيَ وَلَوْ كَانُوا لَا يُبْصِرُونَ

    Ve onlardan (şuursuz ve sorumsuz insanlardan) Sana (bön bön) bakıp duracak olanlar da vardır. Ama kör olanları -üstelik basiretleri de yoksa- Sen mi doğru yola eriştireceksin?

  • 10:104

    قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ د۪ين۪ي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ

    (Ey Resulüm!) De ki: "Ey insanlar! Eğer Benim dinimden (ve davet ettiğim düzen ve disiplinden) yana bir kuşku içindeyseniz, (hiç aldırmıyorum zira) Ben, sizin Allah'tan başka ibadet ettiklerinize tapınmıyorum (ve Kur’an’a aykırı kurallarınızı tanımıyorum). Ben ancak, sizin hayatınıza son verecek (ve hesaba çekecek) olan Allah'a ibadet ediyorum. Ben, mü'minlerden (iman ve itaat ehli kimselerden) olmakla emrolunmuş bulunmaktayım."

  • 11:12

    فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ اِنَّمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ

    (Ey Elçim ve ey Hakk davanın temsilcisi!) Şimdi (inkâr edenlerin ve nasipsizlerin;) “Ona bir hazine indirilmeli veya onunla bir melek gelmeli değil miydi?” demeleri dolayısıyla, göğsün daralıp, belki de Sana vahyolunan (gerçeklerden ve müjdelerden) bir kısmını (onların keyfi için) neredeyse terk edecek hale gelirsin!.. (Unutma ve yolundan geri durma) Sen sadece bir uyarıcısın!.. Allah her şeye Vekîl’dir (ve yeterlidir. Sizin göreviniz Hakkı yaşamak ve yaymaktır.)

  • 11:13

    اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

    Yoksa (Senin için, Kur'an’ı) “Onu kendisi uydurdu” mu diyorlar? (Onlara) De ki: “Siz bu iddia ve iftiranızda sadık, samimi ve gerçekçi iseniz, Allah’tan başka gücünüz yettiklerinden de kimi (yardıma) çağırırsanız çağırın (böylece), Onun gibi (Kur’an’a benzer; hepsinden vazgeçtik, hiç değilse) on sure uydurup meydana getirin (de görelim).”

  • 11:14

    فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

    Eğer buna rağmen size cevap veremezlerse, artık biliniz ki O (Kur’an), gerçekten Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse (bu açık bilgi ve belgeler karşısında) artık, siz Müslüman mısınız (değil misiniz, karar sizindir)?

  • 11:35

    اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟

    Yoksa “Bunu kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer bunları ben uydurmuşsam, suçum (ve sorumluluğum) bana aittir. Ama (Allah da biliyor ki) ben sizin işlemekte olduğunuz günahlardan uzağım (beriyim.)

  • 13:27

    وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ

    İnkâr edenler: "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini (küfür ve kötülük ehlini) şaşırtıp-saptırıverir, Kendisine tam bir bağlılıkla yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Kim gönlünü Kendisine çevirirse, Allah onu hidayete eriştirir.)"

  • 13:36

    وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ

    (Ey Resulüm!) Kendilerine kitap verdiklerimiz(den iz'an ve insaf ehli bazı kimseler), Sana indirilen (Kur’an) dolayısıyla sevinip ferahlık (ve gönül rahatlığı) duymaktadırlar; fakat (İslam’ın aleyhinde birleşen) gruplardan (şeytani hizip-parti ve oluşumlarından), Onun (Kur’an ayetlerinin) bir kısmını inkâr edenler de vardır. De ki: "Ben, yalnızca Allah'a kulluk yapmak ve O'na asla ortak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O'na dua ve davet ederim ve son dönüşüm O'nadır."

  • 13:40

    وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ

    Onlara (azap cinsinden) va’ad ettiklerimizden bir kısmını Sana göstersek de, veya (bundan önce) Senin hayatına son versek de; (zalimler ve hainler asla kurtulacak değildir. Ey Resulüm!) Sana düşen sadece tebliğ ve davettir. Hesap görmek Bize aittir.

