Allah’ın birliği

  • 2:116

    وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ

    Dediler ki: (Hâşâ) "Allah oğul edindi." (Oysa) O, (bu çirkin yakıştırmadan) yücedir. Bilakis, göklerde ve yerde her ne varsa hepsi O'nundur. (Yaratılan her şey Allah’ın kudret ve sanat eserleridir.) Tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir.

  • 2:117

    بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

    (Allah) Gökleri ve yeri (başka bir örnekten ve projeden öğrenmeksizin, hiç yoktan) yaratıp var edendir. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL!" der, o da (murad ettiği şekilde ve en mükemmel biçimde) hemen oluverir.

  • 2:163

    وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ۟

    (Asla unutmayınız ki) Sizin İlahınız tek bir İlahtır; O'ndan başka ilah yoktur; O, Rahman'dır, Rahim'dir (Bağışlayan ve Esirgeyendir).

  • 2:165

    وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ

    (Buna rağmen) İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını (O’na) 'eş ve ortak' tutanlar (ve bazı kulları tanrı gibi kutsayanlar) vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi sevmektedirler. (Halbuki) İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri (herkesten ve her şeyden) daha kuvvetli ve şiddetlidir. (Başkalarına Allah’tan daha çok sevgi ve saygı göstermekle) O zulmedenler (insanları Allah'tan üstün gören ve İlahi kanunların uygulanmasını engelleyen zalimler), azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi (ve düşünüp anlasalardı)

  • 2:255

    اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ

    Allah (O’dur ki), Kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. (Ve bu asla mümkün değildir.) O sürekli diridir ve yarattıklarını koruyup yönetendir. O'nun bir (an bile) uyuklaması (gaflet basması) ve uykuya dalması yoktur. (Allah bu kusurlardan münezzehtir.) Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. (Her şey O’nun elinde ve emrindedir.) O'nun izni olmadan, (Allah’ın) katında kim (başkalarına aracılık için) şefaat edebilir? O, onların geçmişlerini ve geleceklerini (bütün mahlûkatın önceden ettiklerini ve sonradan işleyeceklerini) bilir. Onlar (kulları) ise, O'nun ilminden, O'nun dilediğinin dışında hiçbir şeyi kavrayamazlar. (Bildiklerini de Allah öğretir.) O'nun Kürsüsü (hükümranlığı), gökleri ve yeri (tamamen) kaplamış ve kuşatmış vaziyettedir. Onları (gökleri ve yeri) koruyup gözetmek (asla) O'na ağır da gelmemektedir. O, çok Yücedir, çok büyük Azamet sahibidir.

  • 3:2

    اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ الْحَيُّ الْقَيُّومُۜ

    Allah (O’dur ki) O'ndan başka ilah yoktur. Gerçek hayat sahibidir (her şeye hayat verendir) ve Zatıyla Kâim olup bütün mahlûkatını varlıkta tutan ve yönetendir.

  • 3:5

    اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۜ

    Şüphesiz, yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz (kalacak değildir).

  • 3:6

    هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

    (Ana) Rahimler(in)de size dilediği gibi suret verip (şekillendiren) O'dur. O'ndan başka ilah yoktur; Üstün, Galip ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 3:18

    شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ

    Allah, (kâinat düzeninde, mahlûkat içerisinde ve Kur’an-ı Kerim’inde) adalet ve hakkaniyet ölçülerini ikame buyurarak (fıtrat ve tabiat nizamını ortaya koyup oturtarak), kesinlikle Kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; (mevcudiyetini, vahdaniyetini, kudret ve rahmet eserlerini gösterdi,) melekler ve ilim sahipleri de (bu gerçeği ikrar ve ilan etmişlerdir). Elbette O'ndan başka ilah yoktur, O Azîz ve Hakîm’dir.

  • 4:8

    وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا

    (Mirası) Bölüşme sırasında yakınlar, yetimler ve yoksullar da hazır olursa, onları da bundan (mahrum bırakmayıp) rızıklandırın ve onlara (gönül alıcı) güzel (ma’ruf) söz söyleyin.

  • 4:9

    وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًا

    (Ölüp de) Arkalarında zayıf ve korumasız çocuklar bıraktıkları takdirde (onların beslenip-eğitilip yetiştirilmesi hususunda) korku (ve kuşku) duyacak kimseler; (şimdi kendi himayeleri altında olanlar ve başkaları için de haksızlık ve hakaret etmesinler diye) içleri ürpertiyle titresin. Allah'tan korksunlar ve onlara karşı doğru ve olumlu konuşmayı (tercih etsinler).

  • 4:48

    اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمًا

    Kesinlikle Allah, Kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı (diğer günahları) ise, dilediğini bağışlar. (Artık) Kim de Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş demektir.

  • 4:49

    اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلًا

    Kendi kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmez misin? Hayır; Allah dilediğini (ve hak edeni) temizleyip yüceltir ve onlar, ‘bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılacak değildirler.

  • 4:116

    اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا

    (Kesinlikle) Allah Kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başka (günahlarını ise) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, mutlaka uzak bir sapkınlığa kaymıştır.

  • 5:17

    لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Andolsun, "Allah Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kesinlikle küfre girmişlerdir. De ki: "O (Allah), eğer Meryem oğlu Mesih'i, Onun annesini ve yeryüzündekilerin hepsini helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemek üzere) kim bir şeye malik olabilir? (Allah CC cisimden, şekilden ve beşerî zaafiyetlerden münezzehtir.) Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü (ve egemenlik mührü) Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah her şeye güç yetirendir.”

  • 5:72

    لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ

    Andolsun, "Meryem oğlu Mesih, kesinlikle Allah’tır" diyenler küfre sapmıştır. Oysa Mesih'in dediği (sadece şudur:) "Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Çünkü O, Kendisine ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. (Ahirette) Zulmedenlere yardımcı yoktur. (Hiçbir şey ve hiç kimse onları kurtaracak değildir.)"

  • 5:73

    لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek bir İlahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka acı bir azap isabet edecektir.

  • 5:74

    اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

    (Hâşâ “Allah üçtür” diyenler) Hâlâ Allah'a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa (bu şirkten ve kötülüklerden dönseler) Allah Bağışlayandır, Esirgeyendir.

  • 5:75

    مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ

    (Gerçek şu ki;) Meryem oğlu Mesih, (Hz. İsa) yalnızca bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Onun annesi dosdoğru (bir mü’minedir), ikisi de yemek yerlerdi. (Böyle ihtiyaç sahipleri hiç ilah olabilir mi?) Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) Bir bak, onlar hâlâ nasıl da (Hakk’tan) çevrilmektedir?

  • 5:76

    قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًاۜ وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

    De ki: "Allah’tan başka; size (Rabbiniz dileyip izin vermedikçe) yarara da, zarara da asla malik olmayan ve güç yetiremeyen; (aciz ve fani) şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa (sadece) Allah, (her şeyi) İşitendir, (hakkıyla) Bilendir."

  • 5:77

    قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يرًا وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟

    De ki: "Ey Kitap Ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırılığa kaymayın ve daha önce kendileri sapmış, birçok kimseyi de saptırmış ve dümdüz yoldan ayrılmış bir topluluğun hevâ (istek ve tutku)larına uymayın. (Ki bu dalâlet ve azgınlık alâmetidir.)"

  • 6:21

    وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ

    Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya O'nun ayetlerini yalanlayıp (yamultarak, haksızlık ve ahlâksızlık sistemlerine yamamaya çalışanlardan) daha zalim kim vardır? Hiç şüphesiz O, zalimleri kurtuluşa ulaştırmayacaktır.

  • 6:22

    وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ

    Onların tümünü toplayıp (hesaba çekeceğimiz) gün; ardından şirk koşanlara diyeceğiz ki: “Hani, nerede (Allah’ın dışında manevi bir güç ve yetki sahibi) sanıp da ortak koştuklarınız?”

  • 6:23

    ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ

    (Bundan) Sonra onların: “Rabbimiz olan Allah'a andolsun ki, biz müşriklerden değildik (zalim güçleri oyalamak ve onlara yaranmak için böyle hareket ettik)” demelerinden başka bir fitneleri (kurtuluş bahaneleri) olmayacak (ve kalmayacaktır).

  • 6:24

    اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

    Bak, (şu müşrikler ve münafıklar) kendilerine karşı (vicdanlarına aykırı olarak) nasıl da yalan uydurmuşlardı ve düzmekte oldukları (safsataları) da (şimdi) kendilerinden kaybolup-uzaklaşmıştır.

  • 6:56

    قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ

    De ki: (Ey müşrikler!) "Ben, sizin Allah'tan başka tapmakta olduklarınıza dua edip yalvarmaktan (yasaklanıp) nehy olundum." De ki: "Ben sizin (nefsi) hevâ ve arzularınıza da uymam; yoksa bu durumda Ben şaşırıp sapmış ve doğru yoldan ayrılmışlardan olurum." (Hâlâ anlamıyor musunuz?)

  • 6:80

    وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـًٔاۜ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ

    Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girince (onlara) dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan (tağutlardan ve putlaştırdığınız şahıslardan) ben (asla) korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda (zarar ve sıkıntıdan) bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"

  • 6:81

    وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًاۜ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ

    "Hem siz, O'nun; haklarında güçlü ve geçerli hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? (Haydi söyleyiniz) Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan (Allah’a ve İslam’a inananlarla inkârcılardan) hangisi daha fazla hak sahibidir? Eğer (akıl edip) bilebilirseniz! (Karar veriniz!)"

