Zuhruf Suresi

Nüzul Yeri Mekke. 89 ayettir.

  • بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

    Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

  • 43:1

    حٰمٓۜ

    Ha, Mim.

  • 43:2

    وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ

    Apaçık Kitaba andolsun ki;

  • 43:3

    اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَۚ

    Gerçekten Biz Onu, olur ki aklınızı kullanır (anlamaya ve uygulamaya çalışır)sınız diye (indirdiğimiz kavmin diliyle) Arapça bir Kur’an kılıverdik.

  • 43:4

    وَاِنَّهُ ف۪ٓي اُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَك۪يمٌۜ

    Şüphesiz O, Bizim katımızda olan Ana Kitap’tadır (Levh-i Mahfuz’da kayıtlıdır, Kur’an’ın şanı;) çok Yücedir, Hüküm ve Hikmet içeriklidir.

  • 43:5

    اَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحًا اَنْ كُنْتُمْ قَوْمًا مُسْرِف۪ينَ

    Siz haddini aşan (münkir ve müsrif) bir kavimsiniz diye, şimdi o Zikri (Kur’an’daki İlahi öğüt ve ölçüleri) sizden (muaf tutup) bir yana mı itelim (Kendi emrimizden ve hidayetimizden vaz mı geçelim)?

  • 43:6

    وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْاَوَّل۪ينَ

    Oysa Biz, öncekiler için de nice peygamber(ler) gönderdik.

  • 43:7

    وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

    (Ama) Onlara bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka onunla alay ederlerdi.

  • 43:8

    فَاَهْلَكْنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشًا وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّل۪ينَ

    Biz de, (onları ve) kuvvet bakımından bunlardan daha üstün ve zorba olan (nice toplum)ları felaketlerle helak ettik. Nitekim öncekilerin (buna benzer) örneği de geçmişti.

  • 43:9

    وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۙ

    Yemin olsun ki, onlara (Mekke müşriklerine ve her asırdaki münkirlere): “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, kesinlikle: “Onları Azîz ve Alîm olan (Allah) yarattı” diyeceklerdir. (Yani; her asırdaki müşrikler, Allah’ın varlığını ve yaratıcılığını kabul etmekte, ama O’nun hükümlerini gereksiz ve geçersiz görerek inkâra düşülmektedir.)

  • 43:10

    اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَجَعَلَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۚ

    Ki O (Allah), yerküreyi sizin için (ihtiyaçlarınızı karşılamanıza ve kolay yaşamanıza uygun) bir beşik kılmış ve doğru istikameti bulursunuz diye onda size (birtakım) yollar var etmiştir.

  • 43:11

    وَالَّذ۪ي نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍۚ فَاَنْشَرْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتًاۚ كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ

    (Her sene ve her bölgeye ölçülü şekilde ve) Belli bir miktar ile gökten su (yağmur, kar) indiren O’dur. Onunla ölü bir beldeyi-bölgeyi diriltir (ve her tarafına hayat) yayıveririz. (Kıştan sonra baharı getirdiğimiz gibi) İşte siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız (ve hesaba çekileceksiniz).

  • 43:12

    وَالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْاَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَۙ

    O (Allah) ki, (bitki ve hayvanlardan) bütün çiftleri yaratıp (onlara hayat veren) ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var edendir.

  • 43:13

    لِتَسْتَوُ۫ا عَلٰى ظُهُورِه۪ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ اِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَۙ

    Ki onların sırtında istikrar bulasınız (binesiniz), sonra onlara bindiğiniz zaman Rabbinizin nimetini anıp (şükredesiniz de şöyle diyesiniz): “Bunu (bineklerimizi) bize baş eğdiren Allah'ı tesbih (ve O’na teşekkür) ederiz; yoksa biz bunu (binek hayvanlarını emrimize almayı ve binek araçlarını yapmayı) başaramazdık. (Bunlar Allah'ın Lütfu Keremidir.)

  • 43:14

    وَاِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ

    “Ve (sonunda) şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz!”

  • 43:15

    وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِه۪ جُزْءًاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُب۪ينٌۜ

    (Ama buna rağmen Allah’ın yarattığı) Kendi kullarından (bazı kişileri ve güçleri) O’na bir (cüz) parça kılarak (Allah’ın vekili, kefili ve şefaatçisi diye) yakıştır(ıp şirke sürüklendiler.) Doğrusu insan, açıkça nankörlük etmektedir.

