Kâfirler

  • 2:114

    وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

    (Elinde imkân ve iktidar olduğu halde) Allah'ın mescitlerinde O'nun isminin anılmasına (ve Kur’ani hüküm ve hakikatlerin konuşulmasına) engel olan ve bunların (Hakk nizamı kurmaya ve korumaya uğraşan yapıların) yıkılmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? (Oysa) Onlara (yakışan, mescitlerin) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. (Mescitleri ve İslami prensipleri engelleyen zalimler ve bunları destekleyen hainler var ya!) Dünyada bir aşağılanma, ahirette ise büyük bir azap onlar içindir (ve bunu hak etmişlerdir).

  • 2:161

    اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَۙ

    (Ama ne var ki) Gerçekten, inkâr edip kâfir olarak ölenler (ise, şüphesiz); Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir.

  • 2:162

    خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

    Onda (lanette ve cehennemde) süresiz kalacak (kimselerdir); onlardan azap hafifletilmeyecek ve onlara (şefkat ve merhamet de) gösterilmeyecek (ve kendilerine yüz verilmeyecektir).

  • 2:170

    وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

    Ne zaman o kimselere (gerici, gelenekçi ve taklitçi cahillere: “Gelin) Allah'ın indirdiğine (akli ve nakli delillere, insani ve İslami değerlere) uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz atalarımızı izinde ve üzerinde bulduğumuz şeye (yerleşik geleneklere ve geçmişten kalan göreneklere) uyarız” derler. (Peki) Ya ataları (ve örnek aldıkları eski toplulukları ve tarihi tabuları); akılları gerçeğe ermeyen ve doğru istikameti de bulup bilemeyen kimseler idiyse? (Hâlâ mı körü körüne onların peşinden gidecek ve köhnemiş bir geçmiş hevesiyle, gerçeklere direnecekler?)

  • 2:171

    وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ

    İnkâr edenlerin örneği, sadece (çobanların) bağırıp çağırmasından başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeden ve sürekli) haykıran (bir hayvanın) misali gibidir. Onlar (manen) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akledemez (doğru düşünüp değerlendiremez)ler.

  • 2:210

    هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَقُضِيَ الْاَمْرُۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟

    Onlar, ille de bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) meleklerle onlara gelmesini ve (azap) emrinin (hemen) gerçekleşmesini (ve işlerinin bitirilmesini) mi gözlüyorlar? Oysa bütün işler Allah'a dönmektedir.

  • 3:11

    كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

    Tıpkı Firavun ailesinin (zulüm ve küfür yönetiminin) ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi (olanların akıbeti de aynıdır). Onlar da ayetlerimizi yalanlamışlardı, böylece Allah, günahları nedeniyle onları (kahrıyla) yakalamıştı. Allah, (cezayla) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.

  • 3:106

    يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

    Bazı yüzlerin ağaracağı, bazı yüzlerin de kararacağı gün; yüzleri kapkara kesilecek olanlara: "Siz imanınızdan sonra inkâr mı ettiniz? (Hakk’tan sonra tekrar bâtıla mı yöneldiniz?) Öyleyse inkâr etmenize karşılık olarak şimdi azabı tadın" (denilip azarlanacaklardır).

  • 3:107

    وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

    (İman, itaat ve istikamet ehli olup) Yüzleri ağaranlar ise, artık onlar Allah'ın rahmetine gark olacaklar, onlar (cennet) içinde de temelli kalacaklardır.

  • 3:116

    اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

    Şu da bir gerçektir ki, o inkâr edenlerin ne malları, ne çocukları, onlara Allah'tan yana (O’nun azabından kurtulma adına) hiçbir şeyle (ve hiçbir şekilde fayda) eriştirmeyecektir. İşte onlar ateşin ehlidir, (cehenneme girecek ve) onda temelli olarak kalacak (kimselerdir).

  • 3:117

    مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

    Onların bu dünya hayatındaki (hayır görünümlü) harcamaları da; kendi nefislerine zulmetmiş olan bir kavmin ekinine isabet eden kavurucu soğukluktaki bir rüzgâra benzer ki, onu (ekini olgunlaşmadan) helak etmiştir. (Kur’an ahkâmını kısmen veya tamamen inkâra kalkışanların ve münafıkların bütün hayırları ve ahiret hazırlıkları hiç hükmündedir.) Allah onlara zulmetmemişti, fakat onlar kendi nefislerine zulmetmektelerdi.

  • 3:118

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًاۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ

    Ey iman edenler! Sizden olmayanları (Yahudi ve Hristiyanların hain takımını ve işbirlikçi münafıkları) sırdaş (müttefik) edinmeyin. (Çünkü) Onlar size (her fırsatta) kötülüğe ve zarar vermeye uğraşırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek şeylerden de hoşlanırlar. Onların buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, göğüslerinde (gönüllerinde) gizli tuttukları (nefret ve hıyanetleri) ise, daha büyüktür. (Böylece) Size ayetlerimizi (imanın ve inkârın alâmetlerini) kesinlikle açıkladık; belki akıl erdirip (Haçlı Siyonistlerden ve işbirlikçi hainlerden uzak kalırsınız diye, size bu gerçekler tebliğ ve tavsiye edilmektedir).

  • 3:119

    هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

    (Ey mü’minler!) Sizler, işte böylesiniz; (hâlâ) onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler (ve düşmanlık güderler). Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar (münafıklar ise sadece) sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler (ama Kur’an’ın bazı şeriat hükümlerini inkâr ve itiraz ederler), kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırıverirler. De ki: "Kin ve öfkenizle geberin!" Şüphesiz Allah, gönüllerin özünde saklı duranı Bilendir.

  • 3:120

    اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟

    (Ey sadık mü’minler!) Size bir iyilik dokununca (kâfirler ve münafıklar) kıskanıp tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinip ferahlanırlar. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' (ve hıyanet girişimleri) size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz Allah, onların amellerini (ve kötü niyetlerini) kuşatıvermiştir.

  • 3:149

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ

    Ey iman edenler! Eğer (kısmen veya tamamen Kur’ani hükümleri) inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin geri (bâtıla) çevirirler, böylece büsbütün hüsrana (ziyana ve iflasa uğrayanlara) dönüp (o şaşkınlık ve perişanlık içinde kalırsınız).

  • 4:18

    وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا

    (Yoksa) Ne, (bir sürü) kötülükleri yapıp-edip de, (sonra) onlardan birine ölüm gelip çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenlerin; ne de kâfir olarak ölenlerin tevbesi (geçerli) değildir. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.

  • 4:39

    وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّٰهُۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِهِمْ عَل۪يمًا

    Şayet bunlar, Allah'a ve ahiret gününe inanarak, Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları (niyetleri ve mahiyetleriyle çok) iyi Bilendir.