  • 6:94

    وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟

    Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (işte bugün de) “tek başına, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)” Bize geldiniz ve size (dünyada) lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten (Bize) ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi, (hani nerede) şimdi yanınızda görmüyoruz! Andolsun, aranızdaki (irtibat bağları artık) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında (“bunlar manevi kurtarıcımızdır” gibi kof kuruntular ve boş) zanlar besledikleriniz de sizlerden uzaklaşmıştır.

  • 6:100

    وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟

    (Bazıları) Cinnleri Allah'a ortak koştular. Oysa onları da O yaratmıştır. (Cinnler Allah’ın mahlûkatıdır.) Bir de hiçbir bilgiye dayanmaksızın O'na (Cenab-ı Hakka hâşâ) oğullar ve kızlar yakıştırıp-uydurdular. O (Allah) ise bu nitelendiregeldikleri şeylerden Yücedir, uzaktır.

  • 6:101

    بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

    (Allah CC) Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin (hiç yoktan) yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) de yoktur. O, her şeyi Yaratandır. O, her şeyi Bilen (Allah’tır).

  • 6:102

    ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ

    İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyin Yaratıcısıdır, öyleyse (yalnız) O'na kulluk edin. O, her şeyin (ve herkesin) üzerinde bir Vekîl’dir. (Her türlü ihtiyaçlarını gideren ve sahiplik edendir.)

  • 6:103

    لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ

    Gözler O'nu(n Zatını görüp kavrayıp) idrak edemez; O ise bütün gözleri (ve gönülleri kapsayıp kuşatıp) idrak eder. O, (her şeyin içyüzünü ve inceliklerini ayrıntılarıyla bilen) Lâtif’tir, Habîr’dir.

  • 6:106

    اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ

    (Ey Nebim!) Rabbinden Sana vahyedilene uy! (Kur’an’ın kanunlarına uygun Adil bir Düzeni kur). O'ndan başka ilah yoktur. (Kişi kimin kanunlarına uyarsa, onun ilahı odur.) Ve müşriklerden yüz çevir. (Kendi işine koyul. Ümmetin de böyle hareket etmelidir.)

  • 6:148

    سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ

    Şirk koşanlar (Cenab-ı Hakkı suçlayarak) diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız; ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık." (Oysa) Onlardan öncekiler de, Bizim zorlu azabımızı tadıncaya kadar böyle (safsata ve saptırmalarla peygamberleri) yalanlamış (ve bahaneler uydurmuşlar)dı. De ki: "Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? (Hayır) Siz ancak zanna (asılsız kuruntulara) uymaktasınız ve siz ancak tahayyül ve tahminle yalan söylersiniz."

  • 9:28

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هٰذَاۚ وَاِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْن۪يكُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ٓ اِنْ شَٓاءَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ

    Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pislik (konumundadır. Onlardan maddi ve manevi menfaat beklemek boşunadır). Öyleyse bu yıllarından (şu anki imkân ve fırsatlar ellerinden alındıktan) sonra, artık (bir daha asla) Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer (müşriklerin, Hacc ve Umre ziyaretleri için harcamalarındaki kazançlarınızdan mahrum kalmaktan ve dünyevi olarak) yoksulluktan korkarsanız (bunlar boş kuruntulardır, çünkü), Allah dilerse sizi yakın bir gelecekte Kendi fazlından zengin kılacaktır. Şüphesiz Allah Bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 9:29

    قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَد۪ينُونَ د۪ينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حَتّٰى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ۟

    Kendilerine kitap verilenlerden; Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve Hakk Dini (İslam'ı) din edinip (teslim olmayan)larla, onlar küçük düşürülüp kendi elleriyle cizyeyi (zillet ve teslimiyet vergisini) verinceye kadar savaşın (ki izzet ve hâkimiyet mü’minlerin şerefidir).

  • 9:30

    وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌۨ ابْنُ اللّٰهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَس۪يحُ ابْنُ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ قَوْلُهُمْ بِاَفْوَاهِهِمْۚ يُضَاهِؤُ۫نَ قَوْلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُۜ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۘ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ

    Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" diyerek; Hristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" diyerek (sapıtıvermişlerdir). Bu, onların ağızlarıyla (dile getirdikleri asılsız) söylemleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini (şuursuzca) taklit etmektedirler. Allah onları kahretsin; nasıl da (Hakk’tan) çevrilip (bâtıla gidilmektedir).

  • 9:31

    اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهًا وَاحِدًاۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

    Onlar, Allah'ı bırakıp (Allah’ın velisi ve şefaatçisi zannettikleri) bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de (ilahlaştırıp küfre düştüler). Oysa onlar, tek olan bir İlah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. (Çünkü) O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.

  • 9:32

    يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

    (Zavallılar) Allah’ın nurunu, ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, (ama Allah buna asla fırsat vermeyecektir. Ahmaklar, üfürmekle Güneş’i karartmaya çalışıyorlar;) halbuki kâfirler hoşlanmasa da, Allah mutlaka nurunu tamamlayıverecektir. (Çünkü Allah, dinini ve düzenini hâkim kılmayı murad etmiştir ve takdiri kesinleşmiştir. Bundan asla vazgeçmeyecek, Kur’an’ın hidayeti ve İslam’ın hakikatleri kıyamete kadar devam edecektir.)

  • 9:33

    هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۙ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ

    Velev müşrikler (ve münafık kesimler) kerih (çirkin ve tehlikeli) görüp (engel olmaya çalışsalar da), O (Allah) Dinini bütün (bâtıl düzen ve) dinlere üstün kılmak üzere, Elçisini hidayetle ve Hakk Din ile göndermiştir.

  • 9:34

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ

    Ey iman edenler! (Uyanık bulunun) Ahbar ve Ruhbanın (Yahudi hahamları ve Hristiyan papazları gibi, dinini dünyalık kazanç kapısı yapan bilgin takımının) birçoğu; insanların malını, hakkı olmadan (din istismarı ve sahtekârlıkla) alıp yemekte (bunlar kendilerine itimat ve itibar eden kimseleri zalim sistemlere uşak haline getirmekte) ve onları Allah yolundan çevirmektedirler. (Oysa) Altını ve gümüşü (parayı ve serveti) biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar(a gelince), işte onlara acı bir azabı müjdele. (Ki bunlar dine hizmet perdesi altında servet ve şöhret edinmektedirler.)

  • 9:35

    يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْۜ هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ

    (O) Gün (ahirette; haksız yollarla yığılan ve Allah yolunda harcanmayan malları) onlar için cehennem ateşinde kızartılacak; onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla (din istismarıyla kazanılan haram ve haksız kazançlarıyla) dağlanacak (ve): "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; (haksız kazanıp, hayırda harcamadığınız) bu yığıp-sakladıklarınızı(n azabını ve pişmanlığını şimdi) tadın" (denilecektir).

  • 9:36

    اِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللّٰهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ مِنْهَٓا اَرْبَعَةٌ حُرُمٌۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ فَلَا تَظْلِمُوا ف۪يهِنَّ اَنْفُسَكُمْ وَقَاتِلُوا الْمُشْرِك۪ينَ كَٓافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَٓافَّةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ

    Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın Kitabında on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte dosdoğru olan hesap (din) budur. Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin ve onların sizlerle topluca savaşması (küfür cephesinin ortak savunma ve saldırı teşkilatları kurması) gibi siz de müşriklerle topluca (organizeli ve etkili kurumlarla, kararlılıkla ve her türlü hazırlığınızı yaparak) çarpışın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle (ve sadık mücahitlerle) beraberdir.

  • 9:66

    لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟

    (Ey münafıklar, boşuna) Özür belirtip durmayınız. (Çünkü) Siz, imanınızdan sonra (bazı konularda) kesinlikle inkâra saptınız. (Hakk davadan ve hayırlı topluluktan ayrıldınız.) Sizden (pişman olup Hakka dönen) bir kesimi bağışlasak da, bir kısmınızı ise gerçekten suçlu-günahkâr olmaları nedeniyle azaplandıracağız.

  • 9:68

    وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ هِيَ حَسْبُهُمْۚ وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ

    Allah erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) inkârcılara da; içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini va’ad etmiştir. Bu (sonsuz azap) onlara yeterlidir. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azap vardır.

  • 9:69

    كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًاۜ فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

    Siz de (aynen) sizden önceki (münafık ve kâfir kimseler) gibisiniz. (Sonunuz da onlar gibi olacaktır.) Onlar sizden kuvvet bakımından daha güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çoktular. Onlar da (dünyalıktan) kendi (nasip) paylarıyla yararlanmaya (ve zevkü sefa içinde yaşamaya) baktılar; siz de, sizden öncekilerin kendi (kısmet) paylarıyla yararlanmaya kalkışmaları gibi, kendi paylarınızla yararlanmaya baktınız ve siz de (dünyaya ve şehvet batağına) dalanlar gibi (gaflet ve dalâlete) daldınız. (Daha öncekilerin dünyalık nimet ve fırsatlardan kendi paylarına düşenlerle şımarıp haksızlık ve ahlâksızlık yolunda nefsani arzularına tapındıkları gibi, maalesef sizler de hayır yolunda kullanmak üzere size verilenlerle şeytani gurura ve duygularınıza kapıldınız; bâtıla kayanlarla beraber siz de sapkınlığa battınız.) İşte onların dünyada ve ahirette bütün yapıp-ettikleri (amelleri) boşa çıkmıştır ve işte onlar kayba uğrayanlardır.

