Ahlak

  • 2:129

    رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟

    “Rabbimiz; (gelecek nesillerimize de) kendi içlerinden onlara bir elçi gönder, (ki) onlara Senin ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen Güçlü ve Üstün olansın, Hüküm ve Hikmet sahibisin.”

  • 2:151

    كَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ

    Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan (ve açıklayan), sizi temizleyen (küfür ve kötülükten arındıran) ve size Kitap ve hikmeti (Sünneti) ve ayrıca bilmediklerinizi öğretip (olgunlaştıran) bir Resul (olarak Hz. Muhammed’i) gönderdik.

  • 2:172

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

    Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin (helâl ve) temiz olanlarından yiyin ve eğer (her türlü şirkten ve şerli düşüncelerden uzak) sadece O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin.

  • 2:232

    وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِۜ ذٰلِكَ يُوعَظُ بِه۪ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

    Kadınları boşadığınızda, iddet (mecburi bekleme) sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle ma’ruf (bilinen, meşru biçimde) anlaştıkları (karı-koca yeniden uzlaşıp uyuştukları) takdirde- onların, kendilerini kocalarına nikâhlamalarına engel çıkarmayın. (Bu kadınları evlenme konusunda özgür bırakın.) İşte, içinizde Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.

  • 3:77

    اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَل۪يلًا اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    Allah’ın ahdini (ve Hakk davasına bağlı kalacakları hususundaki sadakat) yeminlerini, (sonradan makam ve menfaat hırsıyla) az bir paha (yani dünyalık değersiz şeyler) karşılığı satanlar (var ya), işte onlar için ahirette hiçbir pay (paye ve şeref) olmayacaktır, kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar (dinlerini ve davalarını dünyalık çıkarına satanlar) için çok acı ve alçaltıcı bir azap vardır. (Dünyada zillet ve hezimeti, ahirette ise cehennemi hak etmişlerdir.)

  • 3:164

    لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

    Andolsun ki Allah mü’minlere; kendi içlerinden, onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti (sünneti) öğretiyor. (Oysa) Ondan öncesinde onlar apaçık bir sapkınlık içindeydiler.

  • 4:49

    اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلًا

    Kendi kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmez misin? Hayır; Allah dilediğini (ve hak edeni) temizleyip yüceltir ve onlar, ‘bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılacak değildirler.

  • 8:53

    ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّرًا نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ

    (Bunun) Nedeni şudur ki: Bir kavim (toplum), kendinde olanı (iman esaslarını ve İslam ahlâkını) değiştirip (küfre ve zulme yönelmedikçe) Allah, onlara nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz (her şeyi) İşitendir, Bilendir.

  • 9:103

    خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

    Onların (Müslümanların) mallarından sadaka (zekât vergisi) al ki, bununla onları (cimrilik ve bencillikten) temizlemiş, kötülüklerden arındırıvermiş (ve kazançlarını bereketlendirmiş olursun. Hem) Onlara dua et. Doğrusu Senin duan, onlar için 'bir sükûnet ve huzur (vesilesidir).' Allah (her şeyi ve hakkıyla) İşitendir, Bilendir.

  • 18:19

    وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا

    Derken, aralarında bir sorgulama yapsınlar (ve Allah’ın hikmet ve kudretini kavrasınlar) diye onları diriltip (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "(Biliyor musunuz, acaba burada) Ne kadar kaldınız?" (Diğerleri) Dediler ki: "(Herhalde) Bir gün veya günün bir(kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." (Bu sefer) Diğer bir kısmı: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir..." demişlerdi. "Şimdi içinizden birinizi, (yanınızdaki) bu (gümüş) paranızla, şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek temiz (taze ve tabii) ise, size ondan rızık getirsin. Ama çok dikkatli ve temkinli hareket etsin ve sakın sizi kimseye sezdirmesin" diye uyarmışlardı.

  • 18:74

    فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُۙ قَالَ اَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍۜ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـًٔا نُكْرًا

    Yine yürüyüp (hikmet ve ibret) yolculuğuna devam ettiler. Derken (arkadaşlarıyla oynayan) bir erkek çocuğuna rast geldiler. O vakit, (Hz. Hızır) o çocuğu (kenara çekip) öldürüverdi. (Bu sefer yine dayanamayan Hz. Musa: “İşlediği cinayetten dolayı) Bir cana karşılık olmadan (ve hiçbir suçu ve sorumluluğu bulunmadan, böyle masum bir çocuğu) öldürdün ha!.. (Hayıf ve hayret!) Gerçekten, çok çirkin (ve cezası çetin) bir iş yaptın!” diye (kızgınlıkla karşılamıştı).

  • 19:19

    قَالَ اِنَّمَٓا اَنَا۬ رَسُولُ رَبِّكِۗ لِاَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا

    (Hz. Cebrail) Demişti ki: "Ben, (kötü ve hain biri değilim) yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (görevliyim)."

  • 20:76

    جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟

    "İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, (küfür ve kötülükten) arınmış olanların karşılığıdır."

  • 24:21

    يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ وَمَنْ يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَدًاۙ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

    Ey iman edenler, (hiçbir konuda) şeytanın (sizi çirkefe ve felakete sürükleyecek) adımlarına tâbi olup (münafıkları takip etmeyin). Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan edep ve erdeme aykırı) fuhşiyatı (cinsi sapkınlıkları ve çirkin utanmazlıkları) ve münkeratı (kötülük kaynaklı haksızlık ve ahlâksızlıkları dürtükleyip) emretmektedir. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlu inayeti ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbirinizin (ve özellikle iftiralara gereken tepkiyi göstermeyenlerin) ebedi olarak temize çıkması mümkün değildi. Ancak Allah, dilediğini (iyi niyetini ve meşru mazeretini bilip merhamet ettiklerini) temize çıkarır. Allah, İşitendir, Bilendir.