  • 4:56

    اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَارًاۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزًا حَك۪يمًا

    Biz ayetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ileride ateşe sokuvereceğiz. (Bunların) Derileri yanıp döküldükçe, azabı (sürekli) tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten Allah, (her dilediğini yapacak kadar) Güçlü ve Üstün olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 4:170

    يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْرًا لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا

    Ey insanlar! Şüphesiz Elçi size Rabbinizden HAKK ile geldi (ve Kur’an gerçeğini ve ölçülerini getirdi). Öyleyse (Kur’an’a ve Resulüllah’a gerçekten ve bütünüyle) iman edin, (ki bu) sizin için daha hayırlıdır. Eğer inkâra saparsanız, şüphesiz göklerde olanların ve yerde olanların tümü Allah'ındır. (Allah sizin iman ve ibadetlerinize ihtiyaç duymayandır; O’na hiçbir şekilde kâr veya zarar ulaştıramazsınız!) Allah Bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 4:171

    يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا۟

    Ey Kitap Ehli! Dininiz konusunda haddi aşıp taşkınlık-aşırılık (ve istismarcılık) etmeyin, Allah’a karşı (O’nun hakkında) gerçek olandan başkasını (Kitabına aykırı uydurmaları) söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah’ın Elçisi ve kelimesidir. (Kudret delili ve hikmet dilidir ki, o kelimeyi) Meryem’e (manen aşılayıp) yöneltmiştir ve O’ndan bir Ruh’tur. Öyle ise, Allah’a ve Resullerine (emredildiği ve öğretildiği gibi) iman ediniz; “(Allah) Üçtür” demeyiniz, buna son verip (Teslis’ten) vazgeçiniz ki, sizin için hayırlı (olan böyle hareket etmektir). Allah, ancak bir tek İlahtır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Vekîl olarak Allah kâfidir.

  • 4:172

    لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَس۪يحُ اَنْ يَكُونَ عَبْدًا لِلّٰهِ وَلَا الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَم۪يعًا

    (Hz. İsa) Mesih ve yakınlaştırılmış melekler, Allah’a kul olmaktan, kesinlikle çekinmezler (iman ve itaatte gevşeklik göstermezler). Kim O’na ibadet etmeye (kulluğun gereğini yerine getirmeye) karşı isteksiz ve çekimser davranır ve büyüklenmeye kalkışırsa, (biliniz ki) onların hepsini, huzuruna haşredecek (ve hesaba çekecektir).

  • 4:173

    فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًاۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا

    Ama (tam ve sağlam olarak) iman edenler ve (taat, cihad, güzel ahlâk, hayır hasenat gibi) salih ameller işleyenler(e gelince), onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından (daha ne tükenmez nimet ve faziletler de) fazladan ekleyecektir. (Allah’ın rızasını aramak ve ihlasla Kur'an ahkâmına sarılmak konusunda) Çekimser davranıp (sorumluluk ve sıkıntıdan) kaçınanlara ve büyüklük taslayanlara (gelince), onları acıklı bir azapla azaplandıracaktır ve onlar kendileri için Allah’tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır.

  • 4:174

    يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ نُورًا مُب۪ينًا

    Ey insanlar! Rabbinizden size (Kur'an gibi) 'kesin bir kanıt (bürhan)' gelmiş ve size apaçık bir nur (hikmet ve hidayet kaynağı) indirmiş (bulunmaktayız).

  • 4:175

    فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ

    İşte Allah’a (hakkıyla) inanıp (bağlananlar) ve Ona (Kur’an’a ve Resulüllah’a) sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları Kendinden bir rahmet ve lütuf (deryası) içine daldıracak ve onları Kendine doğru (giden) bir yola ulaştıracaktır.

  • 4:176

    يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

    (Ey Nebim!) Senden (miras konusunda) fetva isterler. De ki: Allah, (öldüğünde geride) çocukları ve anne babası bulunmayan (kelale'nin) mirasına ilişkin hükmü (şöyle) açıklar: Ölen kişinin hiç çocuğu yok da sadece (aynı babadan) kız kardeşi varsa, geride bıraktıklarının yarısı kız kardeşinindir. Eğer bir kız kardeş (ölür de) çocuğu da yoksa, kendisi (erkek kardeşi) ona mirasçı olur. (Çocuksuz kız kardeşin mirasının tamamını erkek kardeşi alır.) Eğer kız kardeşler iki tane ise, (ölen erkek kardeşin) geride bıraktıklarının üçte ikisi onlarındır. Ama (mirasçılar birden fazla) erkekler ve kız kardeşler ise, bu durumda erkek için kadının iki payı vardır. Allah, -şaşırıp sapmayasınız diye- (böyle) açıklamalar yapmaktadır. Allah, her şeyi Bilendir.

  • 5:10

    وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ

    (Açıkça) İnkâr eden (kâfir)ler ve (münafıkça) ayetlerimizi yalanlayan kimseler ise, onlar da alevli ateşin (cahim cehenneminin) halkıdırlar.

  • 5:36

    اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    Gerçek şu ki inkâr edenler, yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa, bunları da kıyamet gününün azabından (kurtulmak için) fidye vermeye kalkışsalar, yine onlardan kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap hazırlanıvermiştir.

  • 5:37

    يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ

    Onlar (orada cehennemdeki azap ve) ateşten çıkarılmak isteyecekler, ama ondan asla çıkacak değillerdir. Onlar için sürekli bir azap vardır (ve bu onların kötü niyet ve gayretlerinin neticesidir).

  • 5:47

    وَلْيَحْكُمْ اَهْلُ الْاِنْج۪يلِ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ ف۪يهِۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

    (Ki) İncil sahipleri de Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse (kurallarını ve kararlarını İlahi ölçü ve öğütlere göre vermezse), işte onlar, fasıkların ta kendileridir. [Not: Anlaşılıyor ki, her kim Allah'ın indirdiği temel ve genel kurallar esas alınarak hazırlanacak bir adalet düzeni ve disiplini ile hükmetmez veya Kur'an’ın evrensel hükümlerinin uygulanmasına karşı çıkıp fırsat vermez ise, işte onlar niyetlerine göre ya kâfir, ya zalim veya fasık kimselerdir.]

  • 5:60

    قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ

    Onlara de ki: “Allah katında, sizin için kesinleşmiş bir ceza olarak (bu huysuzluk ve huzursuzluğunuzdan) daha şerlisini (ve beterini) haber vereyim mi? (Böyleleri) Allah’ın lanet ettiği kimselerdir. Allah’ın onlara gazaplandığı ve kahrına uğrattığı kişilerdir. Ki onları maymunlara ve domuzlara çevirmiştir.” (Maymunlar gibi Haçlı Batı’yı ve bâtılı taklit etme, onların hizmet ve himayesine girme aşağılığına düşmüşlerdir. Domuzlar gibi milli namus ve onurlarını kıskanmayan ve zalim güçlere kâhyalık yapan bir bayağılığa dönmüşlerdir.) Ve (onlar) tağuta tapanlar (haline getirilmiş, zalim ve kâfir düzenlerin işbirlikçisi durumuna itilmişlerdir.) İşte bunların mevkii (konumu) çok daha şerli (ve değersiz)dir ve Hakk yoldan daha çok sapıtıp gitmişlerdir.

  • 5:61

    وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِه۪ۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ

    (Bu münafıklar) Sizinle (karşı karşıya) geldiklerinde: (Biz de) “İnandık” (Hakk’tan tarafız. Ama o kâfir ve zalim kesimleri ise zahiren aldatıp oyalamakta ve sadece dini hizmetlerimize fırsat sağlamaktayız) demektedirler. Oysa onlar (gizli) inkârla (yanınıza) girmişlerdir ve yine onunla çıkıp gitmişlerdir. Allah (o münafıkların) gizli tuttukları (hıyanet ve işbirliği çabalarını) daha iyi bilmektedir.

  • 5:62

    وَتَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

    (Bu münafık insanların) Çoğunluğunu günah işlemek, (İslami harekete) düşmanlık etmek ve (faiz ve rüşvet gibi) haram yemek hususunda adeta koşuşturup yarış ettiklerini göreceksin. (Bu) Yaptıkları ne kadar kötü bir şeydir.

