Nimeti inkâr

  • 8:55

    Allah katında canlıların (yerde yürüyen mahlûkatın) en kötüsü, şüphesiz (gizli-açık) kâfirler (ve Hakka hıyanet edenler)dir. Onlar artık iman etmeyeceklerdir.

  • 10:12

    İnsana bir zarar dokunduğunda; yan yatarken, otururken ya da ayaktayken (sürekli ve samimiyetle) Bize (yalvarıp) dua eder; ama sıkıntı ve zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, kendisine dokunan zarardan (hastalık, geçim darlığı, düşman saldırısı ve diğer bela ve sarsıntılardan dolayı) sanki Bizi hiç çağırmamış ve yalvarmamış gibi (Hakk’tan ve hayırdan) dönüp-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları (kötülükler, şeytan tarafından) böyle süslenmiş durumdadır.

  • 10:22

    Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar (gemiler-vapurlar) da güzel bir rüzgârla (veya motorla) kendilerini yüzdürürlerken ve (insanlar tam) bununla ferahlanıp sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr (şiddetli bir kasırga) gelip çatar ve her yandan dalgalar onları sarıp kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını (ve batıp boğulacaklarını) sandıkları (ve çaresiz kaldıkları sırada hemen) dini (ve bütün kuvveti) sadece O’na has kılarak (mü’min ve muhlis kullar olarak) Allah’a dua etmeye başlarlar: “Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız” (diye yalvarırlar). [Not: Rüzgârları da, yağmurları da, diğer tabiat olaylarını da, bunlarla görevli melekler eliyle bizzat Allah yaratmaktadır.]

  • 10:23

    Ama vaktâki (Allah) onları kurtarınca, o zaman yine haksız yere yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar! Sizin azgınlık ve taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (çünkü) dünya hayatının metaı-zevkleri (cüz’i ve geçicidir). Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz (ve hesap soracağız.)

  • 11:9

    Andolsun ki eğer Biz insana Kendi katımızdan bir rahmet (nimet ve fazilet) tattırıp; sonra (kıymetini bilsin ve imtihandan geçsin diye) bunu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o (hemen) umudunu kesmiş bir inkârcı nankör (gibi davranmaya, itiraz ve isyana başlayacaktır.)

  • 11:10

    Ve andolsun ki (insana) eğer kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra tekrar bir nimet tattırsak (yeniden eski servet ve faziletine döndürecek olsak) yine kesinlikle; “Kötülükler benden (uzaklaşıp) gitti, (kendi bilgim ve becerimle bunu başarıp kurtuldum)” diyerek (gaflet ve cehalete dalacaktır). Çünkü o, çok şımarık (bir şaşkındır ve boş yere) böbürlenip gururlanandır.

  • 16:53

    Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı dokunduğunda dönüp yalvaracağınız makam da yalnız O’dur.

  • 16:54

    Sonra sizden o sıkıntıyı giderdiği zaman ise, (maalesef) içinizden birtakımı Rablerine (tekrar) şirk koşup durur.

  • 16:55

    (Bunlar bozuk fıtratları nedeniyle) Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etmek için (şirke yönelirler). Öyleyse (şimdilik dünyada geçici bir süre) yararlanın (ve keyfinize bakın), ileride bileceksiniz.

  • 17:67

    Size denizde bir sıkıntı (batma sarsıntısı) dokunduğu (veya havada düşme tehlikesi tuttuğu) zaman, O’nun (Allah’ın) dışında tapıp yalvardıklarınızın tamamı (aklınızdan çıkıp) kaybolur gider de (sadece Allah’a yalvarmaya başlarsınız); fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. Zaten insan pek nankör bir varlıktır.

  • 17:83

    Biz (lütuf hazinemizden) insana nimet (servet ve etiket) verdiğimiz zaman (nankörleşip ibadetten ve insani değerlerden) yüz çevirir. (Allah'ı anmaktan vazgeçip uzaklaşır.) Ona (bir) kötülük (ve zarar) dokunduğunda ise hemen, (aciz ve çaresiz biçimde) ümitsizliğe kapılır.

  • 29:65

    Onlar gemiye bindikleri (ve tehlikeye girdikleri) zaman, dini sadece Allah’a has kılarak (canı gönülden) yalvarıp yakarmaktadırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen (yine gaflete dalıp) şirk koşmakta (ve nankörlük yapmaya başlamakta)dırlar.