  • 9:70

    اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

    Onlara (inkârcılara ve münafıklara), kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan (diğer) şehirlerin haberi gelmedi mi? (Oysa) Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi (de buna rağmen itiraz ve inkâr etmişlerdi). Demek ki Allah, onlara zulmedici değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.

  • 13:33

    اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

    Her nefsin (hayır-şer herkesin) bütün kazandıkları (ve davranışları) üzerinde gözetici olana (Allah’a başkaldırılır mı? Buna rağmen) Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: “Bunları (putları ve tağutları, onlara uyduruk isim ve sıfatlar takarak) adlandırıp (durun bakalım). Yoksa siz yeryüzünde (hâşâ Allah’ın) bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Yoksa sözün zahirine (veya boş ve süslü olanına)(kanıyorsunuz)? Hayır, doğrusu inkâr edenlere kendi hileli-düzenleri süslü-çekici gösterilmiştir ve onlar (şeytanlar ve tağutlar tarafından, doğru) yoldan alıkonulmuşlardır. Allah (müstahak olduğu için) kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için hiçbir yol gösterici (hidayet edici) yoktur, bulunmayacaktır."

  • 13:34

    لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ

    Dünya hayatında onlar için bir azap vardır, ahiretin azabı ise çok daha zorlu ve dayanılmazdır. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu(ları) da olmayacaktır.

  • 16:35

    وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

    (Zahiren Müslüman rolü oynayan, ama aslında) Şirk koşmakta olanlar: "Eğer Allah dileseydi, O'nun dışında hiçbir şeye kulluk yapmazdık (asla Hakk’tan ve hayırdan sapmazdık); biz de, atalarımız da O'nsuz (O’nun izni ve iradesi olmadan) hiçbir şeyi haram kılmazdık" (diyerek Allah'ı suçlamaya kalkışmışlardı). Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Şu halde elçilere düşen apaçık bir tebliğden başkası mıdır?

  • 16:36

    وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ

    Andolsun Biz her ümmete: “Allah’a kulluk yapın ve TAĞUT’tan (Bâtıl nizamlardan ve putlaştırılmış insanlardan) kaçının!” diye bir elçi gönderdik. Böylelikle onlardan kimine (gerçekleri kabullenip Hakka ve hayra yönelene) Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine (dünya rahatı ve menfaati için tağuta tapınan ve şeytani odaklara kapılan kesime) ise dalâlet (sapkınlık-doğru yoldan çıkmışlık) hak oldu. Nitekim yeryüzünde bir dolaşın da, bakın hele (peygamberleri ve davetlerini) yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görüp anlayın (ve ibret alıp toparlanın).

  • 16:57

    وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ

    Ve Allah'a kızlar isnad ediyorlar, (hâşâ) O (böyle şeylerden) Yücedir. Hoşlandıkları (erkek çocukları) da kendilerine (reva görmektedirler).

  • 16:62

    وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ

    Onlar, kendilerinin hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a (isnat edip) uygun görürler. (Kendi kötülükleri için de “kader kurbanıyız” derler.) Dilleriyle de, yalan (ve riyakârlık)la; en güzel olan (davranış ve başarıların ise) 'kendilerinin (marifet ve meziyeti) olduğunu' ileri sürmektedirler. Hiç şüphesiz ateş onlar içindir ve hiç şüphesiz onlar, (cehenneme herkesten) önce sürüleceklerdir.

  • 16:72

    وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ

    Allah size kendi nefislerinizden (kendi cinsinizden ferahlanıp rahatlayacağınız) eşler yarattı ve size eşlerinizden de çocuklar ve torunlar var edip (çoğalttı) ve sizi en temiz ve en güzel şeylerden rızıklandırdı. Şimdi onlar, (hâlâ) bâtıla mı inanıyorlar ve Allah'ın nimetini inkâra (ve isyana) mı kalkışıyorlar?

  • 16:73

    وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـًٔا وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ

    Onlar; (şu kâfir ve gafil insanlar, hâlâ) Allah'ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden rızıktan (nimet ulaştırma konusunda) hiçbir şeye malik bulunmayan ve buna asla güçleri de yetmeyecek olan başka şeylere tapıyorlar! (Bu ne cahilliktir!)

  • 17:22

    لَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَخْذُولًا۟

    (Sakın) Allah ile beraber başka ilahlar edinme, (İslam’a aykırı olarak; kendisine sığınılan, hükmü uygulanan ve rızası aranan kimselerin ve sistemlerin peşine düşme!) yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun (zelil ve hakir olup kalırsın).

  • 17:39

    ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُومًا مَدْحُورًا

    (İşte) Bunlar, Rabbinin Sana hikmet olarak vahyettiği şeyler (kapsamında)dır. (Sakın ha) Rabbin ile beraber (Zat’ına sığınılacak ve kanunlarına uyulacak) başka ilah(lar edinip onları ma’bud) kılma; yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme bırakılıverir (azaba terk edilirsin).

  • 17:40

    اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثًاۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظ۪يمًا۟

    Rabbiniz size erkekleri seçip (verdi) de, (Kendisi hâşâ) meleklerden dişileri mi (evlat) edindi? Gerçekten siz (vebali çok) büyük bir söz söylemektesiniz.

  • 17:42

    قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلًا

    De ki: “(Boş ve bâtıl iddialar olarak) Eğer söyledikleri gibi O’nunla (Allah'la) beraber başka ilahlar da bulunsaydı, o takdirde hepsi Arş’ın sahibi olmaya yol ararlardı. (Ve aralarında hâkimiyet yarışı başlardı da, sonunda kâinat ve tabiat yıkılırdı!)

  • 17:43

    سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَب۪يرًا

    O (Allah), onların bu söylediklerinden uzaktır, en Yüce olandır, en büyük Ululuk (O’nun şanıdır).

  • 17:44

    تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا

    Yedi gök, yer ve bunların içindekiler, (hepsi ve her şey) O’nu tesbih edip durmaktadır. O’nu övgüyle tesbih etmeyen ve hamdini yerine getirmeyen hiçbir şey yoktur. Ancak siz onların (yerdeki ve gökteki bütün varlıkların) tesbihlerini (Allah’ın emri ve takdiri ile hareket ettiklerini, onların kendilerine mahsus ibadet, zikir ve hizmetlerini gafletiniz sebebiyle) anlayamazsınız. Gerçekten O Halîm (çok müsamahalı ve yumuşak tavırlıdır), Gafûr (Bağışlayıcıdır).

  • 17:111

    وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يرًا

    Ve de ki: “(Her türlü) Övgü (hamd; asla) çocuk edinmeyen (doğmayan ve doğurmayan), mülkte ve hâkimiyette ortağı olmayan ve zilletten (acizlik ve çaresizlikten) dolayı sığınılacak bir yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu (şanına yakışır şekilde) tekbir edebildikçe tekbir et. (Her konuda ve her durumda Allah'ın Dinini, hükümlerini ve va’adini üstün tut, büyüklüğünü haykır, O’na güven ve yücelt!)

  • 19:35

    مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ

    (Sapkın Hristiyanların iddia ettiği gibi) Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değildir. O (tüm beşerî ve eksik sıfatlardan) Yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, sadece ona: "OL!" der, o da hemen oluverir.

  • 19:88

    وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًاۜ

    (Müşrikler ve kâfirler -hâşâ-) "Rahman çocuk edinmiştir" deyip (zırvalamaktadır).

  • 19:90

    تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنْشَقُّ الْاَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَدًّاۙ

    Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti.

  • 19:91

    اَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمٰنِ وَلَدًاۚ

    Rahman adına çocuk (edindi iftirasını) öne sürdüklerinden (ötürü bunlar başlarına gelecekti). [Not: Oysa göklerde ve yerde, canlı ve cansız her şey ve herkes Cenab-ı Hakkın yarattığı nesnelerdir, O’nun esma ve sıfatlarının tezahür ve tecellileridir. En güzel ve en mükemmel tecelli ise Hz. Peygamber Efendimiz’de tezahür etmiştir. Yüce Allah’ın Zatı, şekilden, maddeden, çocuk edinmekten münezzehtir.]

  • 21:18

    بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ

    Hayır, aksine; doğrusu Biz Hakkı Bâtılın tepesine fırlatırız, O da onun beynini parçalayarak mahvedip bitirir. (Ardından) Bir de bakarsın ki, o (bâtıl ve barbar rejimler, zalimler ve işbirlikçiler yıkılıp) yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı; “sözünde durmaz, süper güçlerle başa çıkamaz” gibi zanlardan ve) nitelendirdiğiniz yakışıksız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size! [Not: Beyni parçalanan ve fikriyatı boşa çıkarılan bâtıl ve barbar sistemin, geri kalan görkemli gövdesinin çökmesi ve çözülmesi artık kolay ve kaçınılmaz olacaktır.]

  • 21:19

    وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ

    (Çünkü) Göklerde ve yerde kim (ve ne) varsa (hepsi ve her şey) O'nundur. O'nun yanında (katında-huzurunda) olanlar, O'na ibadet etmekte kibirlenip büyüklüğe kapılmazlar ve (bu hizmet ve gayretten asla usanıp) yorgunluk ve yılgınlık duymazlar. (Hepsi huzurla ve şuurla Allah’a ibadet ve hizmet üzerindedirler.)

  • 21:20

    يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ

    Gece ve gündüz tesbih ederler, asla yorulup ara vermezler. (Onlar için ibadet tabii ve süreklidir.) Kesinlikle fütur (usanç ve üşengenlik) göstermemektedirler.