  • 5:63

    لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

    (Maneviyat ehli geçinen ve Rabbaniyyun denilen haham takımı gibi) Din adamlarıyla, (ilim erbabı bilinen ve) Ahbar (denilen bazı istismarcılar da maalesef makam ve menfaat hatırına) bunların (münafık kesimlerin ve fasık yöneticilerin) yalan yanlış sözlerine ve açıkça haram ve haksız kazanç yemelerine (göz yumup fetva vermektedirler.) Oysa bunlara mâni olmaları gerekmez miydi? (Bütün bilginlerinin ve maneviyat önderlerinin, şeyhlerinin ve ağabeylerinin bu münafıklarla menfaat ortaklıkları yüzünden susmaları ne kötü bir şeydi!) Bu ustalıkla süslenmiş (sinsi ve kirli) amelleri ne kadar çirkindir!

  • 5:73

    لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek bir İlahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka acı bir azap isabet edecektir.

  • 5:104

    وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

    Onlara; (bu yanlış düşünce ve davranışları bırakın!) Allah'ın indirdiğine (Kur'an'ın hükmüne) ve (Hz.) Resul’ün (sünnetine ve sistemine) gelin, denildiğinde: (Hayır) "Babalarımızı (atalarımızı) üzerinde bulduğumuz (ve keyfimize göre tâbi olduğumuz) şey bize yeter" derler. Ya babaları (ataları) bir şey bilmeyen ve Hakk yolu bulamayan (cahil ve gafil) kimseler olsalar da mı (yine şuursuzca onların izlerini takip edeceklerdi)?

  • 6:1

    اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ

    Her türlü Hamd ve övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve aydınlığı (var edip gerekli) kılan Allah’adır. (Böyle olmasına rağmen) İnkâr edenler (hâlâ birtakım kişileri ve güçleri) Rablerine denk tutup (küfre kaymaktadırlar).

  • 6:4

    وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ

    Buna rağmen onlara (inkârcılara ve münafıklara) Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyiversin, mutlaka ondan (mucizelerden ve muhkem emirlerden) yüz çevirip (uzaklaşmışlardır).

  • 6:5

    فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

    (Bu yüzden) Kendilerine Hakk (Kur’an) gelince, Onu yalanlamışlardır; fakat alaya aldıklarının (Kur’an’ın ve Resulüllah’ın bildirdiği) haberleri onlara gelecek (ve yakında gerçeği anlayacaklardır).

  • 6:29

    وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ

    (Zaten) Onlar: "Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ve bizler tekrar diriltilecek değiliz" diyen (dünya rahatını ve çıkarını önceleyen inkârcılardır.)

  • 6:30

    وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟

    Şayet (ahirette) Rablerinin karşısında durdurulduklarında onları (inkârcıları) bir görsen! (Allah:) "Bu, (tekrar diriliş ve hesaba çekiliş) gerçek değil miymiş?" diyecek. Onlar ise: "Evet, Rabbimize yemin olsun ki öyleymiş" diye (itiraf edip pişmanlık göstereceklerdir. Allah da:) "Öyleyse inkâr edegeldikleriniz nedeniyle azabı tadın" buyuracaktır.

  • 6:31

    قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ

    (Böylece) Allah'a kavuşmayı (huzuruna çıkmayı ve amellerinin karşılığını bulmayı) yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Kıyamet günü ansızın gelince onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak, "Dünyada yaptığımız kusurlardan ve sorumsuz davranışlardan dolayı yazıklar olsun bize” diye (hayıflanacak ve pişmanlık duyacaklardır; şimdi dikkatle) bakın (ve ibret alın!) Yüklendikleri günah ne kadar kötü ve (cezası çok) ağırdır.

  • 6:33

    قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ

    (Ey Nebim!) Kesin olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri Seni gerçekten üzüyor. Doğrusu onlar Seni yalanlamıyorlar, ancak zalimler (inatla ve şeytanlık damarıyla) aslında Allah'ın ayetlerine başkaldırıyorlar. (İtiraz ve isyanları bundandır. Ve asıl düşmanlıkları Banadır!) [Her asırda; Hz. Peygamberi ve Onun izindeki İslam tebliğcilerini yalanlayan kimse; aslında Allah’ın ahkâmına kin tutmakta ve gerçeği fark ettiği halde ısrarla saldırıp çok inatçı Yahudiler gibi “cühud”luk, yani çıfıtlık ve fesatçılık yapmaktadır.]

  • 6:37

    وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    (Müşrik ve münafık kimseler:) "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki: “Şüphesiz Allah ayet indirmeye Kâdir’dir.” Ama onların çoğu (gerçeği ve başlarına gelecekleri) bilmezler.

  • 6:39

    وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَاِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

    Bizim ayetlerimizi yalan (gereksiz ve geçersiz) sayanlar, (küfür ve kötülük) karanlıkları içinde (kalmış) sağırlar ve dilsizlerdir. Allah, (müstahak olanlardan) kimi dilerse onu şaşırtıp saptırır, (layık olanlardan) kimi de dilerse onu dosdoğru yol üzerinde kılmaktadır.

  • 6:40

    قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

    (O münkirlere ve müşriklere) De ki: “Düşündünüz mü hiç; eğer size Allah'ın azabı gelip kuşatırsa, ya da saat (felaket ve kıyamet) gelip çatarsa, Allah'tan başkasına mı dua edip yalvaracaksınız? Eğer doğru sözlüler iseniz! (Haydi putlarınızı ve tağutlarınızı çağırın bakalım; duyacak ve yardıma koşacaklar mı?)

  • 6:41

    بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟

    Hayır, (her dara düştüğünüzde) yalnızca O'nu (Allah'ı) çağırırsınız, dilerse (yalvarışınızı kabul edip) kendisini çağırdığınız şeyi (uğradığınız musibeti) açar (giderir) ve siz de şirk koşmakta olduklarınızı unutup bırakırsınız. (Allah’ın dışında herkesin ve her şeyin aciz ve çaresiz olduğunu anlarsınız.)

  • 6:42

    وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ

    Andolsun ki Senden önceki ümmetlere de (onları ikaz ve irşad etmek üzere elçiler) gönderdik. (Bu davetlere icabet ve itaat etmeyince, arkasından boyun eğmeleri ve pişmanlıkla Bize yönelmeleri için) onları “Be’sa” (çeşitli ve şiddetli sıkıntı ve sarsıntılar, kahredici üzüntü stres ve bunalımlar) ile ve “Darra” (ekonomik zararlar ve psikolojik zorluklar) ile yakalayıp sıkıştırdık, (maddi ve manevi darlıklara ve çeşitli hastalıklara uğrattık) olur ki; (tevbekâr olup tevazu ve) tazarru-niyaz ile Bize dönüp yalvarırlar diye (böyle yaptık.)

  • 6:43

    فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

    Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? (Ne olurdu hiç olmazsa bu tür ikaz ve belalarımız geldiği zaman bari hatalarını bilip, tevbe ederek boyun eğseler ve Bize dönselerdi!..) Amma velâkin onların kalpleri katılaşmış ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterip (azdırmıştı).

  • 6:44

    فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ

    Derken, kendilerine öğretilip hatırlatılan (İlahi gerçekleri ve uhrevi mesuliyetleri) unutup, (Hakk’tan ve hayırdan sapıtarak bâtıla ve barbarlığa yanaştıklarında, Biz de tutup) onların üzerine (dünyalık zenginlik ve etkinlik gibi) her şeyin kapısını açtık. (Ve onları nefsi hevâları ve şeytanlarıyla baş başa bıraktık.) Öyle ki, kendilerine verilen (bu fani ve fena lezzetlerle) ferahlanıp şımardıkları, (zahiren mü’min ve müttaki rolü oynadıkları halde, hakikatte iman huzurunu, kulluk sorumluluğunu ve cihad şuurunu unutup gaflet içinde oyalandıkları) bir sırada, ansızın onları (musibet ve ölümle) yakaladık. O vakit, artık bütün ümitleri tükenmiş (müblis ve müflis) kimseler olarak onları (mahrum ve mahcup şekilde ahirete yolladık). [Not: Bu ayetle, kendi günahları ve azgınlıkları yüzünden toplumu kuşatan ekonomik krizler ve ahlâki çöküşler sonrasında, geçici ve zahiri bir rahatlık ve ferahlık döneminin ardından, hiç beklenmedik sarsıntılar ve yıkımlar yaşanacağına işaret olunmaktadır.]