  • 13:43

    وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلًاۜ قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۙ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ

    O inkâr edenler: "Sen gönderilmiş (Allah'ın bir Elçisi) değilsin." (Kendini öyle gösterip üstünlük sağlama ve istismar peşindesin) diyorlar ve diyeceklerdir. Onlara de ki: "Benimle sizin aranızda şahit (tanık ve kanıt) olarak Allah yeterlidir ve yanlarında kitabın (Tevrat, İncil ve Kur’an’ın) ilmi bulunanlar da (bu gerçeği bilmektedirler)."

  • 16:82

    فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

    (Ey Nebim!) Fakat (buna rağmen) onlar (hâlâ Hakk’tan ve kutlu çağrından) yüz çevirirlerse, (aldırma ve yolundan geri durma); Sana düşen yalnızca apaçık bir tebliğdir.

  • 16:103

    وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌۜ لِسَانُ الَّذ۪ي يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِيٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُب۪ينٌ

    Andolsun ki Biz, onların: (Ey Nebim, Seni kastederek) "Bunu kendisine mutlaka bir (başka) insan öğretmektedir. (Bu hikmetleri ve ayetleri, özel ve gizli kişiler ve merkezler ona öğütlemektedir)” dediklerini biliyoruz. (Oysa Hakk’tan) Saparak kendisine yöneldikleri (nispet ettikleri kimse)nin dili A'cemidir (yabancı bir dildir), bu (Kur’an) ise açıkça Arapça olan (İlahi bir kelâm)dır.

  • 17:46

    وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُورًا

    Ve onların kalpleri üzerine, Onu (Kur’an’ı) kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık bırakmışızdır. Sen Kur'an'da Rabbini "bir ve tek" (İlah olarak) andığın (tapınılacak, sığınılacak ve sadece O’nun hükümleri esas alınacak yegâne ZAT şeklinde inanıp açıkladığın) zaman, (münafıklar ve kalbi marazlılar) 'nefretle uzaklaşır vaziyette' arkalarını dönüp gerisin geriye kaçıp kaytarmaktadırlar.

  • 17:47

    نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا

    Biz onların (marazlı münafıkların ve müşrik takımının) Senin (yanına gelip ve cemaatine girip konuşmalarına) kulak verdiklerinde ne (kasıtla) dinlediklerini, (arkandan kendi aralarındaki) gizli konuşmalarında ise o zalimlerin: "Siz büyülenmiş (mümkün olmayacak hayal ve kuruntuların etkisine girmiş) bir adamdan başkasına uymuyorsunuz" dediklerini de çok iyi biliriz.

  • 21:3

    لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ

    Onların kalpleri (Hakk’tan ve sorumluluktan) ilgisizdir, (gözleri dünyalık) oyalanma ve eğlencededir. Zulmedenler kendi aralarında, gizlice (şöyle) fısıldaşıvermektedirler: “Bu (elçi) benzeriniz olan (sizin gibi) bir beşer değil mi? Öyleyse, göz göre göre (aldanarak) büyüye mi (kapılıp) gideceksiniz?”

  • 21:4

    قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

    (Peygamber) Dedi ki: “Benim Rabbim, gökte ve yerde söylenen her sözü bilir; O, İşitendir, Bilendir.”

  • 21:5

    بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ

    Fakat onlar: “(Hayır bunlar) Karmakarışık düşlerdir (kurgulanmış hayallerdir); belki, Onu (Kur’an’ı) kendisi uyduruvermiştir; veya O bir şairdir; (eğer böyle değilse,) o halde önceki (kavimlere ve peygamber)lere gönderildiği gibi, bize de (haydi) bir ayet (mucize) getirsin (de görelim)!” demişlerdi.

  • 21:16

    وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ

    Biz, gökleri ve yeri ve bunlar arasında bulunan (nurani ve maddi bütün) şeyleri, oyun ve eğlence için (boş yere) yaratmadık.

  • 21:17

    لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ

    Eğer Biz eğlence edinmek isteseydik, Kendi katımızdan edinirdik. Eğer (eğlence istemiş) olsaydık böyle yapardık (ama Biz, boş ve nahoş şeylerle uğraşmayız.)

  • 22:49

    قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَٓا اَنَا۬ لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ

    De ki: “Ey insanlar, gerçekten Ben sizin için (sadece) apaçık bir uyarıcıyım.”