  • 43:16

    اَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَاَصْفٰيكُمْ بِالْبَن۪ينَ۟

    Yoksa O, yarattıklarından kızları (Kendine) edindi ve erkekleri (de seçip) size mi verdi? (Bu nasıl söylenir!)

  • 43:17

    وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظ۪يمٌ

    Oysa kendilerinden (cahil ve gafil müşriklerden) birisi, O Rahman (olan Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun doğumuyla) müjdelendiği zaman, kahrından yutkundukça yutkunur ve yüzü simsiyah kesilir.

  • 43:18

    اَوَمَنْ يُنَشَّؤُ۬ا فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُب۪ينٍ

    Onlar, süs (hazır kolaylık ve rahatlık) içinde yetiştirilip (bazı imkân ve makamlara ulaştırılan ve nazlı kadın misali; mertçe) mücadeleye açık olmayan(ları)(Allah’a layık ve yakışık buluyorlar)?

  • 43:19

    وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثًاۜ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ

    Onlar ki, Rahman'ın kulları olan melekleri dişiler kıldılar (onları kadınlar ve kızlar gibi saydılar). Kendileri onların yaratılışlarına şahit mi olmuşlardı? Onların (bu yalancı) şahitlikleri yazılacak ve (bundan dolayı) elbette sorumlu tutulacaklar.

  • 43:20

    وَقَالُوا لَوْ شَٓاءَ الرَّحْمٰنُ مَا عَبَدْنَاهُمْۜ مَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۗ اِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَۜ

    Dediler ki: “Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz onlara ibadet yapmazdık (putlara ve tağutlara tapınmazdık).” Onların (bu konuda doğru ve geçerli) hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece ‘zan ve tahminle yalan-yanlış konuşup duruyorlar.’ (Ve kaderi, kendi küfürlerine bahane ediyorlar!)

  • 43:21

    اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَابًا مِنْ قَبْلِه۪ فَهُمْ بِه۪ مُسْتَمْسِكُونَ

    Yoksa Biz, bundan önce kendilerine (Yahudi ve Hristiyan uşağı münafık kimselere ayrı) bir kitap verdik de şimdi ona mı tutunuyorlar?

  • 43:22

    بَلْ قَالُٓوا اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُهْتَدُونَ

    Hayır; onlar: "Gerçekten atalarımızı (nasıl) bir ümmet (ve millet) üzerinde bulduk (ise,) doğrusu biz de onların izleri (eserleri) istikametinde doğru sandığımıza yönelmiş kimseleriz" deyip (duruyorlar.)

  • 43:23

    وَكَذٰلِكَ مَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُقْتَدُونَ

    İşte böyle, Senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım ki; mutlaka oranın 'varlık ve rahatlık içinde şımarıp azan önde gelenleri': "Gerçekten biz, atalarımızı (hangi) ümmet (din) üzerinde bulduk ise, doğrusu biz de, (şimdi) onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz" demiş olmasınlardı.

  • 43:24

    قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكُمْ بِاَهْدٰى مِمَّا وَجَدْتُمْ عَلَيْهِ اٰبَٓاءَكُمْۜ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ

    (O peygamberlerden her biri de onlara şöyle) Demişti: “Ben size atalarınızı (babalarınızı) üstünde bulduğunuz şeyden (uydurma din ve düzenden) daha doğru olanını getirmiş olsam da mı (yine hâlâ bâtıl yolda inat edeceksiniz?)” Onlar da demişlerdi ki: “Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye (Kur’ani emirlere karşı, kasten ve peşinen inkâr edip) kâfir olanlarız.” [Not: Kurulu zulüm çarkından makam ve menfaate kavuşan varlıklı ve ayrıcalıklı tabaka ise, bu düzenin atalarının eseri ve kutsal mirası olduğunu ve bunu değiştirmek ve düzeltmek isteyenlerin kötü niyetler peşinde koştuğunu söyleyip, toplumu aldatmaktadırlar.]

  • 43:25

    فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ۟

    Böylece Biz de onlardan intikam aldık. Şimdi bir bak; (Hakk Dini ve elçileri) yalan sayanların sonu nasıl olmuş (durumdadır)?

  • 43:26

    وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ٓ اِنَّن۪ي بَرَٓاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَۙ

    Hani İbrahim babasına ve kendi kavmine demişti ki: "Şüphesiz ben, sizin taptıklarınızdan uzağım."