  • 30:33

    İnsanlara bir zarar ve sıkıntı dokunduğu zaman, “gönülden samimi bağlılar” olarak, Rablerine dua edip (yalvarmaktadırlar); sonra (Allah) Kendinden onlara bir rahmet (nimet ve rahatlık) tattırınca (bakarsın ki) onlardan bir fırka hemen (yine sapıtıp) Rablerine şirk koşmaktadırlar.

  • 30:34

    Kendilerine (nimet olarak) verdiklerimize nankörlük etsinler diye (bozuk fıtratlarının ve şeytani tabiatlarının gereği böyle yaparlar). Öyleyse (ey kâfirler ve nankörler, şimdilik biraz daha) yararlanıp, zevkü sefa içinde yaşayın (bakalım), artık yakında (gerçeği ve başınıza geleceği) bilecek (ve anlayacaksınız!)

  • 30:51

    Andolsun, eğer Biz bir (kavurucu) rüzgâr göndersek de onu(n yeryüzünün ekinlerini olgunlaşmadan kuruyup) sararmış görseler, mutlaka ardından hemen (Rablerini itham ve itiraz ile) nankörlük yapacaklardır.

  • 31:32

    Onları (deniz yolculuğunda) kara bulutlar gibi dalgalar sarıverdiği (ve batma tehlikesi belirdiği) zaman, dini yalnızca O'na has kılarak ve gönülden bağlılar olarak Allah'a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Ama vaktâki onları karaya çıkarıp-kurtarınca da, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutup (istikamet üzere gitmekte, pek çokları da sapıtıvermektedir). Zaten Bizim ayetlerimizi gaddar ve nankör olandan başkası inkâr etmeyecektir.

  • 39:7

    Eğer inkâr (ve isyan) ederseniz (bu kendi aleyhinizedir, çünkü) kesinlikle Allah sizden müstağnidir (hiçbirinize ve ibadetinize muhtaç değildir.) Ne var ki O, kullarının küfre (ve kötülüğe düşmesine) rızası bulunmayandır. Ve eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olacaktır. Hiçbir günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez (herkes sadece kendi yapıp ettiklerinin ve sebebiyet verdiklerinin karşılığını bulacaktır). Sonra (hepiniz) Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecek (ve sorgulayacaktır). Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilip durmaktadır.

  • 39:8

    İnsana bir zarar-sıkıntı dokunduğu zaman, gönülden ve içtenlikle yönelmiş olarak Rabbine dua edip yalvarır. Sonra (darlıktan kurtarıp) ona Kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O'na dua ettiğini unutup, (halkı) O'nun yolundan saptırmak amacıyla Allah'a eşler koşmaya başlamaktadır. De ki: “İnkârınla biraz (daha dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen ateşin halkındansın (yakında bu fani ve şeytani dünyan başına yıkılacaktır).”

  • 39:49

    İnsana bir zarar dokunduğu (ve çaresiz kaldığı zaman, hemen fıtri bir yönelişle) Bize yalvarır. Sonra (sıkıntılarını giderip) ona katımızdan bir nimet verdik mi; “Bu bana (kendi) bilgim (ve becerim) sayesinde verilmiştir” (diyerek nankörlüğe kaymaktadır). Doğrusu bu (nimetler de musibetler de insanı denemek için bir) imtihandır; fakat çokları (gerçeği) bilmediklerinden (ve İslami şuur eksikliğinden gaflete dalınmaktadır).

  • 39:50

    Gerçekten bunu (nimet ve faziletlerin kendi eserleri olduğunu) onlardan öncekiler de (gaflet ve nankörlükle) söylemişlerdi; ama kazandıkları (dünyevi ve geçici) şeyler onlara hiçbir yarar sağlamamıştı.

  • 39:51

    Böylece, (sonunda) kazandıkları kötülükler(in acı akıbetleri) onlara isabet etmişti. (Şimdi) Bunlardan (bu asrın insanlarından) zulmetmiş olanlara da kazandıkları kötülükler (mutlaka) isabet edecektir (ve zulüm düzenleri başlarına çökecektir). Ve onlar (bu takdiri kendilerine uygulayacak Allah'ı) aciz bırakamayacaklardır.

  • 41:49

    İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, hemen ye'se düşen bir ümitsiz (kesilir ve üzülüp kederlenir).