  • 23:72

    اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ خَرْجًا فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌۗ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ

    (Ey Nebim!) Yoksa Sen onlardan (davetine ve hizmetine karşılık bir ücret) bir haraç mı istiyorsun? Halbuki Rabbinin (mükâfat) vergisi daha hayırlıdır. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.

  • 25:7

    وَقَالُوا مَا لِ‌هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يرًاۙ

    “Bu nasıl Peygamberdir ki, bizim gibi yiyip (içiyor, bizim gibi giyiniyor) ve çarşı pazarda gezip dolaşıyor!.. Ona kendisiyle birlikte uyarıcı bir melek de indirilmeli değil miydi?” demişlerdir (diyeceklerdir).

  • 25:8

    اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا

    "Ya da kendisine (altın ve mücevher dolu) bir hazinenin bırakılması veya (ürünlerinden) yemekte olduğu (şahane) bir bahçesi olması (gerekmez miydi? Böylesine fakir ve kimsesiz birinden ne bekliyorsunuz?” diye halkı kışkırtıvermişlerdi). Ayrıca o zulmeden (inkârcı ve münafık tip)ler: "Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş (ve aklı çelinmiş) bir adama uyuyorsunuz" demişler (insanları Hakk’tan ve hayırdan engellemişlerdi).

  • 25:9

    اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلًا۟

    (Ey Nebim!) Hele bir bak; Senin için nasıl (bahaneler üretip geçersiz) örnekler getirdiler de böylece (Hakk’tan) sapıtıp gittiler. Artık onlar bir daha (hidayet ve Hakk) yolu bulamayacak haldedirler.

  • 25:10

    تَبَارَكَ الَّذ۪ٓي اِنْ شَٓاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًا مِنْ ذٰلِكَ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ وَيَجْعَلْ لَكَ قُصُورًا

    Dilediği takdirde, Sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan cennetler veren ve Senin için (orada) köşkler var eden (Allah) ne Yücedir.

  • 25:57

    قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اَنْ يَتَّخِذَ اِلٰى رَبِّه۪ سَب۪يلًا

    De ki: “Ben buna karşılık, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız) dışında, sizden bir ücret istemiyorum.” (Bu nedenle bütün bahaneniz geçersizdir.)

  • 29:18

    وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْۜ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

    “Yok eğer (Hakkı ve uyarılarımızı) yalanlarsanız, sizden önceki ümmetler de (elçilerin çağrısını) yalanlamış (ve belalarını bulmuş)lardı. Elçiye düşen ise, sadece açık bir tebliğdir.” (İman edip etmediğiniz ondan sorulmayacaktır.)

  • 30:52

    فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ

    (Ey Resulüm!) Şimdi Sen, (kalpleri) ölülere kesinlikle (söz) işittirip (uyandıramazsın) ve arkalarını dönüp giden (insan görünümlü) sağırlara da (Hakk) çağrıyı dinletip duyuramazsın.

  • 30:53

    وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ۟

    Ve Sen kendi sapkınlıkları içinde (gönül gözleri) kör olanları (ama kendilerini en haklı ve hayırlı konumda sananları) da doğru yola (hidayete) ulaştıramazsın. Sen sadece, Bizim ayetlerimize (kudret eserlerimize ve Kur’ani hükümlerimize) iman edenlere (çağrını) duyurabilirsin ki onlar (Kur’an’ın tüm hüküm ve haberlerine, Resulüllah’ın öğütlerine inanıp gönülden teslim olan ve Hakk hâkim olsun diye çırpınan) Müslümanlardır.

  • 33:48

    وَلَا تُطِعِ الْكَافِر۪ينَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَدَعْ اَذٰيهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا

    (Sakın, hiçbir konuda) Kâfirlere ve münafıklara itaat etme(ye yanaşma; onların ve güvendikleri şeytani odakların) eziyetlerine de aldırma, (sadece ve her süreçte) Allah'a tevekkül et. Vekîl olarak Allah yeterlidir.

  • 34:42

    فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعًا وَلَا ضَرًّاۜ وَنَقُولُ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ

    (Ey kâfir ve gafil insanlar!) Artık bugün, bir kısmınızın bir kısmınıza yarar sağlamaya veya zarar ulaştırmaya gücü yetmez (durumdadır.) Biz de o zulmedenlere deriz ki: "(Dünyada iken inkâr edip) Yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın (bakalım.)"