  • 43:27

    اِلَّا الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي فَاِنَّهُ سَيَهْد۪ينِ

    "(Ancak) Beni yaratan (Rabbim) başkadır. İşte O beni hidayete yöneltip-iletecek" (ve doğru yola ulaştıracaktır.)

  • 43:28

    وَجَعَلَهَا كَلِمَةً بَاقِيَةً ف۪ي عَقِبِه۪ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

    Ve (Allah) bunu (Hz. İbrahim’in bu tevhid inancını), belki (insanlar Allah'a) dönerler diye ardında (kendi soyunda) kalıcı bir kelime (Millet-i İbrahim) olarak kıldı-bıraktı.

  • 43:29

    بَلْ مَتَّعْتُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ وَرَسُولٌ مُب۪ينٌ

    Oysa, doğrusu Ben onları (inkârcıları) ve atalarını, kendilerine Hakk (bildirilinceye) ve açıklayan bir elçi gelinceye kadar metalandırdım (yararlandırıp) yaşattım.

  • 43:30

    وَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ وَاِنَّا بِه۪ كَافِرُونَ

    Fakat kendilerine Hakk gelince; "Bu bir büyüdür, kesinlikle biz ona (karşı) kâfir olanlarız" deyip (çıkmışlardı).

  • 43:31

    وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ

    (Başka bahane bulamayan müşrikler) “Bu Kur’an (Hz. Muhammed yerine) iki şehirden birinin (beylerine ve) büyüklerine (Mekke ve Taif’ten servet ve riyaset yönünden önde gelen bir kişiye) indirilmeli değil miydi?” diyorlardı.

  • 43:32

    اَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَۜ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَع۪يشَتَهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّاۜ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ

    (Ey Resulüm!) Rabbinin rahmetini (ve kullarına faziletini) kendileri (servet ve siyaset sahipleri) mi bölüştürüyorlar? (Ki kendilerini işçi ve ücretlilerden ve halk kesiminden üstün görüyorlardı.) Halbuki dünya hayatında insanların geçimlerini (ve kazanç biçimlerini) Biz taksim (ve takdir) ettik ve birbirlerini işçi tutup çalıştırabilsin ve (böylece nizâm-ı âlem korunabilsin) diye, kimini kimine (servet, kuvvet ve kabiliyet yönünden) derece derece üstün kıldık. (Eğer bilseler) Rabbinin rahmet (ve mükâfatı, o servet ve sermaye sahiplerinin; işçilerin, hizmetlilerinin ve fakirlerin hakkını keserek) biriktirdikleri şeylerden çok daha hayırlıdır.

  • 43:33

    وَلَوْلَٓا اَنْ يَكُونَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَۙ

    Eğer insanlar (Allah'a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olarak (şeytana hizmet edecek) olmasalardı, Rahman'ı (Allah'ı) inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar (göz alıcı süslemeler) ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler (asansörler) yapardık.

  • 43:34

    وَلِبُيُوتِهِمْ اَبْوَابًا وَسُرُرًا عَلَيْهَا يَتَّكِؤُ۫نَۙ

    Evlerinin kapılarını ve üzerinde yaslanıp-dayanacakları koltuklarını da (en kıymetli madenlerden ve en görkemli malzemelerden hazırlardık).

  • 43:35

    وَزُخْرُفًاۜ وَاِنْ كُلُّ ذٰلِكَ لَمَّا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَالْاٰخِرَةُ عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟

    Ve (daha nice) çekici-süsler(le donatır ve altın yaldızlarla kaplatırdık). Oysa bütün bunlar, sadece dünya hayatının metaıdır (geçici bir yararlanmadır). Ahiret ise, Rabbinin katında müttakiler için (hazırlanmıştır, sonsuz ve kusursuz bir hayattır).

  • 43:36

    وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ

    (Artık) Her kim Rahman’ın Zikrini (Kur’an-ı Kerim’i) görmezden gelir, (hükümlerinden ve haberlerinden yüz çevirip başka şeylere) yönelirse, Biz, (insan suretli bilgiç sanılan) bir şeytanı ona musallat kılarız, (üzerine kabuk gibi sardırıp bağlatırız ve onun kötü emellerine kendisini uşak yaparız.) Artık bu (şeytan), onun yakını (yoldaşı ve kaptanı)dır.