  • 24:28

    فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا ف۪يهَٓا اَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتّٰى يُؤْذَنَ لَكُمْۚ وَاِنْ ق۪يلَ لَكُمُ ارْجِعُوا فَارْجِعُوا هُوَ اَزْكٰى لَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌ

    Eğer orada (gittiğiniz evde) kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar artık oraya girmeyin; ve eğer "(müsait değiliz) dönün" denilirse, siz de geri dönün, (içeri alınmak için ısrar etmeyin) bu sizin için daha temizdir. Allah yaptıklarınızı Bilendir.

  • 24:30

    قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ

    Mü’min (erkek)lere söyle: “Gözlerini (haram olan kadınları ve ahlâksız yayınları seyretmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu onlar için daha temiz (ve hayırlı) olandır.” Gerçekten Allah onların (fasıkların ve münafıkların) yaptıkları (ama çaktırmamaya çalıştıkları; sanatlı -iyilik kılıflı- ve ustalıklı bir tavırla sakladıkları kötü maksatlı) bütün işleri (en ince ayrıntısına kadar bilen) Habîr’dir. (Her şey O'nun bilgisi dahilindedir.)

  • 26:137

    اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ

    (Ey Hud!) "Bu (anlattıkların), geçmiştekilerin geleneksel tutumundan (ve meczupların huyundan) başkası değildir."

  • 35:18

    وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ وَاِنْ تَدْعُ مُثْقَلَةٌ اِلٰى حِمْلِهَا لَا يُحْمَلْ مِنْهُ شَيْءٌ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۜ اِنَّمَا تُنْذِرُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ وَمَنْ تَزَكّٰى فَاِنَّمَا يَتَزَكّٰى لِنَفْسِه۪ۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ

    Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenip çekemez. Yükü ağır olan onun taşınması için (başkasını) çağırsa (ve o kişi kendisinin) en yakını bile olsa da (onun günah) ağırlığından (kendisine yine hiç)bir şey yüklenemez. Sen ancak görmediği halde (gaybi haşyetle) Rablerinden korkanları ve namazı dosdoğru kılanları sakındırırsın. (Senin uyarıların ancak böylelerine fayda sağlayacaktır.) Kim (küfür ve kötülükten) temizlenirse o sadece kendisi için temizlenir. Sonunda dönüş Allah’adır.

  • 62:2

    هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ

    O (Allah), ümmiler içinde(n seçip), kendilerinden (biri olan) ve onlara ayetlerini okuyan, onları (Kur’an’la ve izahıyla) temizleyip arındıran ve onlara Kitap ve hikmeti (Sünneti) öğretip (açıklayan kutlu) bir Elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir şaşkınlık ve sapkınlık içindeydiler.

  • 68:4

    وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ

    (Ey Resulüm!) Gerçekten Sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin. [Not: Bu cümlede iki anlam vardır. Birincisi; insanları hidayete yönlendirmek için Aleyhisselatüvesselam Efendimizin katlandığı bütün bu zahmet ve eziyetler, O’nun çok yüksek ve örnek bir ahlâk üzere olduğunun en açık belgesidir. Aksi takdirde, zayıf ahlâklı ve sabırsız olan bir insanın bunlara tahammül etmesi mümkün değildir. İkincisi; Kur'an'ın terbiyesiyle Peygamberimizin, bu yüksek ve temiz ahlâkı, kâfirlerin O’na delilik ithamlarına karşı en açık bir yanıt gibidir.]

  • 79:12

    قَالُوا تِلْكَ اِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ

    (Ve yine kâfirler) Derler ki: "Şu durumda, (eğer diriliş ve hesaba çekiliş doğruysa, bu da yine mü’minlerin) zararına bir dönüştür. (Çünkü bizler, yine zenginler ve izzetliler olarak kalkıp diriltileceğiz. Aksi halde büyük bir hüsrana düşeceğiz!)"

  • 80:3

    وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّٰىۙ

    (Ey Nebim!) Ne bilirsin; belki o, (Senden sormakla cehalet kirinden) temizlenecekti?

  • 80:7

    وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰىۜ

    Onun (İslam’ı kabul etmeyip, küfür kirinden) temizlenmemesinden Sana ne? (Sen ancak tebliğle görevlisin.)

  • 87:14

    قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ

    Doğrusu, (kötülükten) temizlenip arınan (zekât ve cihada katılan) felah bulacaktır.

  • 91:9

    قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ

    Onu (nefsinin kötü arzu ve alışkanlıklarını) temizleyip terbiye eden felaha (huzura ve kurtuluşa) erişmiştir.

  • 92:18

    اَلَّذ۪ي يُؤْت۪ي مَالَهُ يَتَزَكّٰىۚ

    Ki o, malını (Allah yolunda) vererek temizlenip-arınmıştır.

  • 96:6

    كَلَّٓا اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰىۙ

    Ama hayır; gerçekten insan, (eline imkân ve fırsat geçince, maalesef rütbesine ve servetine güvenerek şımarıp) azgınlaşmakta ve haddini aşmaktadır

  • 96:7

    اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ

    Kendisini müstağni (ve müstesna) gördüğünden (ve artık kimseye ihtiyacım kalmadı zannettiğinden böyle davranmaktadır).