  • 35:22

    وَمَا يَسْتَوِي الْاَحْيَٓاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ

    (Bunun gibi) Dirilerle ölüler de bir olamaz, (bunlar farklı ve aykırı şeylerdir, aynı değildir); şüphesiz Allah (hikmet ve hakikati) dilediği kimseye duyurup işittirir. Sen ise kabirlerde olanlara (canlı cenaze hükmündeki gafil ve kâfir insanlara) işittirebilecek değilsin. (Sadece tebliğ görevini yapmalı, sonuçlarına kafayı takmamalısın.)

  • 35:23

    اِنْ اَنْتَ اِلَّا نَذ۪يرٌ

    (Ey Resulüm!) Sen sadece (Hakka ve hayra çağıran) bir uyarıcısın.

  • 35:25

    وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ

    (Ey Nebim!) Eğer Seni yalanlıyorlarsa (aldırma ve dayan), zira Senden önceki (elçi)ler de gerçekten (böyle) yalanlandı; oysa elçileri kendilerine apaçık ayetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitaplarla gelip (Hakka ve hayra çağırmışlardı.)

  • 35:26

    ثُمَّ اَخَذْتُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟

    Sonra Ben de o (bile bile) küfürde (inat) edenleri (kahrımla) yakalayıverdim. Beni tanımayıp inkâr etmek (ve elçilerime karşı hileli planlar üretmek) nasılmış! (Onlar görüp anlamışlardı, sizin de ibret almanız lazımdı!)

  • 38:86

    قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ

    (Ey Resulüm, onlara) De ki: “Ben bu (davet ve hizmetime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. (Kendi kafamdan yararsız ve yapmacık) Birtakım zahmet ve külfetler de uydurmuyorum.” (Olduğumdan başka türlü de görünmüyorum. Görevim sadece tebliğ ve irşaddır.)

  • 42:2

    عٓسٓقٓ۠

    Ayn, Sin, Kaf. (Bunlar İlahi şifreler ve formüllerdir!)

  • 42:7

    وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ

    (Ey Resulüm!) İşte Biz Sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları (tüm insanlığı) uyarman ve kendisinde şüphe olmayan (mahşerde) toplanma gününü (haber verip onları) korkutman için de (Seni gönderdik. O gün onların) bir bölümü cennette, bir bölümü çılgınca yanan ateşin içerisindelerdir.

  • 42:24

    اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۚ فَاِنْ يَشَاِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

    Yoksa onlar (Senin için): "Allah'a karşı yalan düzüp-uydurdu" mu diyorlar? (Halbuki böyle bir şeye kalkışsan) Eğer Allah dilerse (onlar gibi) Senin de kalbini mühürlerdi. Oysa Allah, bâtılı yok edip-ortadan kaldırır ve Kendi kelimeleriyle (Kur’ani hüküm ve hikmetleriyle) Hakkı Hakk olarak pekiştirip (gerçekleştirir). [Not: Yani; Allah, Kur’ani hükümleri ve Adil Düzenin hâkimiyetini; tebliğat ve cihad gayretleriyle, siyaset ve strateji hikmetleriyle ve üstün teknoloji harikaları ile yerleştirir.] Çünkü O, sinelerin özünde olanı (mü’min gönüllerin samimi arzularını) Bilendir.

  • 42:48

    فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ

    (Ey Nebim!) Şayet onlar Senden ayrılıp sırt çevirecek olurlarsa (aldırma), artık Biz Seni onların üzerine bir muhafız, (bekçi ve zorla hidayete getirici) olarak göndermiş değiliz. Sana düşen, yalnızca tebliğdir. Gerçek şu ki, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isabet ederse, bu durumda insan bir nankör kesiliverir.

  • 42:52

    وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحًا مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ

    (Ey Nebim!) İşte böylece Sana da emrimizden bir ruh vahyettik. (Sana çok özel bir inayet, hidayet ve hikmet bahşettik.) Ki Sen, kitap nedir, iman nedir (bunların hakikatine nasıl erişilir?) bilmezdin. Ancak Biz Onu (Kur'an’ı) bir nur (hidayet ve istikamet ışığı, şuur ve huzur kaynağı, kurtarıcı kanun ve kurallar dayanağı) kılıverdik, Onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz Sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletmektesin.

