Nahl Suresi

Nüzul Yeri Mekke. 128 ayettir.

  • بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

    Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

  • 16:1

    اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

    Allah'ın emri gelmiştir, (İslam Dini kemâle erdirilmiştir; hem kâfir zalimlere hem de mü’min mücahitlere va’ad olunan şeyler yaklaşıvermektedir.) Artık onda acele etmeyin (gerçekleşmesini hemen istemeyin). O (Allah), şirk koştukları şeylerden (ve her türlü eksiklikten) münezzehtir ve çok Yücedir.

  • 16:2

    يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُونِ

    (Allah elçi seçtiği) Kullarından dilediklerine; melekleri, Kendi emrinden olan ruh (Hz. Cebrail ve vahiy) ile; “Benden başka İlah yoktur, şu halde ancak Benden korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakının, şeklinde uyarın” diye indirir.

  • 16:3

    خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

    (Allah) Gökleri ve yeri Hakk ile (varlığını ve muhteşem sanatını göstersin diye) yarattı; (O, cahil ve gafil insanların) şirk koştukları şeylerden Yücedir.

  • 16:4

    خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ

    (Allah) İnsanı bir damla meniden yaratmıştır, buna rağmen (bir de bakarsın ki) o (Rabbine) açık bir hasım kesilmiştir.

  • 16:5

    وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَاۚ لَكُمْ ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ

    Ve (deve, sığır, koyun ve keçi gibi) hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma (giyecek ve yakacak olarak kullanma ve daha başka) yararlar vardır ve onlardan (ürünlerinden) yemektesiniz.

  • 16:6

    وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ

    Onları (hayvanları otlatmak için meralara) akşamları getirip, sabahları götürmeniz de, sizin için (ayrı) bir güzelliktir (ferahlık vesilesidir).

  • 16:7

    وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ

    (Yolculukta) Kendisine ulaşmaya (çalıştığınız yerlere varmak konusunda, bedenlerinizin) nefislerinizin fazla meşakkat (büyük zorluklar) çekeceği şehirlere (giderken), onlar (binek hayvanları) sizin ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir.

  • 16:8

    وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

    Onlara binmeniz (yüklerinizi taşıyabilmeniz) ve süs(lenip sevinmeniz) için atları, katırları ve merkepleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratacaktır. (Bu ayet; arabaları, uçakları, uzay araçlarını vb. haber vermektedir.)

  • 16:9

    وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟

    Yolu doğrultmak (dini kurallar ve adaletli nizam koymak) Allah'a aittir, (ama) O’ndan ayrılan (kimi yollar) ise eğridir. (Böylece bazıları sapıtıp gitmektedir.) Eğer O dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi. (Ama imtihan gereği tercih hakkını size vermiştir.)

  • 16:10

    هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ

    Sizin için gökten (yağmur ve kar şeklinde) su indiren O'dur; içecek(leriniz) ondan (çıkmakta), ağaç(lar) ondan (sulanmakta)dır (ki) hayvanlarınızı da onda (o suyla yeşeren meralarda) otlatmaktasınız. (Bunların hepsi Allah’ın nimetleridir.)

  • 16:11

    يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

    Onunla (indirdiğimiz yağmur ve kar suyuyla) sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden (Allah) bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Artık gafletten uyanmanız ve ibret almanız gerekir.)

  • 16:12

    وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ

    Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı (yaşamanızı sağlayacak ve ihtiyaçlarınızı karşılayacak şekilde) sizin hizmetinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle istifadenize hazır haldedir. (Bu müjdeler, ileride gerçekleşecek uzay yolculuklarıyla, hayret verici nimet ve neticelere erişileceğine de işarettir.) Şüphesiz bütün bunlarda, aklını kullanabilen bir topluluk için nice ayetler ve ibretler (gizlidir.)

  • 16:13

    وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ

    Yeryüzünde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri (bitki ve hayvan türlerini) de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunlar, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler (ve hikmetler) içermektedir.

  • 16:14

    وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

    Denizi de sizin istifadenize-emrinize veren O'dur, ondan (çıkardığınız balıklarla) taze et yemektesiniz ve ondan giyiminizde (yararlandığınız) süs-eşyaları (takılar) çıkarmaktasınız. Gemilerin onda, (suları) yara yara akıp gittiğini görürsünüz (de hayran kalırsınız. Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.

  • 16:15

    وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَاَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ

    (Dünya kendi etrafında saatte 1670 km; Güneş’in etrafında ise saatte 108 bin km hızla dönerken) Sizi sarsıntıya uğratmasın diye, yer(küre)de (balans -ağırlık kurşunu- gibi) sağlam dağlar bıraktı; (ayrıca ulaşımda yararlanmanız için) ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki hidayet olunur (yolunuzu bulur)sunuz diye (bunları meydana getirmiştir).