  • 6:45

    فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

    Böylece o zulmeden kavmin (hepten) kökü kesilip kurutularak (helake uğratılmışlardı. Bu nedenle her şeyin sahibi ve nasip edicisi olan ve zalimlerden intikam alan Allah’a şükürler olsun ki;) Hamd (övülmek ve şükredilmek hakkı) âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır.

  • 6:46

    قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ

    De ki: "Düşündünüz mü hiç; (görüşünüzü söyleyin bakalım) eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverip (kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör ederse) ve kalplerinizi de mühürlerse, onları size Allah'tan başka geri getirip verecek ilah (makamında) kimse (var mıdır?)" Bak, Biz ayetleri nasıl çeşitli biçimlerde açıklamaktayız da; sonra onlar (yine) sırt çevirip (vicdanlarını) engellemeye çalışmaktadırlar.

  • 6:47

    قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ

    De ki: (Kanaatiniz nedir?) "Düşündünüz mü hiç; size Allah'ın azabı ansızın (birdenbire) ya da açıktan (göre göre) gelip çatarsa, zulme sapan kavimden başkası mı yıkıma (helake) uğrayacaktır?"

  • 6:49

    وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

    Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; fıska sapmalarından (ve kötülük yapmalarından) dolayı (elbette) onlara azap dokunacaktır.

  • 6:57

    قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ

    De ki: "Ben, gerçekten Rabbimden kesin bir belge (Kur’an-ı Kerim) üzerindeyim, siz ise onu yalanladınız. Sizin kendisine acele ettiğiniz (azap) yanımda (ve Benim kararımda) değildir. Hüküm yalnızca Allah'ındır. O, sadece Hakk olanı anlatır ve O, (yararlıyı ve zararlıyı) ayırt edenlerin en hayırlısıdır."

  • 6:58

    قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ

    De ki: "Kendisine acele etmekte (ve doğruysa haydi gelsin demekte) olduğunuz şey (hak ettiğiniz felaket ve akıbet); Benim yanımda olsaydı, Benimle sizin aranızda iş elbette (hemen) bitirilmiş olurdu. Allah zulmedenleri en iyi Bilendir” (ama imtihan için fırsat tanımaktadır).

  • 6:109

    وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ

    Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet (mucize, elçi ve hak ölçüleri-adalet sistemi) gelirse, kesin olarak ona inanacaklarına (ve tâbi olacaklarına) dair Allah'a yemin ettiler. De ki: “Ayetler (mucizeler), ancak Allah katındadır.” Kaldı ki onlara (mucizeler) geldiği vakit bile, yine kesinlikle inanmayacaklarının farkında ve şuurunda değil misiniz?

  • 6:111

    وَلَوْ اَنَّنَا نَزَّلْنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلًا مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ

    Gerçek şu ki, velev Biz onlara (inkârcılara, Yahudi, Hristiyan ve münafıklara) melekler indirip (uyarsaydık), onlara ölüler (dirilip) konuşsaydı ve (dile gelip varlığımıza ve buyruklarımıza şahitlik yapmak üzere) her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah’ın dilediği dışında (yine de) inanmayacaklardı. Çünkü onların çoğu ancak cahillik edip durmaktadırlar.

  • 7:40

    اِنَّ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ ف۪ي سَمِّ الْخِيَاطِۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِم۪ينَ

    Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklük taslayıp (Hakka uymaya yanaşmayanlar var ya), onlar için göğün (rahmet) kapıları (Allah’ın yüce makamları ve cennet yurtları asla) açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar da (ki insanlara göre imkânsızdır) bunlar cennete sokulmazlar. Biz suçlu günahkârları işte böyle cezalandırırız.

  • 8:30

    وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ

    (Ey Resulüm! Hatırla) O vakti ki; inkârcılar Seni tutup bağlamaları (ve hapse atmaları) veya öldürmek (suretiyle Senden kurtulmaları, ya da Seni ülkenden çıkarıp) sürgüne yollamaları için, aleyhinde tuzak kuruyor (ve hesap yapıyorlardı). Onlar Sana bu hileyi düşünürken, Allah da onlara tuzak kuruyordu. (Sana hicret emri vererek; Medine’ye gitmeni ve İslam devletini kurarak geri dönüp Mekke’yi fethetmeni ve müşrik düzenle­rini tepelemeni kolaylaştırıyordu.) Doğrusu Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.

  • 8:31

    وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَٓاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ

    Ayetlerimiz onlara (zahiri mü’min, kalbi ise münkir olanlara) okunduğu zaman; “(Tamam) İşittik (ama bunların Allah’ın ayetleri olduğundan şüpheliyiz), istesek biz de bunun bir benzerini (uydurup) söyleyebiliriz. Bu, eskilerin efsanelerinden başkası değildir” (iddiasında bulunmaktadırlar).

  • 8:32

    وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ

    (İnkârcılar ve münafıklar) Bir de: "Ey Allah'ımız, eğer bu (Kur'an) bir gerçek olarak Senin katından ise, gökyüzünden üstümüze taş yağdırıver veya acı bir azap getir (de görelim)" diyorlardı.

  • 8:33

    وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ

    Oysa (ey Resulüm!) Sen onların içlerinde bulunduğun sürece, Allah onları azaplandıracak değildi. Ve onlar, (tevbe istiğfar edip) bağışlanmalarını dilerlerken de, Allah onları azaplandıran olmayacaktır.

  • 8:34

    وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    Onlar, (müşrikler ve işbirlikçiler) Mescid-i Haram'dan (şimdi Mescid-i Aksa’dan insanları) alıkoyarlarken ve onun (gerçek ve layık) dostları ve koruyucuları da değillerken, Allah ne diye onları azaplandırmasın? Onun (Beytullah ve civarının asıl) koruyucuları (ve sadık mensupları) yalnızca Allah’tan korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakınan müttaki (Müslümanlar)dır. Lakin onların (inkârcıların ve münafıkların) çoğu (gerçeği) bilmeyen (iman ve İslam cahili insanlardır ki, doğru düşünüp değerlendirmekten uzaktırlar).

  • 8:35

    وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

    (Müşrik takımının) Onların Beyt(-i Şerif’in-Kâbe’nin) yanındaki (ve civarındaki) duaları, ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başkası değildir. (Ahirette onlara) Artık inkâr ettikleriniz dolayısıyla tadın azabı (buyrulacaktır).

  • 8:36

    اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ

    Gerçek şu ki, münkirler (ve münafık kesimler, insanları) Allah'ın yolundan (Kur’ani kanun ve kuralların uygulanmasını) engellemek için mallarını harcayıp (halkı kandırmaya ve ayağını kaydırmaya çalışmaktadırlar); bundan böyle de harcayacaklardır. Sonra bu (çabaları), onlara yürek acısı olacaktır, (çünkü Allah az bir sadıklar topluluğu eliyle Hakkı hâkim kılacaktır,) sonra da (toptan) bozguna uğratılacaklardır. İnkâr edenler (ve işbirlikçi nankörler) en sonunda da cehenneme sürülüp toplanacaklardır.