  • 42:53

    صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ

    (Ey Resulüm! Sen) Göklerde ve yerde bulunanların tümü Kendisine ait olan (Yüce) Allah'ın yoluna (davet ve rehberlik etmektesin). Haberiniz olsun! (Dikkatli ve tedbirli bulunun ki;) bütün işler Allah'a dönecektir.

  • 43:88

    وَق۪يلِه۪ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ

    Onun: (Hz. Peygamberin; El-eman, medet, yetiş) "Ya Rabbi!" demesi hakkı için (gerçek şu ki;) kesinlikle artık onlar imana gelmez bir kavim (olmuşlardır).

  • 43:89

    فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌۜ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

    Şimdilik (gaflet ve hıyanet ehlini) bırak, onlara aldırma ve "Selamet olsun" diyerek (oyala!) Artık onlar yakında (gerçeği görüp) bilecek ve anlayacaklardır!

  • 52:29

    فَذَكِّرْ فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ

    Şu halde Sen (ey Nebim!) öğüt verip-hatırlat; çünkü Sen, Rabbinin nimetiyle ne kâhinsin, ne deli-divanesin! (Sana iftira edenler, asıl kendileri delidir ve nasipsizdirler.)

  • 52:31

    قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ

    De ki: “(Öyle ise) Siz gözetleyedurun; çünkü Ben de sizinle birlikte (Allah’ın; inkârcıları ve münafıkları rezil ve zelil duruma sokacağını, sadıkları da aziz ve muzaffer kılacağını) gözetleyip bekleyenlerdenim.”

  • 53:1

    وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰىۙ

    Çıkıp zuhur ettiği zaman Necm’e (kutlu Yıldız şahsiyete) yemin olsun ki; [Not: Necm: Bir konuyla ilgili inen toplu Kur’an ayetleri faslına; veya, yaratılış ve imtihan gayelerini açıklamak üzere çıkıp zuhur eden “Din Yıldızına” denir. “İza hevâ” kelimelerine “Battığı zaman” yerine; “Doğup aydınlattığı zaman” manası daha uygun düşmektedir. Burada zikredilen Necm; Hz. Peygamber Efendimizin zuhuruna ve tarihi medeniyet-Mehdiyet inkılâbına da işaret olabilir.]

  • 53:2

    مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰىۚ

    Sahibiniz (olan Hz. Resul (AS) asla Hakk’tan) sapmamış, şaşırmamış ve (şeytani dürtülerle aldanıp) azıtmamıştır.

  • 53:3

    وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ

    O, (kesinlikle kendi) hevâsından (kafasından ve nefsi kuruntularından) konuşmaz-konuşmamıştır.

  • 53:4

    اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ

    O (Kur’an ve konuştukları) ancak (kendisine) vahy (ve telkin) olunan vahiydir. (İlahi hakikatler ve öğretilerdir ki, tebliğ edip size ulaştırmıştır.)

  • 53:5

    عَلَّمَهُ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ

    Ona (bu Kur'an'ı ve Onun yorum ve uygulamalarını) müthiş (akli-manevi) kuvvetleri olan (ve üstün meziyetlerle donatılan Hz. Cebrail) öğretmiş (bulunmaktadır).

  • 53:6

    ذُو مِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ

    Çok çarpıcı yetenek ve güzellik sahibi (Cebrail, Onunla Allah arasındaki vahiy taşıyıcıdır. Ve ilk vahiy sırasında Resulüllah’ı) istiva edip (kuşatmış ve İlahi mesajları anlayıp kavrayacak kıvama taşımıştır).

  • 53:7

    وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ

    (Ki o sırada) En yüksek ufuktaydı. (Maneviyat boyutunun en yüce irtibat makamındaydı.)

  • 53:8

    ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ

    Sonra (Resulüllah’a) yaklaştı, “tedelli” edip (yukarıdan aşağıya kayarak, âfaktan enfüse) sarktı, (böylece Cebrail, İlahi tecelli ve temsil suretiyle görünüp ortaya çıktı.)