  • 21:21

    اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ

    Yoksa onlar (müşrikler ve münafıklar), yerden birtakım ilahlar edindiler de, onlar mı (ölüleri) dirilteceklerdir?

  • 21:22

    لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

    Eğer her ikisinde (göklerde ve yerde) Allah’tan başka ilahlar olsaydı; (hâkimiyet çekişmesine gireceklerinden) ikisi de fesada uğrayarak (çoktan bozulup giderlerdi). Arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırmalarından Yücedir.

  • 21:23

    لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ

    O (Allah), yaptığından (dolayı asla) mesul tutulamaz (ve hesap sorulamaz)!.. Oysa onlar (bütün kullar) ise sorguya çekileceklerdir.

  • 21:24

    اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ

    Yoksa O'ndan başka (birtakım uydurma ve bâtıl) ilahlar mı edindiler? De ki: “(Haydi, varsa) Kesin-kanıt (burhan)ınızı getirin (de görelim). İşte Benimle birlikte olanların (Müslümanların) Zikri (Kur’an’ı) ve Benden öncekilerin de zikri (bozulmuş kitapları ortadadır; karşılaştırıp doğrusunu anlayıverin!)” Hayır, onların çoğu (gerçeği) bilmez (cahildir)ler, bundan dolayı yüz çevirmektedirler.

  • 21:25

    وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ

    (Ey Nebim!) Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona: “Kesinlikle Benden (Rabbinizden) başka ilah yoktur; yalnız Bana ibadet edin” diye vahyetmiş olmayalım.

  • 21:26

    وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ

    (Müşrikler) "Rahman (olan Allah) çocuk edindi" diyerek (küfre sapmışlardır). O (Allah, bu yakıştırmadan) Yücedir. Hayır, onlar (melekler ve Hz. İsa gibi nebiler sadece) ikrama layık görülmüş (mükerrem ve muhterem kılınmış) kullardır.

  • 21:27

    لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ

    Onlar sözle (bile olsa) O'nun (Allah’ın) önüne geçmekten (sakınmaktadırlar) ve onlar (bütün işlerini) O'nun emriyle (ve Allah’ın emrettiği şekil ve ölçüde) yapıp durmaktadırlar.

  • 21:28

    يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ

    O (Allah), önlerindekini ve arkalarındakini (geçmişlerini ve geleceklerini) bilir; onlar (melekler ve ruhaniler, nebiler ve şehitler, kendisinden) hoşnut olunandan (ve Allah’ın müsaade buyurduğundan) başkasına şefaatte bulunamazlar. Ve onlar, O'nun (haşmet ve) haşyetinden (Allah’ın ululuk ve korkusundan) içleri titremekte olanlardır.

  • 21:29

    وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟

    (Kendisine elçilik görevi verilenlerden) Onlardan her kim: "Gerçekten ben de, O'nun dışında (Allah’tan başka) bir ilahım" diyecek olsa, bu durumda Biz onu (kahrımızla yakalarız ve) cehennemle cezalandırırız. İşte Biz zalimleri (böyle kuşatıp) hak ettiği karşılığa uğratırız.

  • 22:31

    حُنَفَٓاءَ لِلّٰهِ غَيْرَ مُشْرِك۪ينَ بِه۪ۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَكَاَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَٓاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ اَوْ تَهْو۪ي بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي مَكَانٍ سَح۪يقٍ

    Allah'ı birleyen (Hanif)ler olarak, O'na (hiçbir) ortak koşmaksızın (iman edin ve teslimiyet gösterin). Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş, veya rüzgâr onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibi (olacaktır).

  • 22:34

    وَلِكُلِّ اُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكًا لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلٰى مَا رَزَقَهُمْ مِنْ بَه۪يمَةِ الْاَنْعَامِۜ فَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَلَهُٓ اَسْلِمُواۜ وَبَشِّرِ الْمُخْبِت۪ينَۙ

    Biz her ümmet için bir “Mensek (ibadet ve hizmet şekli)” kıldık, O'nun kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye (bunları kararlaştırdık). İşte sizin İlahınız bir tek İlahtır, artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara (ve mütevazı kullarıma) müjde ver.

  • 22:71

    وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَانًا وَمَا لَيْسَ لَهُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ

    Onlar Allah'ı bırakıp da, O’nun kendisi hakkında hiçbir sağlam delil indirmediği (Kur’an hidayetini nasip etmediği) ve kendilerinin de haklarında (hiçbir) bilgileri olmayan şeylere tapınıp (ibadet-kulluk ediyorlar. Böyle bile bile inkârcılık ve münafıklıkla) zulmedenler için hiçbir yardımcı bulunmayacaktır.

  • 23:91

    مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ اِذًا لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ

    Allah, hiçbir çocuk edinmemiştir ve O'nunla birlikte hiçbir ilah yoktur; eğer olsaydı, o zaman her bir ilah elbette kendi yarattığıyla baş başa kalırdı ve (ilahlar) birbirlerine karşı üstünlük sağlamaya kalkışırdı (ve âlemler fesada uğrardı). Allah, onların nitelendiregeldiklerinden Yücedir.

  • 23:92

    عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟

    (O Allah) Gaybı (görünmeyen âlemleri) ve müşahede edilebileni (görünen ve görüntülenen her şeyi eksiksiz olarak) Bilendir; onların ortak koştuklarından (ve yakışıksız sıfatlardan) Beridir (Münezzehtir) ve Yücedir.

  • 25:1

    تَبَارَكَ الَّذ۪ي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِه۪ لِيَكُونَ لِلْعَالَم۪ينَ نَذ۪يرًاۙ

    (Şuur sahibi ins ve cinn bütün mükelleflere ve tüm) Âlemlere (İlahi gerçekleri duyuran ve kötülüklerden sakındıran bir) uyarıcı olsun diye, (en seçkin) kuluna (Hz. Muhammed Aleyhisselam’a) Furkan'ı (Hakk’la Bâtıl’ı, doğru ile yanlışı, yararlı ile zararlıyı, dost ile düşmanı, mü’minle münafığı ayıran Kur’an’ı) indiren (Allah) ne Yücedir.

  • 25:2

    اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْد۪يرًا

    (O Allah ki) Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı ve tasarruf hakkı) O’nundur; (Allah asla) çocuk edinmemiştir. (Allah’a evlat isnadı küfürdür.) O’na mülkünde (başka bir) ortak da yoktur, her şeyi bizzat O yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle (en ince ayrıntılarıyla birlikte) takdir etmiştir (ve etmektedir).

  • 27:59

    قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ

    (Ey Resulüm!) Dedi ki: “Hamd olsun Allah'a ve selam olsun O'nun seçtiği kullarına! (Şimdi düşünün bakalım) Allah mı daha hayırlıdır, yoksa onların ortak koştukları mı?”

  • 27:60

    اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ

    (Onlar mı hayırlı) Yoksa, gökleri ve yeri yaratıveren ve size gökten su indiren mi? Ki onunla (o suyla) güzel manzaralı (gönül okşayıcı ve keyif alıcı) bahçeler bitirdik, (yoksa) sizin için (bunların) bir ağacını (ve yaprağını) bitirmek bile mümkün değildir. Allah ile beraber başka bir ilah (edinip ona yalvarmak) mı? (Bu ne bilinçsiz bir harekettir.) Hayır, onlar sapkınlıkta devam eden (Allah’a denk şefaatçiler edinen ve şirke düşen) bir kavim (olmuşlardı.)

  • 27:61

    اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَٓا اَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ

    Ya da yeryüzünü (yaşamaya elverişli) bir karar yeri kılan, onun arasında ırmaklar var edip (akıtan) ve ona (yeryüzü dengesini korusun diye) sarsılmaz dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir ara-engel (haciz) koyan mı (daha hayırlıdır ve ibadete layıktır? Hâlâ,) Allah ile beraber başka bir ilah mı? (Bu tam bir şaşkınlık ve şeytanlıktır.) Hayır onların çoğu (gerçekleri) bilmeyen (cahil takımıydı).

  • 27:62

    اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَۜ

    Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisine (Rabbine) dua ettiği zaman ona icabet ederek (imdadına koşan), kötülüğü açıp (ortadan) kaldıran ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı (daha hayırlıdır?) Buna rağmen, Allah ile beraber başka bir ilah mı? (Bu nasıl bir akılsızlıktır!) Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz. (Bunlar her belaya müstahaktır.)

  • 27:63

    اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ

    Ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgârları müjde vericiler olarak gönderen mi (gerçek Hakk’tır ve hayırdır, yoksa putlarınız ve tağutlarınız mı?) Yine de, (şuursuz ve sorumsuz bir tavırla) Allah ile beraber başka bir ilah mı? (Bu ne sapkınlıktır!) Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir (münezzeh olandır).

  • 27:64

    اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

    Ya da (bütün mahlûkatı) önce hiç yoktan yaratan (ve sürekli yaratmakta olan), sonra onu iade edecek (öldükten sonra yeniden diriltecek) olan (mı İlahlığa daha layıktır? Düşünün ve anlayıp görün ki, yaratılışı ilkten başlatan, sonra onu sürekli yenileyip duran kimdir?) Ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı (gerçek Rabbinizdir, yoksa put ve tağut cinsinden aciz şeyler mi?) Hâlâ (inatla) Allah ile beraber başka bir ilah mı? (Bu ne imansızlık ve akılsızlıktır!) De ki: “Eğer doğru söylüyor iseniz, kesin bürhanınızı (kanıtınızı) getirin (de görelim).”