  • 8:38

    قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ

    O inkâr edenlere de ki: “Eğer (küfür ve kötülükten) vazgeçerlerse geçmişte (yaptıkları) şeyler bağışlanacaktır. Ama yine (şirke) dönecek olurlarsa, önceki (toplumlara uygulanan) sünnet (İlahi musibet ve felaket), muhakkak (onların da başından) geçmiş olacaktır.”

  • 8:39

    وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

    (Ülkenizde ve yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya, (temel insan haklarına aykırı tüm fesat odakları kurutuluncaya ve böylece) Dinin (adalet düzeninin) hepsi Allah’ın (rızasına ve temel insan haklarına uygun) oluncaya kadar (zalim ve kâfirlerle) çarpışın (ve mücadeleyi bırakmayın). Şayet (zulüm ve fitneden) vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını Görendir (siz de onları kendi hallerine bırakın).

  • 8:50

    وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ

    Hatta meleklerin, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkâr edenlerin (ve nankör döneklerin) canlarını alırken (pişman ve perişan hallerini) şayet bir görseydin!

  • 8:51

    ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ

    (Ey kâfirler!) İşte bu (şiddet ve zahmet), sizin ellerinizin önceden takdim ettiği işler (kötülük ve nankörlükler) yüzündendir. Yoksa şüphesiz Allah kullara asla zulüm (haksızlık ve yanlışlık) edici değildir (denilecektir).

  • 8:52

    كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

    Aynen Firavun ekibinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı (ve gafil tavrı) gibi ki; Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler de, Allah da onları günahlarından dolayı (kahrıyla) yakalayıverdi. Şüphesiz, Allah, en büyük kuvvet sahibidir, (acı ve alçaltıcı bir akıbetle) sonuçlandırması pek şiddetlidir.

  • 8:53

    ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ

    (Bunun) Nedeni şudur ki: Bir kavim (toplum), kendinde olanı (iman esaslarını ve İslam ahlâkını) değiştirip (küfre ve zulme yönelmedikçe) Allah, onlara nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz (her şeyi) İşitendir, Bilendir.

  • 8:54

    كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ

    (İnkârcıların düşünceleri ve hareketleri) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibidir. Onlar da, Rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik ve Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.

  • 8:55

    اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ

    Allah katında canlıların (yerde yürüyen mahlûkatın) en kötüsü, şüphesiz (gizli-açık) kâfirler (ve Hakka hıyanet edenler)dir. Onlar artık iman etmeyeceklerdir.

  • 8:56

    اَلَّذ۪ينَ عَاهَدْتَ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ ف۪ي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ

    Bunlar(ın bazısı), içlerinden kendileriyle antlaşma yaptığın kimselerdir ki, sonra her defasında ahitlerini bozup (hıyanete girişeceklerdir). Onlar Allah’tan korkmayan (ve azabından) sakınmayan (kişilerdir).

  • 8:57

    فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

    Bundan dolayı, savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et (ve yıldır) ki, onlarla arkalarından gelecek olanlar(ı caydırabilesin). Umulur ki düşünüp ibret alarak (Hakka ve hayra yönelirler).

  • 11:109

    فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟

    (Ey Resulüm!) Artık şunların tapınmakta oldukları şeylerin (bâtıl oldukları) hususunda (ve bu şeytani şahısların ve tağutların yıkılacağı konusunda), sakın kuşkuda olma. Daha önceleri, ataları nasıl (şuursuzca) tapıyor idiyseler, bunlar da ancak böyle tapıyorlar. Şüphesiz Biz, onların (dünyalık yaşam fırsatını ve sonunda azap) paylarını eksiltmeksizin onlara ödeyeceğiz. (Çünkü sonunda herkes hak ettiğine erişecektir.)

  • 13:31

    وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰنًا سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعًاۜ اَفَلَمْ يَا۬يْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يبًا مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟

    (Bu Kitap) Eğer kendisiyle dağların yürütülüp (temelinden koparıldığı), yerin parçalandığı veya ölülerin (dirilip) konuşturulmaya başlandığı bir Kur'an olsaydı (o yine bu Kur'an olurdu ve yine inanmazlardı). Hayır, emrin (işlerin, hükümlerin ve takdirin) tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu. (Ama imtihan gereği serbest bıraktı.) İnkâr edenler(in) ise, Allah'ın va'adi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla, ya başlarına çetin bir bela çatacak veya (felaketler) yurtlarının yakınına kadar ulaşacaktır. Şüphesiz Allah, verdiği sözünden caymayan (veya miadını=va’ad ettiği zamanı şaşırmayan)dır.

  • 15:2

    رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ

    Bir zaman gelecek ki; o kâfirler (ve Kur’an ahkâmını artık gereksiz ve geçersiz sayıp inkâr edenler ahiret azabını görünce): “Ah keşke (gerçek) Müslümanlardan olsaydım” diye nice kereler (ama yararsız bir hasretle arzu edip) isteyeceklerdir.

  • 15:3

    ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

    Onları bırak, (şimdilik) yesinler, yararlanıp eğlensinler ve onlar (boş) bir emel ve umutla oyalanıversinler. (Ama) İleride (suçlarını ve sonuçlarını) bileceklerdir.

  • 15:88

    لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

    (Öyle ise) Onlardan (inkârcılardan ve münafıklardan) bazılarını yararlandırdığımız “Ezvaç”a (şehvet, servet ve şöhret gibi; herkesin imrendiği ve özendiği gösterişli, benzeyişli ve iştah çekici eşlere, nimetlere, dünyalık makam ve menfaat gibi geçici şeylere) sakın gözünü dikme, onlardan dolayı hüzne kapılıp üzülme, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger (ve kutlu sonu bekleyiver.)

  • 16:33

    هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

    (O inkârcılar ve münafıklar hâlâ) Kendilerine ille de meleklerin gelmesini veya Rabbinin (başka azap) emrinin inmesini mi beklemektedirler? Onlardan öncekiler de böyle yapmış (ve helak olup gitmişlerdi.) Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmetmişlerdi.

  • 16:34

    فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

    Böylece işledikleri kötülükleri (musibet olarak) kendilerine isabet etmiş ve alaya aldıkları şey, kendilerini sarıp-kuşatıvermişti.

  • 18:52

    وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقًا

    (Allah ahirette kâfirlere:) "Benim ortaklarım sandığınız (ve himayesine sığındığınız) şeyleri (ve süper güç zannettiklerinizi) nida edip çağırın (bakalım!)" diyeceği gün; işte hemen onları davet ve dua edip çağıracaklardır ama onlar, kendilerine cevap ulaştıramayacaklardır. Biz onların aralarında (öyle derin) bir uçurum koyduk (ki asla birbirlerine yardımcı olamayacaklardır.)

  • 18:53

    وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفًا۟

    (Mücrim ve münkir kullar) Suçlu-günahkârlar (böylece kahredici) ateşi görmüşlerdir, artık kendilerinin de orayı boylayacaklarını sezmişlerdir; ancak ondan bir çıkış ve kaçış yolu da bulamayacaklardır.

  • 20:128

    اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟

    Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini yıkıma uğratmamız, onları (bunlardan ders ve ibret alarak) doğruya yöneltip yola getirmeye yeterli olmadı mı? (Oysa bugün kendileri) Onların kaldıkları yerlerde (tarihi kalıntıları üzerinde) gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ayetler vardır.

  • 20:129

    وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ

    Eğer Rabbin tarafından geçmişte (takdir edilen) bir söz ve belirlenmiş bir süre olmasaydı (bu hain ve zalim kimselerin de öteki kavimler gibi hemen) helak olmaları lazımdı. (Azap onları da kuşatırdı.)