  • 41:50

    Kendisine dokunan bir zarar (ve sıkıntıdan) sonra (inkârcı nankörlere tarafımızdan) ona (yeniden) bir rahmet (ve nimet) tattırırsak, (o durumda da:) “Bu zaten benim hakkımdır. ('Ben aklım ve çalışkanlığımla kazandım' der.) Hem, kıyametin kopacağını (ve bütün yaptıklarımızın hesabının sorulacağını da hiç) sanmıyorum. Ve şayet (bir ihtimal olarak farz edelim ki) Rabbime döndürülecek (bile) olsam, mutlaka O’nun yanında benim için daha güzel (nimet ve faziletler) vardır” demektedirler. (Böylece kendilerinin seçkin ve sorumsuz kimseler olduklarını zannetmektedirler.) Ancak Biz böylesi inkârcı nankörlere (bütün) amellerini mutlaka haber verip (hesaba çekeceğiz) ve andolsun ki onlara çok şiddetli bir azabı (tattırıp acılar) çektireceğiz. [Not: Bazı insanların “Allah’ın sevgili ve seçkin kulu” oldukları saplantısı... Ve “peşin ve kesin cennetlik oldukları” takıntısı şeytani bir gurur ve kuruntudan başka bir şey değildir. Allah’ın lütfettiği bazı kabiliyet ve marifetlerini delil göstererek, “imtiyazlı kimseler” oldukları vehmine kapılan bu tipler, her türlü nimet ve faziletin önce kendilerine layık ve lazım olduğunu düşünmektedirler.]

  • 41:51

    İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizip (Hakk’tan ve hayırdan uzaklaşıverir), ona bir şer (ve musibet) dokunduğu zaman ise, (bakarsın ki) artık o geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir dua sahibidir. (Oysa önemli ve gerekli olan, sağlıklı ve varlıklı olduğu dönemde Allah’a yönelmektir.)

  • 8:55

    اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ

    Allah katında canlıların (yerde yürüyen mahlûkatın) en kötüsü, şüphesiz (gizli-açık) kâfirler (ve Hakka hıyanet edenler)dir. Onlar artık iman etmeyeceklerdir.

  • 10:12

    وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِه۪ٓ اَوْ قَاعِدًا اَوْ قَٓائِمًاۚ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَاَنْ لَمْ يَدْعُنَٓا اِلٰى ضُرٍّ مَسَّهُۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِف۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

    İnsana bir zarar dokunduğunda; yan yatarken, otururken ya da ayaktayken (sürekli ve samimiyetle) Bize (yalvarıp) dua eder; ama sıkıntı ve zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, kendisine dokunan zarardan (hastalık, geçim darlığı, düşman saldırısı ve diğer bela ve sarsıntılardan dolayı) sanki Bizi hiç çağırmamış ve yalvarmamış gibi (Hakk’tan ve hayırdan) dönüp-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları (kötülükler, şeytan tarafından) böyle süslenmiş durumdadır.

  • 10:22

    هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

    Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar (gemiler-vapurlar) da güzel bir rüzgârla (veya motorla) kendilerini yüzdürürlerken ve (insanlar tam) bununla ferahlanıp sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgâr (şiddetli bir kasırga) gelip çatar ve her yandan dalgalar onları sarıp kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını (ve batıp boğulacaklarını) sandıkları (ve çaresiz kaldıkları sırada hemen) dini (ve bütün kuvveti) sadece O’na has kılarak (mü’min ve muhlis kullar olarak) Allah’a dua etmeye başlarlar: “Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız” (diye yalvarırlar). [Not: Rüzgârları da, yağmurları da, diğer tabiat olaylarını da, bunlarla görevli melekler eliyle bizzat Allah yaratmaktadır.]

  • 10:23

    فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

    Ama vaktâki (Allah) onları kurtarınca, o zaman yine haksız yere yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar! Sizin azgınlık ve taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (çünkü) dünya hayatının metaı-zevkleri (cüz’i ve geçicidir). Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz (ve hesap soracağız.)

  • 11:9

    وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ

    Andolsun ki eğer Biz insana Kendi katımızdan bir rahmet (nimet ve fazilet) tattırıp; sonra (kıymetini bilsin ve imtihandan geçsin diye) bunu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o (hemen) umudunu kesmiş bir inkârcı nankör (gibi davranmaya, itiraz ve isyana başlayacaktır.)

  • 11:10

    وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ

    Ve andolsun ki (insana) eğer kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra tekrar bir nimet tattırsak (yeniden eski servet ve faziletine döndürecek olsak) yine kesinlikle; “Kötülükler benden (uzaklaşıp) gitti, (kendi bilgim ve becerimle bunu başarıp kurtuldum)” diyerek (gaflet ve cehalete dalacaktır). Çünkü o, çok şımarık (bir şaşkındır ve boş yere) böbürlenip gururlanandır.