  • 27:65

    قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ

    De ki: “Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. (Bu konuda bilgiçlik taslayanlar) Onlar ne zaman (öleceklerinin ve sonra) dirileceklerinin şuurunda bile değildirler.” [Not: Çevrelerine, ‘Allah tarafından seçildiklerini ve görevlendirildiklerini’ ima eden bazı kimselerin, her gün bir sürü yalanları ve yanılgıları ortaya çıkmasına rağmen, hâlâ peşlerinden gidilmektedir.]

  • 28:62

    وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ

    O gün (Allah) onlara seslenerek: "Bana ortak olarak öne sürdükleriniz hani nerede?" diyecektir.

  • 28:63

    قَالَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَۘ مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ

    Üzerlerine (azap) sözü hak olan (saptırıcı)lar derler ki: 'Rabbimiz, işte bizim azdırıp saptırdıklarımız bunlardır; kendimiz azıp saptığımız gibi, onları da azdırıp saptırdık. (Şimdiyse) Sana (gelip onlardan) uzaklaşmış bulunmaktayız. (Zaten) Onlar bize tapıyor da değillerdi. (Kendi nefsani heves ve istekleri için bizim peşimize düşmüşlerdi.)

  • 28:64

    وَق۪يلَ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَرَاَوُا الْعَذَابَۚ لَوْ اَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ

    (Tağutların ve sahte ma’budların ardına sığınanlara ise) Denilir ki: 'Ortaklarınızı (Allah’a şirk koşup peşlerine takıldıklarınızı şimdi) çağırın (bakalım, yanınıza gelebilecekler mi?)' Böylelikle çağırırlar, ama kendilerine cevap (ve destek) vermezler ve (dehşetli) azabı görünce (acı bir pişmanlık içinde kıvranıverirler. Halbuki;) şayet hidayet bulmuş olsalardı ne olurdu. (Ama bunlar nasipsizlerdir.)

  • 28:65

    وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَل۪ينَ

    O gün (Allah) onlara seslenerek: "Gönderilen (Hakk elçilere) ne cevap verdiniz? (İnkâr edip düşman kesilmiştiniz değil mi?)" diyecektir.

  • 28:66

    فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْبَٓاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَٓاءَلُونَ

    Artık o gün, (kâfirler ve zalimler için bütün bilgiler ve) haberler onlar için kararıp körelmiştir. (Bilgi alma kaynakları kesilmiştir, sözleri ve mazeretleri de tükenmiştir.) Artık birbirlerine de soramayacak (halde hepsi perişan ve pişman vaziyettedirler).

  • 28:67

    فَاَمَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسٰٓى اَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ

    Ancak her kim (küfür ve kötülükten samimiyetle) tevbe edip, iman eder ve (her konuda yararlı) salih ameller işlerse (ve geri kalan ömrünü Hakk ve hayır üzere geçirirse) artık onlar kurtuluşa erenlerden olmayı umabilirler.

  • 28:68

    وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ وَيَخْتَارُۜ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

    Rabbin, dilediğini yaratır ve (kullarından dilediğini peygamber ve hidayet rehberi olarak) seçer; seçim ve tercih onlara ait değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir, Yücedir.

  • 28:69

    وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ

    (Muhakkak ki) Rabbin onların göğüslerinin (gönüllerinin içinde) sakladıklarını da ve açığa vurduklarını da bilir.

  • 28:70

    وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

    (Çünkü) O Allah'tır, Kendisinden başka İlah yoktur. (Hakiki Mevcud, Ma’bud, Maksut ve Mahbub O’dur.) En başta da, sonda da hamd O'nundur. Hüküm (hayat imtihanıyla ilgili kanunlar ve ahirette herkes için verilecek adil kararlar) O'nundur ve (hepiniz) O'na döndürüleceksiniz (ve hesaba çekileceksiniz).

  • 28:71

    قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍۜ اَفَلَا تَسْمَعُونَ

    De ki: “Gördünüz mü (ve hiç düşündünüz mü? Görüşünüz nedir,) söyleyin bana; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce uzatıp sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size (karanlığı giderip) aydınlık verecek ilah kimdir? Hâlâ (kulak verip) dinlemeyecek (ve gerçeği işitmeyecek) misiniz?”

  • 28:72

    قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ

    De ki: “Gördünüz mü (veya görüşünüzü) söyleyin (bakalım); Allah (yerkürenin ve Güneş sisteminin düzenini değiştirip) kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de (gerçeği) görmeyecek (ve Hakk yola gelmeyecek) misiniz?”

  • 28:73

    وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

    Kendi rahmetinden olmak üzere; O sizin dinlenmeniz ve O'nun fazlından (geçiminizi) arayıp (temin etmeniz) için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz. (Yani; Cenab-ı Hakk, Dünya’nın ve Güneş’in dönüşünü durdursa, böylece kâinatın ve tabiatın düzeni bozulsa; tekrar eski haline getirebilir misiniz?)

  • 28:74

    وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ

    O gün (Allah) onlara seslenerek: “Benim ortaklarım olduklarını öne sürdükleriniz (tağuti düzenleriniz ve sapkın rehberleriniz) hani nerede?” diye soracaktır.

  • 28:75

    وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُٓوا اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟

    (Hesap günü) Her ümmetten bir şahit ayırıp çıkaracağız ve: 'Kesin kanıt (burhan)ınızı getirin' buyuracağız. Artık öğrenmiş olacaklar ki, Hakk gerçekten (ve sadece) Allah'ındır (Kur’an’ın buyruklarıdır) ve uydurdukları (İslam’a aykırı nizamlar ve sahte kurtarıcılar da) kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır.

  • 28:88

    وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

    Ve Allah ile beraber diğer bir ilaha tapma; (başkasına dua edip yalvarma!) Zira O'ndan başka ilah yoktur. O'nun yüzünden (Zatından) başka her şey helak olucudur. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz.

  • 30:40

    اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟

    (O) Allah (ki); sizi yaratıp (yoktan var etmekte), sonra size rızık verip (hayat sürdürmekte), sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi (ahiret hesabı ve hayatı için) diriltmektedir. (O şirk koştuğunuz veya şefaatçi olup sizi kurtaracağını savunduğunuz) Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı? O (Allah), şirk koştuklarından münezzeh ve Yüce olandır (Sübhan’dır).

  • 34:27

    قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

    De ki: “O'na (kulluk ederken) eklemekte olduğunuz ortakları (tağutlaştırdığınız evliya, ulema ve umera (iktidar) takımını) bana gösterin de bir bakalım... (Onları tartıp karşılaştıralım…) Kesinlikle hayır ve hâşâ! (Onlar Allah’a asla ortak olamazlar;) Bilakis, O Güçlü ve Üstün olan, Hüküm ve Hikmet sahibi olan Allah'tır.”

  • 37:4

    اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ

    Kesinlikle, sizin İlahınız gerçekten “BİR” (tek)dir.

  • 37:5

    رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ

    O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi'dir, Doğuların (bütün yönlerin ve kıtaların) da Rabbi'dir. (Kâinatın tek sahibidir.)

  • 37:149

    فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ

    Şimdi Sen onlara (müşrik takımına) sor: Kızlar Senin Rabbinin de, erkek çocuklar onların mıdır?

  • 37:150

    اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثًا وَهُمْ شَاهِدُونَ

    Yoksa Biz melekleri dişiler olarak yaratırken onlar (hazır bulunup) şahitlik mi yapmışlardı?

  • 37:151

    اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ

    Dikkat edin; gerçekten onlar, düzdükleri yalanlardan dolayı diyorlar ki:

  • 37:152

    وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

    "Allah doğurdu!.. (Hâşâ!)" Hiç şüphesiz bunlar, gerçekten yalancılar (ve iftiracı sapkınlar takımı)dır.

  • 37:153

    اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ

    (Allah) Kızları, erkek çocuklara tercih mi etmiş? (Bu ne çirkin bir isnat ve iftiradır.)

  • 37:154

    مَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ

    (Onları uyar!) Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?

  • 37:155

    اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ

    Hiç mi öğüt alıp düşünmüyorsunuz?

  • 37:156

    اَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ

    Yoksa sizin apaçık ve güçlü bir deliliniz (ve dayanağınız) mı var ki (böylesine şımarıyorsunuz)?

  • 37:157

    فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ

    Eğer doğru söylüyorsanız, öyleyse getirin kitabınızı (belge ve kaynaklarınızı ortaya koyunuz).

  • 37:158

    وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَبًاۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ

    Bir de onlar, (hiç utanmadan) Kendisiyle (Allah ile) cinnler (görünmeyen enerji varlıklar) arasında bir soybağı kurdular. Oysa andolsun, cinnler de onların (kâfirlerin azap için getirilip) hazır bulundurulacaklarını bilip durmaktadır.

  • 37:159

    سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ

    Onların nitelendirdiklerinden Allah Yücedir. (Sûbhandır.)

  • 37:160

    اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ

    Fakat muhlis olan kullar başka (onlar her türlü küfür ve kötülükten sakınmaktadır ve bu yüzden azaba ve haksızlığa uğratılmayacaklar)dır.

  • 37:161

    فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ

    (Ey müşrikler ve münkirler!) Artık siz de, tapmakta olduklarınız (evliya ve kurtarıcı sanıp sığındıklarınız) da (hepiniz bir araya gelseniz).