  • 20:134

    وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى

    Eğer Biz onları Ondan (Resulüllah gelip uyarmadan) önce bir azap ile yıkıma uğratmış olsaydık, kesinlikle: "Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de, böyle zelil ve rezil düşmeden önce Senin ayetlerine tâbi olsaydık" diye (yakınacaklardı).

  • 20:135

    قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى

    De ki: “Herkes (merak ve endişe içinde) gözetlemektedir; (ey inkârcılar ve münafıklar) siz de gözleyip-bekleyip durun (bakalım)!.. Sonunda, dümdüz (dosdoğru) yolun sahipleri kimlermiş ve gerçek hidayete ulaşan kimlermiş, pek yakında öğrenip bilmiş olacaksınız!”

  • 22:72

    وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذ۪ينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ قُلْ اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ اَلنَّارُۜ وَعَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟

    Onlara karşı apaçık ayetlerimiz (manası ve maksadı net ve kesin olarak) okunduğu zaman; Sen o (gizli) kâfirlerin (ve Müslüman görünen münafık kimselerin) yüzlerindeki “münker”i (itiraz, isyan ve inkârı ferasetle sezip) tanıyabilirsin. Öyle ki, neredeyse (kirli mahiyetlerini ve sinsi niyetlerini deşifre eden) ayetlerimizi kendilerine okuyanların üzerine saldırıp çullanacak (hale gelip hırçınlaşırlar. Onlara) De ki: “Size, bundan daha kötü olanını (ve sizi kuşatacak azabı) haber vereyim mi? Ateş! Allah, onu (cehennemdeki çetin eziyet ve zilleti) inkâr edenlere (ve münafık nankörlere) va'ad etmiş bulunmaktadır; (o cehennem) ne kötü bir (dönülüp varılacak son mekân ve) duraktır.”

  • 23:63

    بَلْ قُلُوبُهُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ مِنْ هٰذَا وَلَهُمْ اَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ

    Fakat onların (inkârcıların ve münafıkların) kalpleri bu hususta (Kur’an’dan ve ahiret hesabından yana) bir gaflet içindedir. (Allah’ın kelâmını okuyup anlama ve uygulama gayreti gösterilmemektedir.) Üstelik onların, bunun dışında yapmakta oldukları (birtakım kötü şeyler de) vardır ki; onlar bunların içinde (şuursuz ve sorumsuzca boşuna uğraşıp) çabalayıvermektedir.

  • 23:64

    حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذْنَا مُتْرَف۪يهِمْ بِالْعَذَابِ اِذَا هُمْ يَجْـَٔرُونَۜ

    Nihayet, onların refahtan şımaran önde gelenlerini (yöneticilerini ve servet sahiplerini) azap ile yakalayıverdiğimiz zaman, onlar hemen feryadı basıp (özür dileyeceklerdir).

  • 23:65

    لَا تَجْـَٔرُوا الْيَوْمَ اِنَّكُمْ مِنَّا لَا تُنْصَرُونَ

    (Onlara) Bugün feryad etmeyin, çünkü Bizden yardım göremezsiniz (ve elimizden kurtulacak değilsiniz, denilecektir).

  • 23:67

    مُسْتَكْبِر۪ينَ بِه۪ۗ سَامِرًا تَهْجُرُونَ

    Siz buna (ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak; gece vakti de (Hakk’tan uzaklaşıp tuzaklar kuruyor ve saçmalayıp) hezeyanlar sergiliyordunuz!.. (Denilerek yalvarışları reddedilecektir.)

  • 24:57

    لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ وَلَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟

    (Ey Resulüm!) İnkâra sapanların, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacaklarını sanma (ki bu açıkça gaflet ve cehalet alâmetidir). Onların son barınma yerleri ateştir. O ne kötü bir dönüş ve gidiş yeridir.

  • 25:2

    اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يرًا

    (O Allah ki) Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı ve tasarruf hakkı) O’nundur; (Allah asla) çocuk edinmemiştir. (Allah’a evlat isnadı küfürdür.) O’na mülkünde (başka bir) ortak da yoktur, her şeyi bizzat O yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle (en ince ayrıntılarıyla birlikte) takdir etmiştir (ve etmektedir).

  • 25:40

    وَلَقَدْ اَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ الَّت۪ٓي اُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِۜ اَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَاۚ بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُورًا

    Andolsun onlar, (müşrikler ve münafıklar) üstüne felaket yağmuru yağdırılmış bulunan o belde(lere ve bölgelere) uğramışlardır; yine de hâlâ onu görmüyorlar (ve ibret almıyorlar) mıydı? Hayır, onlar (aslında) dirilmeyi (ve hesap vermeyi) ummuyorlar (ve istemiyorlar diye böyle davranıyorlar)dı.

  • 25:55

    وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُهُمْ وَلَا يَضُرُّهُمْۜ وَكَانَ الْكَافِرُ عَلٰى رَبِّه۪ ظَه۪يرًا

    (Zavallı şaşkınlar ve sapkınlar) Allah’ı bırakıp kendilerine (gerçek anlamda) yarar ve zarar sağlayamayacak olan şeylere (zalim kişilere ve ülkelere) kulluk (ve hizmet) ediyorlar. İşte (asıl tehlikeli ve gizli) kâfir olan; kendi Rabbine (ve sadık mü’minlere) karşı (şeytani güçlere) arka çıkandır (veya; asıl kâfir, Rabbine karşı gelenlere destek olandır).

  • 29:41

    مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتًاۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

    Allah'ın dışında başka veliler (kurtarıcı merkezler ve emri dinlenen sapkın rehberler) edinenlerin örneği, kendine yuva ören örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; keşke bir bilselerdi.

  • 29:42

    اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

    Kesinlikle Allah (insanların) Kendi (Zatı) dışında hangi şeylere taptıklarını (kimlere ne niyetle yalvarıp sığındıklarını) şüphesiz bilir. O, Güçlü ve Üstün olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 29:43

    وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ وَمَا يَعْقِلُهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ

    Biz bu misalleri insanlar için (örnek ve ibret olsun diye veriyor ve) anlatıyoruz, ama bunları âlimler (İslam'ı araştırıp bilenler ve içlerine sindirenler)den başkası akıl edip anlamayacaktır.

  • 29:52

    قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يدًاۚ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

    De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeterlidir. O, göklerde ve yerde olanı (canlı ve cansız tüm varlıkları ayrıntılarıyla) bilir. Bâtıla (yanlış, haksız ve bozuk yollara) inanan ve Allah'ı inkâr edenler ise, işte onlar hüsrana (pişmanlık dolu zarara) uğrayanlardır.” (Aslında bunlar, Müslüman görüntülü münafıklardır. Ve Hakka değil bâtıla inanıp zulme destek çıkan, böylece Allah'ın va’adini ve kudretini inkâr edip sapıtan insanlardır.)

  • 29:53

    وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَلَوْلَٓا اَجَلٌ مُسَمًّى لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

    (Hakka ve halka hıyanet edenler, va’ad edilen) Azabı(n gelmesi hususunda) Senden acele (davranmanı) istiyorlar. Şayet adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azap çoktan gelip çatmıştı. Fakat kendileri şuurunda ve farkında olmadan, (azap ve yıkım) mutlaka apansız gelip onları bulacaktır.

  • 29:54

    يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُح۪يطَةٌ بِالْكَافِر۪ينَۙ

    (O kâfirler) Azabın (bir an evvel gelmesi için) Senden acele (davranmanı) istiyorlar ya... Oysa gerçekten cehennem, o inkâr edenleri (zaten) kuşatmış durumdadır. (Ruhları ve vicdanları şu anda bile huzursuzluk içinde kıvranmaktadır.)