  • 43:37

    وَاِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

    Gerçekten bunlar (şeytanlaşmış insanlar), onları (kandırıp saptırdıkları insanları, Hakk) yoldan alıkoyup (bâtılın ve barbarlığın peşine takmaktadırlar). Bunlara (aldananlar) ise, (hâlâ) kendilerinin, gerçekten hidayete erdiklerini (en doğru ve hayırlı yönde yürüdüklerini) sanmaktadırlar.

  • 43:38

    حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْن۪ي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَر۪ينُ

    Sonunda o (şeytanlara ve şarlatanlara aldanan kişi, ahirette) Bize geldiği zaman (kendilerini kandırıp kullananlara): "Keşke benimle senin aranda iki Doğu (Doğu ile Batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen)" deyip (suçlayacak ve pişmanlık duyacaklardır).

  • 43:39

    وَلَنْ يَنْفَعَكُمُ الْيَوْمَ اِذْ ظَلَمْتُمْ اَنَّكُمْ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ

    (Cenab-ı Hakk onlara: Bu söylenmeleriniz) Bugün size kesin olarak bir yarar sağlamayacaktır. Çünkü (bile bile) zulme saptınız (şeytani odakların peşine takıldınız). Şüphesiz (artık) azapta da ortaksınız!

  • 43:40

    اَفَاَنْتَ تُسْمِعُ الصُّمَّ اَوْ تَهْدِي الْعُمْيَ وَمَنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

    (Ey Nebim!) Öyleyse sağır olanlara Sen mi dinletip (gerçeği duyuracaksın), veya (kalp gözü) kör olan ve açıkça bir sapkınlık (ve Hakk’tan uzaklık) içinde bulunanı Sen mi hidayete kavuşturacaksın?

  • 43:41

    فَاِمَّا نَذْهَبَنَّ بِكَ فَاِنَّا مِنْهُمْ مُنْتَقِمُونَۙ

    Şayet Biz Seni (ölümle) alıp götürürsek (bile), elbette onlardan (yine) intikam alacağız.

  • 43:42

    اَوْ نُرِيَنَّكَ الَّذ۪ي وَعَدْنَاهُمْ فَاِنَّا عَلَيْهِمْ مُقْتَدِرُونَ

    Ya da (henüz Sen hayatta iken) kendilerine va'ad ettiğimiz şeyi Sana gösterip (onları cezalandıracağız) ki, Biz gerçekten onlara karşı Muktedir durumdayız.

  • 43:43

    فَاسْتَمْسِكْ بِالَّذ۪ٓي اُو۫حِيَ اِلَيْكَۚ اِنَّكَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

    Şu halde, Sana vahyedilene sımsıkı-tutun (Kur’an’a ciddiyet ve samimiyetle sarılıp Allah'a sığın); çünkü Sen dosdoğru bir yol üzerinde bulunmaktasın.

  • 43:44

    وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ

    Ve şüphesiz O (Kur’an), Senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. (Hüküm ve hikmet kaynağıdır.) Siz ileride (onu anlama ve uygulama çabanızdan) sorulacaksınız.

  • 43:45

    وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟

    (Ey Nebim!) Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor: Biz, Rahman (olan Allah)ın dışında tapılacak birtakım ilahlar kıldık mı? (Hiçbir dönemde şirke ve Allah’tan bağımsız şefaatçilere izin çıkarmış mıyız?)

  • 43:46

    وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

    Andolsun Biz Musa'yı, Firavun'a ve onun 'önde gelen iktidar takımına’ ayetlerimizle yolladık. O da sadece: "Gerçekten ben, âlemlerin Rabbinin elçisiyim" deyip (Hakka çağırmıştı).

  • 43:47

    فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ

    Fakat (Musa) onlara ayetlerimizle (mucizelerimiz ve emirlerimizle) geldiği zaman, (ibret almak ve tâbi olmak yerine,) onlar bunlara (alay edip) gülüyorlardı.

  • 43:48

    وَمَا نُر۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ اِلَّا هِيَ اَكْبَرُ مِنْ اُخْتِهَاۘ وَاَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

    Onlara gösterdiğimiz her (uyarıcı) mucize diğerinden daha büyüktü; olur ki (ibret alıp) dönerler diye onları (azap üstüne) azapla yakalayıp (sıkıştırmıştık).