  • 37:162

    مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ

    (Yine de) O'na (Allah'a) karşı (bu ihlaslı mü’minlerden) kimseyi (kandırıp) fitneye sürükleyecek (ve ifsat edecek) değilsiniz.

  • 37:163

    اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ

    Ancak kendisi çılgınca yanan ateşe girecek olan (beyinsiz ve nasipsiz kimseler) başka (sadece onları saptırabilirsiniz).

  • 39:4

    لَوْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا لَاصْطَفٰى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۙ سُبْحَانَهُۜ هُوَ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

    Eğer Allah (hâşâ) çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini elbette seçerdi. (Ama) O (böyle şeylerden) Yücedir; O Bir (Tek) olan, Kahredici olan (Allah'tır).

  • 39:14

    قُلِ اللّٰهَ اَعْبُدُ مُخْلِصًا لَهُ د۪ين۪يۙ

    De ki: “Ben dinimi (her konuda esas alıp uyacağım hayat prensiplerimi) sadece O'na has kılarak (Kur’an ve Sünneti ölçü tutarak) Allah’a ibadet ederim.”

  • 39:15

    فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُمْ مِنْ دُونِه۪ۜ قُلْ اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَا ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ

    “Siz de (imtihan için serbestsiniz), O’nun dışında dilediğinize ibadet edin (hepsi geçersizdir).” De ki: “Asıl hüsrana düşenler, (İslami ölçüleri hayat ve şeriat prensibi, Allah’ın rızasını ise asıl hedefi edinmeyenler) işte böylece kıyamet gününde kendilerine, ailesine, (yakın çevresine ve müntesiplerine) yazık edenlerdir. Haberiniz olsun, bu (ahiret kaybı) apaçık bir hüsranın ta kendisidir.”

  • 39:27

    وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ

    Andolsun Biz bu Kur’an’da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için (çeşitli problemlerin çözümüne dair) her bir örnekten vermiş (huzur ve kurtuluş çarelerini göstermişiz)dir. (Gerçekleri ve başlarına gelecekleri en uygun misallerle izah etmişizdir. Ki Kur’an’daki misaller, ilerideki sorunların çözümüne örnek teşkil edecektir.)

  • 39:29

    ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا رَجُلًا ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِرَجُلٍۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًاۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    Allah (Kendisine ortak koşanlar için şöyle) bir örnek vermiştir: Bir adam (düşünün ki) onun ortakları var (ve sürekli) münakaşa edip duruyorlar… Diğer bir adam ise (ortakları yok, tek başınadır ve kendisinin) halim-selim ve teslimiyetli hizmetçi adam(ları) bulunuyor. Şimdi bu ikisinin durumu bir olur mu? (Bağımsız olan ve teslimiyetli hizmetçileri bulunan; elbette daha huzurlu, daha hayırlı ve başarılı değil midir?) Hamd (her türlü övgü ve teşekkür, bu Kur’an’ı ve Resulüllah’ı gönderen) Allah'ındır. Ama doğrusu onların çoğu (gerçeği) bilmemektedir.

  • 39:30

    اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَۘ

    (Ey Nebim!) Gerçek şu ki, elbette Sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.

  • 39:31

    ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ۟

    Sonra şüphesiz sizler, (mü’min-kâfir, sadık-münafık, hepiniz) kıyamet günü Rabbinizin huzurunda (hasımlaşıp hesaplaşarak) davalaşacaksınız. (Bu İlahi adaletin gereğidir.)

  • 39:32

    فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ اِذْ جَٓاءَهُۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِر۪ينَ

    Allah’a karşı (O’nun adına) yalan (ve Dine aykırı fetva) uyduranlardan ve kendisine getirilip (gösterildiğinde) doğruyu (Kur’an’ın buyruğunu yanlış yorumlayıp) yalanlayandan daha zalim kim olabilir? (Böylesi gizli) Kâfirler için, cehennemde (yanıp) duracak yer mi yok (zannedilmektedir? İnkârcı nankörlerin zindanı ve azap diyarı cehennem değil midir)?

  • 39:36

    اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍۚ

    Allah, kuluna (özellikle Kendi yolunda olanlara) kâfi değil midir? (Ey Resulüm!) Seni (ve ümmetini) Allah’tan başkalarıyla (canlı ve cansız putlarla ve süper güç ordularıyla) korkutuyorlar. (Bu, Allah’ın kudretini ve va’adini idrak edemediklerindendir.) Allah, kimi saptırırsa artık ona hidayet edecek (birini bulmak) mümkün değildir.

  • 39:37

    وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِعَز۪يزٍ ذِي انْتِقَامٍ

    Allah, kimi de hidayete erdirirse, onun için hiçbir saptırıcının (şeytani gayreti netice vermeyecektir). Allah intikam sahibi, Güçlü ve Üstün olan değil midir?

  • 39:38

    وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ اَوْ اَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ

    Andolsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. (“Her şeyi Allah yarattı ama; Dine, Peygambere ve Kur’an-ı Kerim’e ihtiyaç yoktur, aklımız kâfidir” diyen DEİST’ler müşriktirler.) De ki: "Gördünüz mü -haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız (O’nu bırakıp da yalvardıklarınız); eğer Allah Bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da (Rabbim) Bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup- önleyebilecekler mi?" De ki: "Allah Bana yeter. (Zaten) Tevekkül edenler, ancak O'na dayanıp güvenirler."

  • 39:43

    اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَعْقِلُونَ

    Yoksa bu gibiler (gafiller ve kâfirler) Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Ya onlar, hiçbir şeye malik değillerse ve (çok şeye) akıl da erdiremiyorlarsa (yine mi onların peşinden gidilecektir)?”

  • 39:44

    قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

    De ki: "Şefaatin tümü Allah'ındır. (O’nun izni ve iradesi dışında kimse kimseye şefaatte bulunamayacaktır.) Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra (hepiniz) O'na döndürüleceksiniz."

  • 39:45

    وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ وَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ

    (Her şeyin mutlak sahibi ve âlemlerin tek yetkili yöneticisi) Allah “Bir” olarak anıldığı vakit, ahirete (gerçekten) iman etmeyenlerin kalpleri sıkılıp tiksinir. Ama ondan başkaları (Allah’a ortak koşulan putlaştırılmış zatları) anıldığı zaman ise, hemen (yüzleri güler ve) sevinirler.

  • 39:46

    قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

    De ki: "Ey gökleri ve yeri yoktan var eden, gaybı ve müşahede edileni bilen Allah'ım! Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında Sen hüküm vereceksin."

  • 39:64

    قُلْ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي اَعْبُدُ اَيُّهَا الْجَاهِلُونَ

    De ki: “Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına tapınıp (yalvarmamı ve şeytani güç odaklarına yanaşıp yaranmamı) mı öneriyorsunuz? (Siz gafil ve kâfir insanlarsınız.)

  • 40:3

    غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ

    Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul edip, (kuluna rahmet ve fazilet kapılarını açan, ama;) cezası da pek şiddetli olan; Kudret, Kerem ve Lütuf sahibi (Allah'tan Hz. Muhammed'e vahyolunan bir Kur'an-ı Azimüşşan’dır). O'ndan başka ilah yoktur. (Bu imtihan hayatının sonunda) Dönüş de O'nadır.

  • 40:12

    ذٰلِكُمْ بِاَنَّهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ

    (Onlara: Hayır bu samimiyetsiz istekleriniz asla kabul olunmayacaktır.) “İşte şu sebepten dolayı; çünkü Allah’a Vâhid (yegâne yardım umulacak ve korkulup sığınılacak tek Zat) olarak (imana ve itaate) çağrıldığınızda inkâr edip (sapıtırdınız. Ama) Eğer O’na ortak koşulduğunda ise inanıp onaylardınız. (Canlı ve cansız tağutları ve şeytani güç odaklarını, Allah’a eşler tutardınız.) Artık hüküm; O Yüce, O Büyük olan Allah'ındır.”

  • 40:13

    هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقًاۜ وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ

    O (Allah) size ayetlerini (böyle) gösteriyor ve sizin için gökten (maddi ve manevi) rızık indiriyor. (Ama) İçtenlikle (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez (durumdadır).

  • 40:14

    فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

    Öyleyse kâfirler hoş görmese de, dini yalnızca O'na halis kılanlar olarak Allah'a dua (kulluk) yapın (yaşamınızda ve her konudaki amacınızda Kur’an’ı ve Resulüllah’ı merkeze alın).

  • 40:15

    رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ

    O, dereceleri yükselten Arş'ın sahibi olan (Allah), “Yevmet-telak”-buluşma (ve hak ettiğine kavuşma) günü- ile (insanları) uyarıp hatırlatmak için, Kendi emrinden olan ruhu (vahyi, Cebrail’i ve vicdani ilham hissini) kullarından dilediğine indirip durmaktadır.

  • 40:20

    وَاللّٰهُ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ۟

    Allah adaletle hükmedendir. O'nu bırakıp taptıkları (putları ve tağutları) ise hiçbir şeye hükmedemezler. (Zalimlerin ve kâfirlerin hâkimiyeti zahiri ve geçicidir ve Allah’ın takdirine tâbidirler.) Şüphe yok ki Allah, (hakkıyla) İşiten ve Görendir. (Her şey O’na ayandır.)

  • 40:66

    قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ

    (Ey Resulüm!) De ki: "Bana apaçık belgeler (Kur’ani hükümler) gelince, sizin Allah'tan başka taptıklarınıza kulluk etmekten kesin olarak menedildim (yasaklandım ve uzaklaştırıldım) ve âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunmuş (bulunmaktayım ve zaten daha önce de asla şirke bulaşmamıştım.)"