  • 53:9

    فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ

    Öyle ki “Gabe Kavseyn” iki yay (parçasının) çakışması veya daha yakın (vaziyette aralarında iletişim ‘bilgi teması’) başladı.

  • 53:10

    فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَٓا اَوْحٰىۜ

    Böylece O (Allah) kuluna vahyettiğini (Kur’an ayetlerini) vahyetmiş (O da size aynen aktarmıştı.)

  • 53:11

    مَا كَذَبَ الْفُؤٰادُ مَا رَاٰى

    Onun (Resulüllah’ın) bu gördüğünü gönlü yalanlamamış (vicdanı da doğrulamıştı. Bütün bu yaşananlar şeytani kuruntular ve hayali kurgular olamazdı).

  • 53:12

    اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى

    (Ey müşrikler ve münafık-münkir kesimler!) Siz hâlâ Onun (Resulüllah’ın) gördüğünden (Hz. Cebrail’le görüştüğünden ve bilgi alışverişinden) şüphe edip (bu konuyu) tartışacak mısınız?

  • 53:13

    وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ

    (Oysa) Andolsun (ki Resulüllah), Onu bir diğer inişte (ve manevi tecelli ikliminde yine) görmüş (ve tanımıştı).

  • 53:14

    عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى

    (O zaman) Sidretü'l-Münteha'nın katında (bütün Meleklerin ve Nebilerin son ulaşım sınırında)ydı.

  • 53:15

    عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىۜ

    Ki Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır. (Cennetü'l-Me’vâ; muttakilerin, mücahitlerin ve şehitlerin son durağıdır.)

  • 53:16

    اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ

    (O esnada) Sidre’yi örtüp kaplamakta olanın (orayı) kuşattığı zamandı.

  • 53:17

    مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى

    (Yani artık kesinlikle biliniz ve iman ediniz ki, Hz. Muhammed’deki) Göz (asla) kayıp-şaşmadı ve (sınırı da) aşmadı.

  • 53:18

    لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى

    Andolsun O, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı (tecelli ve tezahürü) bizzat görmüş (hayret ve haşyete kapılmıştı).

  • 61:6

    وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ

    Hani o vakit Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, kesinlikle ben, Allah'ın size (gönderdiği) bir elçisiyim. Benden önceki Tevrat'ı tasdik edici ve benden sonra ismi ‘Ahmed’ olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat buna rağmen O, onlara kesin belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" demişlerdi.

  • 68:46

    اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ

    (Ey Nebim!) Sen onlardan bir ücret mi istiyorsun ki; onlar, (sanki) haksız bir borçtan dolayı ağır bir yük altında kalmışlar (gibi Senin hayırlı ve yararlı çağrından kaçıp uzaklaşmaktadırlar)? [Not: Burada zahiren muhatap Peygamber (SAV) ise de aslında Onun muhalifleri olan müşrikler ve münafıklardır. Onlara; "Allah'ın Elçisi sizden bir karşılık mı istiyor ki bu kadar kızıp azgınlaşıyorsunuz?" diye sorulmaktadır.]

  • 68:47

    اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ

    Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında (bulunuyor) da, kendileri mi yazıp durmaktadırlar? (Ki geleceklerini kendileri kurguluyor gibi davranmaktadırlar!)

  • 68:48

    فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ

    (Ey Resulüm!) Şimdi Sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi (aceleci) olma; hani o, içi kahır dolu olarak (ve biraz da sabırsızlanarak Rabbine) dua edip yakarmıştı. [Not: Evet; okyanusların altında, gecenin karanlıklarında, balığın karnında bulunan Hz. Yunus (AS) şöyle yalvarmıştı: "Senden başka ilah yoktur, Seni tenzih ederim. Şüphesiz ben zalimlerden oldum." Bunun üzerine Allah onu, bu feryat ve figanına bağışlamış ve kendisini bu kederli durumdan kurtarmıştı.]

  • 68:49

    لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ

    Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşmasaydı, (Hz. Yunus) mutlaka yerilip kınanmış olarak çıplak vaziyette ıssız durumdaki (karaya) atılmış (veya okyanusların altında bırakılmış) olacaktı.

  • 68:50

    فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ

    Fakat Rabbi onu seçti ve onu salih olanlardan kıldı.