  • 43:49

    وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ اِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ

    Ve (nihayet) onlar (Hz. Musa’ya dönerek) dediler ki: "Ey büyücü, sende olan ahdi (sana verdiği sözü) adına bizim için Rabbine dua et; (ki bu belaları üstümüzden kaldırsın,) gerçekten biz (o takdirde) hidayete gelmiş olacağız."

  • 43:50

    فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ

    Fakat Biz onlardan azabı çekip-giderince hemen, onlar (yine) andlarını bozuyorlar, (sözlerinden cayıyorlardı.)

  • 43:51

    وَنَادٰى فِرْعَوْنُ ف۪ي قَوْمِه۪ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَيْسَ ل۪ي مُلْكُ مِصْرَ وَهٰذِهِ الْاَنْهَارُ تَجْر۪ي مِنْ تَحْت۪يۚ اَفَلَا تُبْصِرُونَۜ

    Firavun kendi kavmi içinde bağırıp dedi ki: “Ey kavmim, Mısır’ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler (Nil’in kolları ve kanalları) benim (hükmümde) değil mi? Hâlâ bunları görmeyecek (ve basiretli davranıp bana tâbi olmayacak mısınız?)

  • 43:52

    اَمْ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ مَه۪ينٌ وَلَا يَكَادُ يُب۪ينُ

    "Yoksa ben, şundan (Musa’dan) daha (üstün ve) hayırlı değil miyim ki; o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamaktan (rahat konuşmaktan aciz ve) yoksun olan (bir adam)dır."

  • 43:53

    فَلَوْلَٓا اُلْقِيَ عَلَيْهِ اَسْوِرَةٌ مِنْ ذَهَبٍ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ مُقْتَرِن۪ينَ

    "Bu durumda (eğer Musa doğruysa), üzerine (gökten) altından bilezikler atılmalı, ya da yakınında yer almış vaziyette onunla birlikte melekler gelip (dolaşmalı) değil miydi? (Şimdi bu zavallının peşine mi takılalım?)"

  • 43:54

    فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَاَطَاعُوهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ

    (Firavun) Böylece kendi kavmini küçümseyip hafife aldı (onları basit ve haysiyetsiz ayaktakımı kimseler saydı). Buna rağmen, yine onlar kendisine (hürmet ve) itaatini (artırdı). Gerçekten onlar fasık (duyarsız, davasız ve bayağı insanlardan oluşan) bir kavim olmuşlardı. (Çünkü Firavun kendilerini hakir gördükçe, ona daha çok yanaşmışlardı.)

  • 43:55

    فَلَمَّٓا اٰسَفُونَا انْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

    Sonunda (Firavun) Bizi gazaplandırınca, Biz de onlardan intikam aldık, böylece onları toplu olarak suda boğduk (ve batırdık).

  • 43:56

    فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفًا وَمَثَلًا لِلْاٰخِر۪ينَ۟

    Bu suretle onları, sonradan gelecekler için bir selef (tarihi bir ibret belgesi) ve bir örnek kıldık.

  • 43:57

    وَلَمَّا ضُرِبَ ابْنُ مَرْيَمَ مَثَلًا اِذَا قَوْمُكَ مِنْهُ يَصِدُّونَ

    Vaktâki Meryem oğlu (İsa) da, bir örnek olarak verilince, o zaman Senin kavmin hemen ondan (küçümseyici bir keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar (ve yaygara koparıp sapıtıyorlar)dı.

  • 43:58

    وَقَالُٓوا ءَاٰلِهَتُنَا خَيْرٌ اَمْ هُوَۜ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ اِلَّا جَدَلًاۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ

    "Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?" diye (dalga geçmeye başlıyorlardı). Onu Sana sadece bir tartışma-konusu olsun diye (örnek) veriyorlardı. Aslında, onlar (gerçeği arayıcı değil) 'tartışmacı ve kavgacı’ insanlardı.

  • 43:59

    اِنْ هُوَ اِلَّا عَبْدٌ اَنْعَمْنَا عَلَيْهِ وَجَعَلْنَاهُ مَثَلًا لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ

    (Oysa Hz. İsa) O, sadece bir kuldur ki; kendisine (pek çok) nimet (ve fazilet) vermiş ve onu İsrailoğullarına bir örnek ve ibret kılmışızdır.

  • 43:60

    وَلَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَا مِنْكُمْ مَلٰٓئِكَةً فِي الْاَرْضِ يَخْلُفُونَ

    Eğer Biz isteseydik, sizden (insan neslinden değil de), şu dünyada sizin yerinize halife olacak melekler yaratırdık.