  • 29:55

    يَوْمَ يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

    Azabın onları üstlerinden ve ayaklarının altından kaplayacağı gün ise (Allah onlara: "Küfür ve kötülük olarak) yaptıklarınızı tadın (bakalım!)” buyuracaktır.

  • 38:1

    صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ

    SÂD. (Bu iman, ahlâk, huzur ve adalet prensipleri içeren) Zikir (ibret ve hikmet) dolu (şerefli) Kur'an'a andolsun ki;

  • 47:4

    فَاِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَثْخَنْتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَۙ فَاِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَاِمَّا فِدَٓاءً حَتّٰى تَضَعَ الْحَرْبُ اَوْزَارَهَاۚۛ ذٰلِكَۜۛ وَلَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَانْتَصَرَ مِنْهُمْۙ وَلٰكِنْ لِيَبْلُوَ۬ا بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍۜ وَالَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَلَنْ يُضِلَّ اَعْمَالَهُمْ

    Öyleyse, (savaş sırasında) inkârcılarla karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun (saldırgan kâfirlerin ve zalimlerin, öncelikle elebaşlarını ve merkezi teşkilatlarını etkisiz kılıp fitneden kurtulun ve onları korkutup susturun); sonunda onları iyice bozguna uğratıp zafer kazandığınız zaman da, artık (müşrik esirlerin, boş gurur ve kibirlerini kırmak üzere iyice bağlayın ve) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları salın) veya bir fidye (karşılığı bırakın). Öyle ki (saldırganlar uslanıp) savaş ağırlıklarını bıraksınlar (ve teslime yanaşsınlar). İşte (emir) böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan (önceden ve başka şekilde de) intikam alırdı. Ancak (cihad ve savaş) sizleri birbirinizle denemesi (sadıklarla sahtekârları ayırt etmesi) için (bir imtihandır). Allah yolunda öldürülen (şehit)lere gelince; kesin olarak (Allah) amellerini giderip-boşa çıkarmayacaktır. (Onların kardeşlerini zafer ve devlete kavuşturacak, dünyada izzetle ve ahirette hepsini cennetle mükâfatlandıracaktır.)

  • 47:12

    اِنَّ اللّٰهَ يُدْخِلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْاَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ

    Şüphesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, (saraylarının ve ağaçlarının) altından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. İnkâr edenler ise, (bu dünyada geçici olarak) metalanıp faydalanmakta ve hayvanların yemesi gibi (karıştırıp yutmakta, helâl-haram seçmeyip işkembelerini doldurup gafletle dolaşmaktadırlar); ateş, onların varacakları (çok acı ve alçaltıcı) bir konaklama mekânıdır.

  • 47:18

    فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةًۚ فَقَدْ جَٓاءَ اَشْرَاطُهَاۚ فَاَنّٰى لَهُمْ اِذَا جَٓاءَتْهُمْ ذِكْرٰيهُمْ

    Artık onlar (inkârcılar ve münafıklar, va’ad edilen hezimet) saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte onun (Mehdiyet ve kıyametin bazı alâmet ve) işaretleri (gerçekten) gelmeye (bile) başlamıştır. Fakat (bu acı ve alçaltıcı an) kendilerine geldikten sonra öğüt alıp düşünmeleri onlara neyi sağlayacaktır?

  • 47:29

    اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ اَنْ لَنْ يُخْرِجَ اللّٰهُ اَضْغَانَهُمْ

    Yoksa kalplerinde hastalık bulunan (münafık oldukları halde dindar tavrı takınan ve kendilerini makam ve menfaat karşılığı şeytani güç odaklarına kiralayan bu riyakârlar ve sahtekârlar; içlerinde sakladıkları hainliklerini ve) gizli kinlerini, Allah'ın hiç açığa çıkarmayacağını mı sanmışlardı?

  • 47:30

    وَلَوْ نَشَٓاءُ لَاَرَيْنَاكَهُمْ فَلَعَرَفْتَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۜ وَلَتَعْرِفَنَّهُمْ ف۪ي لَحْنِ الْقَوْلِۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اَعْمَالَكُمْ

    (Ey Elçimiz!) Eğer dilersek, elbette onları (münafıkları) Sana gösterir (ve bildirirdik), böylelikle onları simalarından tanırdın. Yemin olsun ki, zaten Sen (o münafık dönekleri) sözlerini konuşma tarzından (ve gerçekleri çarpıtma ve hıyanetlerine bahane uydurma tavırlarından da) anlarsın... Allah (hepinizin niyetlerini ve) amellerinizi bilip durmaktadır.

  • 47:34

    اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ مَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْ

    Muhakkak ki (Kur'ani hüküm ve haberlerin gereğini ve geçerliliğini lafzen olmasa da fikren ve fiilen) inkâr (ve nankörlük) edenler ve (insanları) Allah'ın yolundan alıkoyup (Bâtıla ve Haçlı Batı’ya) geri çevirenler (ve bu hal üzere devam edip) sonra ölenler (var ya); işte Allah kesinlikle bunları mağfiret buyurmayacaktır.

  • 52:35

    اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَۜ

    Yoksa onlar (ve bütün tabiat ve kâinat), hiçbir şeyin (etkisi ve bilgisi) olmaksızın (kendiliğinden ve tesadüfen) mi yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri mi (oluyorlar)?

  • 52:36

    اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ بَلْ لَا يُوقِنُونَۜ

    Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır; onlar yakinen (ve vicdanen akledip) inanmıyorlar.

  • 52:37

    اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَبِّكَ اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَۜ

    Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yoksa üstün güç (her şeyin denetim ve yönetim) sahipleri kendileri midir? (Ki bu denli şımarıyorlar!)

  • 52:38

    اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ ف۪يهِۚ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۜ

    Yoksa onların (göklere uzanan) bir merdivenleri mi var (ki) onunla (yükselip en yüce makamda konuşulanları) dinliyorlar(mış gibi davranıp bilgiçlik taslıyorlar)? Öyleyse, (şu) dinleyenleri (ve bilgiçleri kim ise) açık bir delil getirsin (de bakalım!)

  • 52:39

    اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَۜ

    (Onlara sor) Yoksa kızlar O'nun (Allah’ın) da, erkek-çocuklar sizin mi? (Nasıl da saçmalıyorlar!)

  • 52:40

    اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۜ

    (Ey Resulüm!) Yoksa Sen onlardan bir ücret mi istiyorsun ki, (sanki) bu (haksız vergi) borcundan dolayı ağır bir yük altında eziliyorlarmış (gibi davranıp kaçıyorlar)?

  • 52:41

    اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَۜ

    Yoksa gayb (bilgisi) onların katında mıdır ki, böylece (istedikleri şekilde) yazıp-duruyorlar (ve kafadan atıp tutuyorlar)?

  • 52:42

    اَمْ يُر۪يدُونَ كَيْدًاۜ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَك۪يدُونَۜ

    Yoksa (onlar Sana ve Hakk davana karşı) hileli bir düzen mi kurmak istemektedirler? Fakat (asıl) o inkâr edenler (ve nankörlüğe girişenler) bu hileli tuzağa kendileri düşeceklerdir. [Not: Kâfirlere ve zalimlere karşı en geçerli hile ise, Allah’ın izniyle, düşmanların bizim aleyhimize kurdukları tuzaklara onları düşürebilmek, yani kendi silahlarıyla kendilerini saf dışı edebilmektir.]

  • 52:43

    اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

    Yoksa onların, Allah'ın dışında başka bir ilahları mı var (ki ona güvenip isyan edilmektedir)? (Oysa) Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir.