  • 42:6

    وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ

    O’nun (Allah'ın) dışında birtakım veliler (sahipler, sistemler) edinenlere (gelince), Allah onların üzerinde Gözetleyicidir (her yaptıklarını takip ve tespit etmektedir). Sen onların üzerinde (zorlayıcı) bir vekil değilsin. (Görevin sadece tebliğdir.)

  • 42:7

    وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ

    (Ey Resulüm!) İşte Biz Sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları (tüm insanlığı) uyarman ve kendisinde şüphe olmayan (mahşerde) toplanma gününü (haber verip onları) korkutman için de (Seni gönderdik. O gün onların) bir bölümü cennette, bir bölümü çılgınca yanan ateşin içerisindelerdir.

  • 42:9

    اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِ الْمَوْتٰىۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟

    Yoksa onlar, O'nun (Allah’ın) dışında birtakım veliler (hüküm vericiler, sahipler ve şefaatçiler) mi edindiler? (Ve onlara mı güvenmektedirler!) İşte Allah; (gerçek) Veli O'dur, ölüleri dirilten O'dur. O, her şeye güç yetirendir. (Gerçek mürşitler, insanları İslam ahlâkına ve Kur’an ahkamına rehberlik edenlerdir.)

  • 42:15

    فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ

    (Ey Nebim!) O halde Sen (sürekli) davet et (herkesi Hakka çağırıp dur) ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamete koyul… Onların hevâ(i arzularına ve dünyevi tutkularına) uyma! Ve “Ben Allah’ın indirdiği Kitaptan (her hüküm ve habere) inandım ve aranızda (Kur’an) adaletiyle (davranmakla) emrolunup (görevli kılındım)” deyip (Hakkı uygula… De ki): “Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. (Artık) Bizimle aranızda (uydurma) ‘deliller getirerek boşuna tartışma(ya, hüccetli münakaşaya' gerek) yoktur. (Nasıl olsa) Allah (ahiret günü) bizi bir araya getirip-toplayacaktır. Dönüş O'nadır (herkesin hesabını bizzat görecektir).”

  • 42:37

    وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ

    (Gerçek mü’minler;) Büyük günahlardan ve çirkin utanmazlıklardan (fuhşiyattan) kaçınıp çekinenlerdir ve kızdıkları-gazaplandıkları zaman da affedip bağışlayabilen (kimse)lerdir.

  • 42:38

    وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ

    Onlar Rablerinin (her emrine) icabet ederler, namazı dosdoğru yerine getirirler, (devlet, millet ve hükümet) işlerinde meşveret ederler (ülkeyi danışma ve dayanışma sonucu alınan ortak kararla yönetirler.) Kendilerine verdiğimiz rızıktan da (Allah yolunda) harcayıp infak ederler. [Not: Bu ayet, cumhuriyete ve demokratik yönetime işarettir.]

  • 42:43

    وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟

    Fakat (şahsi haksızlıklara) sabreden ve bağışlayıp vazgeçen kimsenin bu hareketi; muhakkak “azmi'l-umur”dan=Büyük özverili, değerli ve şerefli davranışlardan (teşekküre değer bir harekettir).

  • 51:51

    وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ

    (Sakın) Allah ile beraber (başka bir kimseyi O’na ortak) bir ilah kılmayın! İşte gerçekten Ben sizi, O’nun adına açıkça uyarıyorum.”

  • 59:1

    سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

    Göklerde ve yerkürede bulunanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. (Her şey yaratılış gayesini ve görevini yerine getirmektedir.) O, Üstün ve Güçlü olan (Azîz’dir), Hüküm ve Hikmet sahibidir. [Not: O (Allah) Azîz’dir (asla yenilmeyen ve baş edilmeyen güç ve şeref sahibidir), Hakîm’dir (her şeye hükmetmektedir ve her işini hikmetle=üstün bilgelikle yürütmektedir.)]

  • 59:2

    هُوَ الَّذ۪ٓي اَخْرَجَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مِنْ دِيَارِهِمْ لِاَوَّلِ الْحَشْرِۜ مَا ظَنَنْتُمْ اَنْ يَخْرُجُوا وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مَانِعَتُهُمْ حُصُونُهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَاَتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا وَقَذَفَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُمْ بِاَيْد۪يهِمْ وَاَيْدِي الْمُؤْمِن۪ينَ فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ

    Kitap ehlinden olan kâfirleri (Beni Nadir Yahudilerini ve kıyamete kadar benzerlerini) ilk haşirde=sürgünde (Asr-ı Saadet döneminde) yurtlarından çıkaran O (Allah’tır. Oysa) Siz, onların (zulüm yaptıkları diyardan sürülüp) çıkacaklarını hiç sanmamıştınız; onlar da (o gün, sağlam) kalelerinin (bugün ise teknolojik üstünlüklerinin) kendilerini Allah’ın (gazabından) koruyacağını zannedip durmuşlardı. Böylece Allah(ın azabı) da, hiç hesaba katmadıkları bir yönden (ve şimdi harika yöntemlerle) gelip onları kuşatmıştı ve yüreklerine korku salmıştı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey basiret sahipleri ibret alın! (Bugünkü zalim ve fesatçı bazı Yahudilerin ve müşriklerin de aynı akıbete -sürgüne ve zillete- uğrayacaklarını bilin.)

  • 59:3

    وَلَوْلَٓا اَنْ كَتَبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمُ الْجَلَٓاءَ لَعَذَّبَهُمْ فِي الدُّنْيَاۜ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابُ النَّارِ

    Eğer Allah (fesatlıkları ve bozuk fıtratları dolayısıyla) onların vatanlarından çıkarılacaklarını (sürgüne yollanacaklarını kaderde) yazmamış olsaydı (bile, kesinlikle) onların dünyadaki azabını (yine başka türlü) verecekti. Zaten ahirette de cehennemin ateş azabı onlar içindir.

  • 59:4

    ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ وَمَنْ يُشَٓاقِّ اللّٰهَ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

    Bu (ceza); onların Allah’a ve O’nun Resulüne başkaldırıp ayrılık çıkarmaları (ve Hakk davayı parçalamaları) nedeniyledir. (Hıyanete kalkışanların cezası elbette verilecektir.) Kim Allah’a karşı çıkıp (Hakk’tan) ayrılırsa, muhakkak Allah’ın cezası, (ikâbı) pek şiddetlidir.

  • 59:5

    مَا قَطَعْتُمْ مِنْ ل۪ينَةٍ اَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَٓائِمَةً عَلٰٓى اُصُولِهَا فَبِاِذْنِ اللّٰهِ وَلِيُخْزِيَ الْفَاسِق۪ينَ

    (Düşmanların) Hurma ağaçlarından her neyi (budayıp) kesmişseniz veya kökleri üzerinde dikili bırakıvermişseniz, (bu durumda onların filizlenmesi ve meyve vermesi hepsi) Allah'ın izniyledir ve (Kur’an’ın bu gerçekleri ve gelecek devrimleri bildirmesi ve savaşta onları zayıflatmak ve teslime mecbur bırakmak için düşman ağaçlarının kesilmesine izin vermesi) fasık olanları rezil edip alçaltması içindir.

  • 59:6

    وَمَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْهُمْ فَمَٓا اَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Onların Allah’ın Elçisine verdikleri “FEY’e” (savaşsız kazanılan ganimet, servet ve devlete) gelince; ki buna karşı (bu zaferi kazanma kastıyla) siz at ve deve koşturmamış (silah kuşanmamış ve kullanmamış)tınız. Ancak Allah, elçilerini (zulüm ve kötülük ehlinden) dilediklerinin üstüne musallat (edip muzaffer) kılmaktadır. Çünkü Allah her şeye gücü yetendir.

  • 59:7

    مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ

    Allah'ın o (fethedilen bölge ve) şehir halkının (malından) Resulüne verdiği fey (ganimet malları); Allah'a, Resul'e, (Adil devlet ve hükümet bütçesine ve Elçiye) yakın akrabalığı olanlara (Ehl-i Beyt’e), yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden sadece zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (bir etkili nimet) olmasın. Peygamber size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan da uzaklaşın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah’ın, cezası (ikâbı) pek şiddetlidir. [Not: Bu ayet Hz. Peygambere hüküm koyma yetkisi verildiğini bildirmektedir.]

  • 59:8

    لِلْفُقَرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ

    (Ayrıca bu ganimet malları) Hicret eden fakirleredir ki; onlar, sadece Allah'tan O’nun lütfunu ve rızasını dileyip aramak üzere; Allah'a (dinine) ve O'nun Resulüne yardım ederlerken (bu nedenle) yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmış kimselerdir. İşte bunlar, (davasına) sadık kalan (mü’minlerdir).

  • 59:9

    وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ

    Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler (Ensar sahabiler) ise, hicret edenleri (samimiyetle ve dini gayretle) severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu ve kıskançlık duygusu) hissetmezler. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından sıyrılıp korunmuşsa, işte onlar felaha (kurtuluşa) erişecek kimselerdir.

  • 59:10

    وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟

    (Ayrıca) Onlardan (Muhacir ve Ensar’dan) sonra gelen (mü’min)ler de şöyle derler: Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin. [Not: Müslümanların, din kardeşleri ile aralarındaki ilişkide, karşı tarafı incitecek bir söz söylemek, öfkelenmek, saygıya uygun düşmeyen tavırlar sergilemek gibi, birlik ruhunu zedeleyecek her türlü tavırdan sakınmaları gerekir. Her mü’min bir diğerine karşı olabildiğince fedakâr ve sabırlı hareket etmelidir. Bu; gerçek ve samimi sevginin gereğidir, tüm mü’minlerin benimsemesi gereken üstün bir ahlâk örneğidir.]