  • 43:61

    وَاِنَّهُ لَعِلْمٌ لِلسَّاعَةِ فَلَا تَمْتَرُنَّ بِهَا وَاتَّبِعُونِۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

    Şüphesiz O (Hz. İsa, Mehdiyet ve kıyamet) saati(nin gelişi) için de bir ilimdir. (Yeniden dünyaya gönderilişi önemli bir belge ve işarettir.) Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. İşte dosdoğru yol budur. (Hz. İsa'nın kıyametten önce ortaya çıkacağına ve Deccalizmi yıkacağına işaret buyrulmaktadır.)

  • 43:62

    وَلَا يَصُدَّنَّكُمُ الشَّيْطَانُۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ

    Şeytan (ve şeytanlaşmış insanlar) sakın sizi (Allah'ın yolundan) alıkoymasın. Gerçekten o, sizin için açıkça bir düşmandır.

  • 43:63

    وَلَمَّا جَٓاءَ ع۪يسٰى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ قَدْ جِئْتُكُمْ بِالْحِكْمَةِ وَلِاُبَيِّنَ لَكُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي تَخْتَلِفُونَ ف۪يهِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِ

    Vaktâki İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de (görevliyim). Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin (ki kurtuluş Hakka tâbi olmaktadır)."

  • 43:64

    اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

    "Şüphesiz Allah, O benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde (sadece) O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." (Hakk’tan sapıp bâtıla kayanlar, “Baba-Oğul-Ruhu’l Kudüs” gibi Teslis=Üç ilah edinme şirkine bulaşanlar Allah’ın kahrına uğrayacaklardır.)

  • 43:65

    فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ عَذَابِ يَوْمٍ اَل۪يمٍ

    Derken aralarından birtakım hizipler=partiler (fırkalar, gruplar, oluşumlar) çıktı ve birbirleriyle (haset ve hıyanet yüzünden) ihtilafa düştüler; (nefsani heves ve hesaplarla bu tür ihtilafları çıkaran) zalimlerin vay haline, o elim bir günün azabından! (Ki bu münafık ve marazlı azdırıcılar onları Hakk yoldan alıkoyup saptırdıkları halde, o zavallılar hâlâ kendilerinin, hakikaten hidayette olduklarını sanmaktadırlar.)

  • 43:66

    هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا السَّاعَةَ اَنْ تَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

    Onlar, hiç şuurunda (ve farkında) değilken kendilerine apansız geliverecek olan saatten (Hz. İsa’nın zuhur edişinden ve kıyametten) başkasını mı gözlüyorlardı?

  • 43:67

    اَلْاَخِلَّٓاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّق۪ينَۜ۟

    (Mahşerde) Müttakiler hariç olmak üzere, o gün (dünyadaki) dostlar (artık) birbirlerine düşmandırlar.

  • 43:68

    يَا عِبَادِ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَۚ

    "Ey (müttaki) kullarım, bugün sizin için ise (asla) korku yoktur ve siz mahzun da olmayacaksınız."

  • 43:69

    اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا مُسْلِم۪ينَۚ

    "Ki onlar, Bizim ayetlerimize (ve Kur’ani hükümlerimize) gerçekten iman edip (gereğini yapanlar ve samimiyetle) Müslüman olanlardır."

  • 43:70

    اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ تُحْبَرُونَ

    "(Haydi) Siz ve eşleriniz cennete girin; (orada) sevinç içinde ağırlanacaksınız."

  • 43:71

    يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ

    "Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey vardır. Ve siz orada süresiz kalacaksınız."

  • 43:72

    وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ٓي اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

    "İşte, (dünyada iman, itaat ve cihadla) yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur" (diye müjdelerle karşılanacaklardır).

  • 43:73

    لَكُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ كَث۪يرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ

    "Orada sizin için pek çok meyveler vardır; onlardan yiyeceksiniz (sonsuz ve kusursuz bir mutluluğa kavuşacaksınız)."

  • 43:74

    اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ

    Şüphesiz suçlu-günahkârlar (münkir ve mücrim kullar ise), cehennem azabı içinde süresiz kalacaklardır.

  • 43:75

    لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَۚ

    Onlardan (azap asla) hafifletilmeyecektir ve orada onlar (kurtuluş ve huzur) umutlarını hepten kaybetmiş (kimseler olacaklardır).