  • 52:44

    وَاِنْ يَرَوْا كِسْفًا مِنَ السَّمَٓاءِ سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَرْكُومٌ

    (O gafiller ve kâfirler) Eğer gökten bir parçanın üzerlerine düşmekte olduğunu görseler bile: "Üst üste yığılmış bir buluttur" diyeceklerdir.

  • 52:45

    فَذَرْهُمْ حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي ف۪يهِ يُصْعَقُونَۙ

    Öyleyse Sen onları (İlahi bir inkılâpla tepetaklak yıkılacakları ve darbeye) çarpılıp derbeder olacakları günlerine kavuşuncaya kadar (kendi halleri ve hileleriyle baş başa) bırak (ve sabırla sonlarını bekleyiver).

  • 52:46

    يَوْمَ لَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۜ

    O gün, ne hileli-düzenleri kendilerine herhangi bir şeyle yarar sağlayacak, ne de (herhangi bir) yardım göreceklerdir. (İşte böylesi düşmanları; yardımsız ve yalnız bırakmak ve hainleri birbiriyle boğuşturmak büyük bir marifet ve önemli bir siyasettir.)

  • 52:47

    وَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذٰلِكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    Şüphesiz zulmedenlere (süper güçlere ve hain işbirlikçilerine) bundan önce (daha dünyada iken) de bir azap vardır; (zulüm düzenleri yıkılıp rezil ve zelil edileceklerdir.) Ancak onların çoğu (gerçeği) bilmeyen (cahiller ve gafillerdir).

  • 53:28

    وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـًٔاۚ

    Ancak onların bununla ilgili hiçbir (geçerli ve gerçekçi) bilgileri yoktur. Onlar, sadece (asılsız bir) zanna uymaktadırlar. Oysa gerçekte zan, Hakk’tan (yana) hiçbir (yarara ve doğruya) ulaştırmayacaktır.

  • 54:3

    وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ وَكُلُّ اَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ

    (Bunlar bile bile Hakkı) Yalanlamışlar ve kendi hevâlarına uymuşlardı. Oysa her emir (iş) sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.

  • 54:4

    وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنَ الْاَنْبَٓاءِ مَا ف۪يهِ مُزْدَجَرٌۙ

    Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve şekavetten) caydırıp vazgeçirtecek nice haberler gelip ulaşmıştır.  

  • 54:5

    حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُۙ

    (Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmet (kurallarıdır). Fakat (bu) uyarmalar (zalimlere ve hainlere) bir yarar sağlamamıştır.

  • 54:6

    فَتَوَلَّ عَنْهُمْۢ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ اِلٰى شَيْءٍ نُكُرٍۙ

    (Ey Resulüm!) Öyleyse (şimdi) Sen onlardan yüz çevir (ve kendi hallerine bırak ki:) O çağırıcı (resmi ve yetkili davet yapıcı)nın hiç (tahmin ve) tasavvur olunmayan (ve herkesi şaşkınlıkta bırakan) bir şeye çağıracağı (hiç kimsenin ummadığı bir davet ve duyurunun yapılacağı) gün (gör ki halleri nasıl olacaktır)!

  • 54:7

    خُشَّعًا اَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌۙ

    Onların gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş, (bakışları baygın ve perişan) olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkacaklardır.

  • 54:8

    مُهْطِع۪ينَ اِلَى الدَّاعِۜ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ

    Boyunlarını (kendilerini mahşere) çağıran (zata) doğru uzatmış olarak koşarlarken, kâfirler: "Bu ne zorlu bir gün!" diyerek (şaşkınlık ve perişanlık yaşayacaklardır).

  • 54:9

    كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ

    Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalancı saymışlar ve: "Delidir" diyerek (hakaret yağdırmışlardı). O, baskı altına alınıp zorla engellenmeye çalışılmıştı.

  • 54:10

    فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ

    Sonunda Rabbine dua edip: "Gerçekten ben, (artık) yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kâfir toplumdan intikam al) ve bana yardım et!" (diye yalvarmıştı.)

  • 54:11

    فَفَتَحْنَٓا اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ بِمَٓاءٍ مُنْهَمِرٍۘ

    (Bunun üzerine) Biz, bardaktan boşanırcasına akıp yağan sağanak su(lar) boşalsın diye göğün kapılarını açtık.

  • 66:9

    يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ

    Ey Peygamber! Kâfirlerle (güç ve dirayetle) ve münafıklarla (ilim ve siyasetle) cihad et; onlara karşı ğılzet (netlik, sertlik ve ciddiyet) göster. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası dönülüp gidilecek ne kötü bir yerdir.

  • 70:36

    فَمَا لِ‌الَّذ۪ينَ كَفَرُوا قِبَلَكَ مُهْطِع۪ينَۙ

    (Dünyada iken Hakkı) İnkâr edenlere ve nankörlere ne oluyor ki, (şimdi şefaat ümidiyle) boyunlarını Sana uzatıp koşmaktadırlar.

  • 70:44

    خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ

    Gözleri 'korkudan ve dehşetten bunalmış', yüzlerini de bir zillet kaplamıştır; işte bu, kendilerine va’ad edilmekte olan (kıyamet ve azap) günüdür (ki inanmadıkları hesap gelip çatmıştır).

  • 73:10

    وَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَم۪يلًا

    (Müşriklerin ve münafıkların) Onların söylediklerine karşı Sen sabret ve uygun bir uzaklaşma tarzıyla (düşünce ve eylem bakımından ciddi ve fark ettirici bir tutumla) onlardan kopup-ayrıl.

  • 73:11

    وَذَرْن۪ي وَالْمُكَذِّب۪ينَ اُو۬لِي النَّعْمَةِ وَمَهِّلْهُمْ قَل۪يلًا

    (Kur’an’ın hüküm ve haberlerini) Yalanlamakta olan (şu) nimet (refah ve servet) sahiplerini de Sen Bana bırak ve onlara az bir süre tanı.

  • 73:12

    اِنَّ لَدَيْنَٓا اَنْكَالًا وَجَح۪يمًاۙ

    Çünkü Bizim yanımızda (zalimleri bağlayıp zincire vuracak) bukağılar ve cayır cayır yanan (cehennem) ateşi bulunmaktadır.

  • 73:13

    وَطَعَامًا ذَا غُصَّةٍ وَعَذَابًا اَل۪يمًا

    (Cehennemde) Boğazı tıkayıp kalan (yutulduğunda insanı kıvrandıran) bir yemek ve acı bir azap vardır.

  • 85:17

    هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ

    (Ey Nebim, şu kuvvetlerine güvenip helak olan) Orduların haberi (tarafımızdan) Sana geldi mi? (Görevin ümmetine anlatmaktır.)

  • 85:18

    فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ

    (Hani şu) Firavun ve Semud (ordularının, ki nasıl bir akıbete uğramışlardı? Ve kâfirler-zalimler bugün de hezimetten kurtulamayacaklardır.)

  • 85:19

    بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ

    Şüphesiz inkâr edenler, (hâlâ sürekli) bir yalanlama içinde (bocalamaktadırlar).

  • 85:20

    وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ

    Allah ise, onları arkalarından (ve hiç haberleri olmadan) sarıp-kuşatmıştır.

  • 109:1

    قُلْ يَٓا اَيُّهَا الْكَافِرُونَۙ

    (Ey Resulüm!) De ki: "Ey kâfirler (kesinlikle bilin!)

  • 109:6

    لَكُمْ د۪ينُكُمْ وَلِيَ د۪ينِ

    (Öyleyse) Sizin (bâtıl) dininiz (ve düzeniniz) size, Benim (Hakk) dinim (ve adil düzenim) Bana” (aittir. En azından, herkes birbirlerinin temel insan haklarına saygı göstermelidir.)