  • 59:11

    اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نَافَقُوا يَقُولُونَ لِاِخْوَانِهِمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَئِنْ اُخْرِجْتُمْ لَنَخْرُجَنَّ مَعَكُمْ وَلَا نُط۪يعُ ف۪يكُمْ اَحَدًا اَبَدًاۙ وَاِنْ قُوتِلْتُمْ لَنَنْصُرَنَّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

    (Bu arada Müslüman, Müttaki ve Mücahit geçinen, ama gerçekte) Münafıklık edenleri görmüyor musun ki, Kitap Ehlinden inkâr eden (gizli dost ve) kardeşlerine derler ki: "Andolsun, eğer siz (yurtlarınızdan) çıkarılacak olursanız, mutlaka biz de sizinle birlikte çıkarız ve size karşı olan hiç kimseye, hiçbir zaman itaat etmeyiz. Eğer size karşı savaşılırsa elbette size yardım ederiz." Oysa Allah şahitlik etmektedir ki onlar, gerçekten yalancı kimselerdir.

  • 59:12

    لَئِنْ اُخْرِجُوا لَا يَخْرُجُونَ مَعَهُمْۚ وَلَئِنْ قُوتِلُوا لَا يَنْصُرُونَهُمْۚ وَلَئِنْ نَصَرُوهُمْ لَيُوَلُّنَّ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ

    Andolsun eğer onlar (Yahudi ve Hristiyanların fitne fesat kurgulayanları, yenilip yurtlarından) çıkarılsalar (bile), bunlar (Müslüman geçinen münafıklar) onlarla beraber çıkmazlar; eğer onlarla savaşılırsa, bunlar onlara yardım yapmaz (riske yanaşmaz ve tehlikeye atılmazlar), şayet (ilk başta) yardım etseler bile (ardından) mutlaka arkalarına dönüp kaçıvereceklerdir; sonra zaten kendilerine de yardım edilmeyecektir.

  • 59:13

    لَاَنْتُمْ اَشَدُّ رَهْبَةً ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ

    (Ey mücahit ve müstakim mü’minler!) Kesinlikle siz, (hainlerin ve düşman kesimlerin göğüsleri) içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' onlara, Allah'tan daha çetin gelirsiniz (münafıkların kalplerindeki sizinle ilgili korkuları, Allah korkularından daha şiddetlidir). İşte bu, şüphesiz onların 'derin kavrayışa ve akli yaklaşıma sahip bulunmayan’ bir topluluk olmaları dolayısıyla böyledir.

  • 59:14

    لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَم۪يعًا اِلَّا ف۪ي قُرًى مُحَصَّنَةٍ اَوْ مِنْ وَرَٓاءِ جُدُرٍۜ بَأْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَد۪يدٌۜ تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ

    Onlar, (Siyonist ve emperyalist odaklar) iyice korunmuş (sağlam tedbirler alınmış) şehirlerde veya surlar-kaleler gerisinde olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşa girişemezler (kendilerine güvenemezler. Müşriklerin ve münafık kesimlerin) kendi aralarındaki çarpışmaları (birbirlerine kin ve haset duyguları) ise pek daha şiddetlidir. Sen onların (zahiren) birlik ve dirlik (içerisinde olduklarını zan ve) hesap edersin; oysa onların kalpleri paramparça vaziyettedir (çıkarları ve ihtirasları uğrunda her an kapışmaya hazır haldedirler). Bu, şüphesiz onların akletmeyen (ve imana gelmeyen) bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.

  • 59:15

    كَمَثَلِ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَر۪يبًا ذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۚ

    (Bu Yahudilerin durumu ve sonu;) Kendilerinden yakın zaman önce, işlerinin vebalini tatmış (küfür ve zulümlerinin akıbetine uğramış) olan, (ve şimdi ahirette de) kendileri için acı bir azap bulunan kimselerin (Bedir’de cezalarını bulan putperestlerin) durumu gibidir.

  • 59:16

    كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ

    (Yahudileri kandıran münafıkların durumu da) Tıpkı şeytanın durumuna benzer ki; (önce) insana: "İnkâr et" deyip (onu kandırıvermiştir), onlar inkâr edince de: "Ben senden uzağım; ben âlemlerin Rabbi (olan) Allah'tan korkarım!" demişti.

  • 59:17

    فَكَانَ عَاقِبَتَهُمَٓا اَنَّهُمَا فِي النَّارِ خَالِدَيْنِ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَ۟

    Sonunda onların (her iki takımın) da akıbetleri, şüphesiz ateşin içinde süresiz kalıcılar olarak (azap çekmeleridir). İşte zalim olanların cezası böyledir.

  • 59:18

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

    Ey ehli iman! Allah’tan (hakkıyla) korkup (günahlardan çekinin) ve herkes yarın (ahiret) için ne (gibi salih ve halis ameller hazırlayıp) gönderdiğine bakıversin. Allah’tan (emirlerine muhalefetten ve hükmüne itirazdan) korkup (her türlü küfür ve kötülükten) vazgeçin. Zira Allah her yaptığınızdan hakkıyla Haberdardır. (Bütün amellerinizi görmekte ve niyetlerinizi bilmektedir.)

  • 59:19

    وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

    Sakın ha, kendileri Allah’ı unutmuş (şeytanın ve dünyalık arzularının yolunu tutmuş), böylece O (Allah) da (ceza olarak onları dergâhından kovmuş) kendi nefislerinin (ebedi kârını ve uhrevi çıkarını) onlara unutturmuş (bütün maneviyatını ve cennet hayatını, fani ve fena şeyler için feda etmeyi akıllılık ve gözü açıklık sanacak bir gaflet ve dalâlete sokmuş) kimseler gibi olmayın! Ki onlar (Rahmet-i İlahi’den nasipsiz bırakılmış ve hidayetleri kararmış) fasık (ve münafık)ların ta kendileridir.

  • 59:20

    لَا يَسْتَو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَٓائِزُونَ

    Ateş halkı ile cennet halkı (asla) bir değildir. Cennet halkı 'umduklarına kavuşup mutluluk içinde olan (ve sonsuz saadete ulaşan) kimselerdir.'

  • 59:21

    لَوْ اَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَاَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِۜ وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

    Şayet Biz bu Kur’an'ı bir dağın üzerine indirmiş (ve sorumluluklarını iletmiş) olsaydık, andolsun onun Allah korkusundan saygıyla boyun büküp parçalandığını görecektin. İşte Biz, belki düşünürler diye, insanlara böyle örnekler veririz.

  • 59:22

    هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۚ هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّح۪يمُ

    O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de (görülmeyen gizlilikleri de, görülebilen her şeyi de) Bilen’dir. O Rahman’dır, Rahim’dir.

  • 59:23

    هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

    O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Melik'tir (Gerçek Sultan ve Hükümrandır); Kuddûs'tür (Her türlü kusur ve noksanlıktan uzaktır); Selâm'dır (Kullarını selamet ve esenlikte tutandır); Mü'min'dir (İman ehlini Adalet Düzeniyle huzur ve emniyete ulaştırandır); Müheymin'dir (Himaye edip kollayan, gözetip koruyandır); Azîz'dir (Sonsuz üstünlüğe sahip olandır); Cebbâr'dır (Her istediğini mutlaka ve zorla yaptırandır); Mütekebbir'dir (Büyüklük ve Ululuk O’nun şanıdır). Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir.

  • 59:24

    هُوَ اللّٰهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۜ يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

    O Allah ki, Hâlık’tır (her şeyi yaratıp vücuda getirendir), Bârî’dir (her şeyi hiç yoktan ve en güzel bir biçimde kusursuzca var edendir), Musavvir’dir ('şekil ve suret' verendir). En güzel isimler O'na aittir. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. (O'nun şanını yüceltmektedir.) O, Azîz’dir, Hakîm’dir. (O mutlak Üstündür, tam Hüküm ve Hikmet sahibidir.)

  • 72:3

    وَاَنَّهُ تَعَالٰى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًاۙ

    "Elbette Rabbimizin şanı Yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk (sahibidir)."

  • 112:1

    قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ

    (Ey Resulüm, “Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu bize açıkla” diyenlere) De ki: “O Allah, birdir. (Eşi, dengi, benzeri, şeriki, yardım edicisi, ihtiyaç hissettiği, öncesi, ölmesi, acizliği, eksikliği, bilgi yetersizliği ve beceriksizliği asla bulunmayan tek ve gerçek İlahtır.)

  • 112:2

    اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ

    “Allah, Samed’dir. (Her yaratığın Kendisine muhtaç bulunduğu şekilde, sonsuz ve kusursuz zengin olandır. Kendisi hiçbir şeye, hiç kimseye ve hiçbir şekilde asla ihtiyaç duymayandır, ama her şey O'na muhtaçtır.)

  • 112:3

    لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ

    “O, (asla ve hâşâ çocuk) doğurmamıştır ve (bir anadan da) doğmamıştır. (Allah CC böyle eksiklik ve acizliklerden uzaktır.)

  • 112:4

    وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

    “Hiçbir şey (hiçbir kimse ve hiçbir şekilde), O’na denk olmamıştır (ve zaten olması da imkânsızdır.)