  • 16:53

    وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ

    Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı dokunduğunda dönüp yalvaracağınız makam da yalnız O’dur.

  • 16:54

    ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ

    Sonra sizden o sıkıntıyı giderdiği zaman ise, (maalesef) içinizden birtakımı Rablerine (tekrar) şirk koşup durur.

  • 16:55

    لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

    (Bunlar bozuk fıtratları nedeniyle) Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etmek için (şirke yönelirler). Öyleyse (şimdilik dünyada geçici bir süre) yararlanın (ve keyfinize bakın), ileride bileceksiniz.

  • 17:67

    وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُورًا

    Size denizde bir sıkıntı (batma sarsıntısı) dokunduğu (veya havada düşme tehlikesi tuttuğu) zaman, O’nun (Allah’ın) dışında tapıp yalvardıklarınızın tamamı (aklınızdan çıkıp) kaybolur gider de (sadece Allah’a yalvarmaya başlarsınız); fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. Zaten insan pek nankör bir varlıktır.

  • 17:83

    وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ كَانَ يَؤُ۫سًا

    Biz (lütuf hazinemizden) insana nimet (servet ve etiket) verdiğimiz zaman (nankörleşip ibadetten ve insani değerlerden) yüz çevirir. (Allah'ı anmaktan vazgeçip uzaklaşır.) Ona (bir) kötülük (ve zarar) dokunduğunda ise hemen, (aciz ve çaresiz biçimde) ümitsizliğe kapılır.

  • 29:65

    فَاِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ اِذَا هُمْ يُشْرِكُونَۙ

    Onlar gemiye bindikleri (ve tehlikeye girdikleri) zaman, dini sadece Allah’a has kılarak (canı gönülden) yalvarıp yakarmaktadırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen (yine gaflete dalıp) şirk koşmakta (ve nankörlük yapmaya başlamakta)dırlar.

  • 30:33

    وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَٓا اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ

    İnsanlara bir zarar ve sıkıntı dokunduğu zaman, “gönülden samimi bağlılar” olarak, Rablerine dua edip (yalvarmaktadırlar); sonra (Allah) Kendinden onlara bir rahmet (nimet ve rahatlık) tattırınca (bakarsın ki) onlardan bir fırka hemen (yine sapıtıp) Rablerine şirk koşmaktadırlar.

  • 30:34

    لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

    Kendilerine (nimet olarak) verdiklerimize nankörlük etsinler diye (bozuk fıtratlarının ve şeytani tabiatlarının gereği böyle yaparlar). Öyleyse (ey kâfirler ve nankörler, şimdilik biraz daha) yararlanıp, zevkü sefa içinde yaşayın (bakalım), artık yakında (gerçeği ve başınıza geleceği) bilecek (ve anlayacaksınız!)

  • 30:51

    وَلَئِنْ اَرْسَلْنَا ر۪يحًا فَرَاَوْهُ مُصْفَرًّا لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِه۪ يَكْفُرُونَ

    Andolsun, eğer Biz bir (kavurucu) rüzgâr göndersek de onu(n yeryüzünün ekinlerini olgunlaşmadan kuruyup) sararmış görseler, mutlaka ardından hemen (Rablerini itham ve itiraz ile) nankörlük yapacaklardır.

  • 31:32

    وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ

    Onları (deniz yolculuğunda) kara bulutlar gibi dalgalar sarıverdiği (ve batma tehlikesi belirdiği) zaman, dini yalnızca O'na has kılarak ve gönülden bağlılar olarak Allah'a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Ama vaktâki onları karaya çıkarıp-kurtarınca da, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutup (istikamet üzere gitmekte, pek çokları da sapıtıvermektedir). Zaten Bizim ayetlerimizi gaddar ve nankör olandan başkası inkâr etmeyecektir.

  • 39:7

    اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

    Eğer inkâr (ve isyan) ederseniz (bu kendi aleyhinizedir, çünkü) kesinlikle Allah sizden müstağnidir (hiçbirinize ve ibadetinize muhtaç değildir.) Ne var ki O, kullarının küfre (ve kötülüğe düşmesine) rızası bulunmayandır. Ve eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olacaktır. Hiçbir günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez (herkes sadece kendi yapıp ettiklerinin ve sebebiyet verdiklerinin karşılığını bulacaktır). Sonra (hepiniz) Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecek (ve sorgulayacaktır). Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilip durmaktadır.