  • 43:76

    وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ

    Biz (böyle yapmakla) onlara zulmetmedik (zulmetmeyiz); ancak onların kendileri zalimlerdir (ve bunlar cehenneme müstahaktır).

  • 43:77

    وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَۜ قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ

    (İnkârcılar, münafıklar ve zulüm yapanlar cehennem yetkilisine:) "Ey Malik (söyle), Rabbin bizim işimizi bitirsin (ve öldürüp yok etsin!)" diye seslenip (yalvaracaklardır.) O ise: "Gerçek şu ki siz (burada ebediyyen) kalacaksınız (ve bu azaba katlanacaksınız)!" diyerek (onları susturacaktır).

  • 43:78

    لَقَدْ جِئْنَاكُمْ بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ

    “Doğrusu (dünyada iken) size Hakkı getirmiş (Kur’an’la ve Resulüllah’la sizi uyarmıştık); fakat çoğunuz Hakk’tan hoşlanmadınız (ve Ondan nefretle uzaklaştınız).”

  • 43:79

    اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْرًا فَاِنَّا مُبْرِمُونَۚ

    Yoksa onlar, (İslam nizamı gelmesin ve zulüm düzenleri devam etsin diye) işi sıkı mı tuttular (çok etkin ve kesin tedbirler mi aldılar, buna mı güveniyorlar)? İşte şüphesiz Biz de (işimizi ve tedbirlerimizi) sıkı tutanlarız. (Küfür ve kötülük iktidarını yıkmaya kararlıyız.)

  • 43:80

    اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ

    Yoksa onlar; gerçekten Bizim, (sakladıkları) sırlarını ve aralarındaki fısıldaşmalarını (ve şifreli konuşmalarını) işitmediğimizi mi sanıyorlar? Bilakis (işitiyoruz) ve onların yanlarındaki (görevli melek) elçilerimiz de (her şeyi) yazıp (kayıt altına almaktadır).

  • 43:81

    قُلْ اِنْ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌۗ فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ

    De ki: "Eğer Rahman (olan Allah)'ın çocuğu olsaydı, ona tapanların ilki ben olurdum" (ki bu asla mümkün değildir).

  • 43:82

    سُبْحَانَ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

    Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın Rabbi (olan Allah), onların nitelendirdiklerinden Yücedir.

  • 43:83

    فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ

    Artık Sen onları bırak; onlara va’ad edilen (hesap ve azap) günlerine kadar (gaflet ve eğlenceye) dalsınlar ve oynayıp oyalansınlar (yakında göreceklerdir).

  • 43:84

    وَهُوَ الَّذ۪ي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ اِلٰهٌۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ

    (O Allah ki;) Göklerde de (tek) İlah ve yeryüzünde de (tek ve gerçek) İlah (yalnız) O'dur. O, Hüküm ve Hikmet sahibidir, (her şeyi, herkesin niyetini ve mahiyetini hakkıyla) Bilendir.

  • 43:85

    وَتَبَارَكَ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

    Göklerin, yerkürenin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Kendisinin olan (ve hükümranlık mührü elinde bulunan Allah) ne Yücedir. Kıyamet-saatinin ilmi de O'nun katındadır ve O'na döndürüleceksiniz.

  • 43:86

    وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

    Bilerek (şuurlu hareketle) Hakka şahitlik (ve hayra rehberlik) edenler hariç; O’nun (Allah’ın) dışında yalvardıkları, kendilerine şefaatte bulunmaya malik olamayacaklardır. (Sadece bilinçle ve cesaretle insanları hayra çağıran ve Hakkı savunan mü’minlere ise şefaat izni çıkacaktır.)

  • 43:87

    وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَۙ

    Andolsun onlara: "Kendilerini kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette: "Allah" diye (yanıtlayacaklardır). Öyleyse nasıl olur da (iman ve itaatten) çevriliyorlardı?

  • 43:88

    وَق۪يلِه۪ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ

    Onun: (Hz. Peygamberin; El-eman, medet, yetiş) "Ya Rabbi!" demesi hakkı için (gerçek şu ki;) kesinlikle artık onlar imana gelmez bir kavim (olmuşlardır).

  • 43:89

    فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌۜ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

    Şimdilik (gaflet ve hıyanet ehlini) bırak, onlara aldırma ve "Selamet olsun" diyerek (oyala!) Artık onlar yakında (gerçeği görüp) bilecek ve anlayacaklardır!