  • 39:8

    وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلًاۗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ

    İnsana bir zarar-sıkıntı dokunduğu zaman, gönülden ve içtenlikle yönelmiş olarak Rabbine dua edip yalvarır. Sonra (darlıktan kurtarıp) ona Kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O'na dua ettiğini unutup, (halkı) O'nun yolundan saptırmak amacıyla Allah'a eşler koşmaya başlamaktadır. De ki: “İnkârınla biraz (daha dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen ateşin halkındansın (yakında bu fani ve şeytani dünyan başına yıkılacaktır).”

  • 39:49

    فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    İnsana bir zarar dokunduğu (ve çaresiz kaldığı zaman, hemen fıtri bir yönelişle) Bize yalvarır. Sonra (sıkıntılarını giderip) ona katımızdan bir nimet verdik mi; “Bu bana (kendi) bilgim (ve becerim) sayesinde verilmiştir” (diyerek nankörlüğe kaymaktadır). Doğrusu bu (nimetler de musibetler de insanı denemek için bir) imtihandır; fakat çokları (gerçeği) bilmediklerinden (ve İslami şuur eksikliğinden gaflete dalınmaktadır).

  • 39:50

    قَدْ قَالَهَا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

    Gerçekten bunu (nimet ve faziletlerin kendi eserleri olduğunu) onlardan öncekiler de (gaflet ve nankörlükle) söylemişlerdi; ama kazandıkları (dünyevi ve geçici) şeyler onlara hiçbir yarar sağlamamıştı.

  • 39:51

    فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۜ وَالَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ سَيُص۪يبُهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۙ وَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَ

    Böylece, (sonunda) kazandıkları kötülükler(in acı akıbetleri) onlara isabet etmişti. (Şimdi) Bunlardan (bu asrın insanlarından) zulmetmiş olanlara da kazandıkları kötülükler (mutlaka) isabet edecektir (ve zulüm düzenleri başlarına çökecektir). Ve onlar (bu takdiri kendilerine uygulayacak Allah'ı) aciz bırakamayacaklardır.

  • 41:49

    لَا يَسْـَٔمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَٓاءِ الْخَيْرِۘ وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُ۫سٌ قَنُوطٌ

    İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, hemen ye'se düşen bir ümitsiz (kesilir ve üzülüp kederlenir).

  • 41:50

    وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِنَّا مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هٰذَا ل۪يۙ وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُجِعْتُ اِلٰى رَبّ۪ٓي اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰىۚ فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ

    Kendisine dokunan bir zarar (ve sıkıntıdan) sonra (inkârcı nankörlere tarafımızdan) ona (yeniden) bir rahmet (ve nimet) tattırırsak, (o durumda da:) “Bu zaten benim hakkımdır. ('Ben aklım ve çalışkanlığımla kazandım' der.) Hem, kıyametin kopacağını (ve bütün yaptıklarımızın hesabının sorulacağını da hiç) sanmıyorum. Ve şayet (bir ihtimal olarak farz edelim ki) Rabbime döndürülecek (bile) olsam, mutlaka O’nun yanında benim için daha güzel (nimet ve faziletler) vardır” demektedirler. (Böylece kendilerinin seçkin ve sorumsuz kimseler olduklarını zannetmektedirler.) Ancak Biz böylesi inkârcı nankörlere (bütün) amellerini mutlaka haber verip (hesaba çekeceğiz) ve andolsun ki onlara çok şiddetli bir azabı (tattırıp acılar) çektireceğiz. [Not: Bazı insanların “Allah’ın sevgili ve seçkin kulu” oldukları saplantısı... Ve “peşin ve kesin cennetlik oldukları” takıntısı şeytani bir gurur ve kuruntudan başka bir şey değildir. Allah’ın lütfettiği bazı kabiliyet ve marifetlerini delil göstererek, “imtiyazlı kimseler” oldukları vehmine kapılan bu tipler, her türlü nimet ve faziletin önce kendilerine layık ve lazım olduğunu düşünmektedirler.]

  • 41:51

    وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ

    İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizip (Hakk’tan ve hayırdan uzaklaşıverir), ona bir şer (ve musibet) dokunduğu zaman ise, (bakarsın ki) artık o geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir dua sahibidir. (Oysa önemli ve gerekli olan, sağlıklı ve varlıklı olduğu dönemde Allah’a yönelmektir.)