  • 16:16

    وَعَلَامَاتٍۜ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ

    Ve (Allah daha başka) alâmet ve işaretler de (var etmiştir ki örneğin;) onlar “Necmi” ile (Din Yıldızı veya Resulüllah’ın izah ettiği Kur’an kuralları ile) hidayeti (Hakk Dini ve adalet düzenini) bulabileceklerdir. [Not: Bu ayette hem kutup yıldızı ile geceleri okyanuslarda ve çöl sahralarında yön tayinine dikkat çekilmekte, hem de Hz. Peygamber Efendimize ve Mehdiyet rehberliğine işaret edilmektedir.]

  • 16:17

    اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ

    (Her şeyi böyle yoktan) Yaratan, hiç(bir şey) yaratamayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?

  • 16:18

    وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ

    Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu (bir genelleme yaparak bile kavrayıp) sayamazsınız (ama yine de nankörlüğe kalkışırsınız!); gerçekten Allah, (bunca günahınıza rağmen) çok Bağışlayandır, pek Esirgeyendir.

  • 16:19

    وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ

    (Siz, yaptıklarınızın gizli kalacağını ve hesabının sorulmayacağını mı sanıyorsunuz?) Oysa Allah saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilmektedir.

  • 16:20

    وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـًٔا وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ

    Allah'tan başka yalvarıp yakardıkları (putlar ve şahıslar) hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar (kendileri) yaratılıp duran (aciz varlıklar ve kişilerdir).

  • 16:21

    اَمْوَاتٌ غَيْرُ اَحْيَٓاءٍۚ وَمَا يَشْعُرُونَۙ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ۟

    (Putlar ve tağutlar; onlar aslında) Ölüdürler, diri değildirler (bâtıl liderleriniz de ölüp gidecektir); ne zaman dirileceklerinin de şuuruna varamayan (şeylerdir).

  • 16:22

    اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ

    Sizin İlahınız tek bir İlahtır. (Herkesi ve her şeyi yaratan, rızası aranan, ibadet olunan, medet umulan, kulları için kanun koyan tek ve mutlak Allah'tır.) Ahirete inanmayanların kalpleri ise inkârcıdır ve onlar (kof bir gururla) müstekbir (boşuna büyüklenmekte) olan (kimselerdir).

  • 16:23

    لَا جَرَمَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِر۪ينَ

    Şüphesiz Allah, onların (kalplerinde) saklı tuttuklarını da ve açığa vurduklarını da (hepsini) bilir; gerçekten O, müstekbirleri (kibirli gafilleri) sevmez.

  • 16:24

    وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۙ قَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۙ

    Onlara (inkârcılara) "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, (ne olacak) "Eskilerin masallarını" demektedirler.

  • 16:25

    لِيَحْمِلُٓوا اَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۙ وَمِنْ اَوْزَارِ الَّذ۪ينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ۟

    Bu onların (Kur’ani hüküm ve haberleri inkâr edip küçümsemeleri) kıyamet gününde kendi günahlarının tamamını ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri için (yeterlidir). Bak hele, ne kötü yük yüklenirler. (Çünkü bir şeye sebep olan ve kötü çığır açan, onu işleyenler gibi vebaldedir.)

  • 16:26

    قَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتَى اللّٰهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ

    Onlardan öncekiler de (böyle), hileli-düzenler tertiplemişlerdi de, Allah(ın azap emri) gelip onların kurdukları (şeytani) yapıların temellerini (yıkıp geçti), bunun üzerine üstlerindeki tavan tepelerine çöküverdi; böylece azap onlara hiç farkında ve şuurunda olmadıkları yerden gelmişti (ve işleri bitirilmişti).

  • 16:27

    ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ

    Sonra (Allah) kıyamet günü de onları aşağılık kılacak ve diyecek ki: "Onlar için (mü'minlere karşı) düşman kesildiğiniz ve münakaşa ettiğiniz (uydurma) ortaklarım (putlarınız, tağuti nizamlarınız, evliyamız ve kurtarıcımız diye tabulaştırdıklarınız) hani nerededir?" Kendilerine ilim verilenler, diyecekler ki: "Bugün, gerçekten aşağılanma ve kötülük kâfirlerin üstünedir."

  • 16:28

    اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

    Kendi nefislerine zulmetmiş kimseler olarak melekler onların canlarını aldıklarında ise, "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk" diye (yalan mazeretler ileri sürüp çaresiz bir) teslimiyet (ve acziyet) içinde kıvranırlar. Hayır, şüphesiz Allah, sizin neler yaptığınızı Bilendir (denilecektir).

  • 16:29

    فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ

    Öyleyse içinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların (İslam’a teslim olmayanların) konaklama yeri ne kötü ve çetindir.

  • 16:30

    وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا خَيْرًاۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ

    Takva sahiplerine (küfür ve kötülükten korkup çekinenlere): 'Rabbiniz ne indirdi?' dendiğinde ise, onlar (dinimiz baştan sona) 'Hayır' (ve hakikattır) diyecekler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara (elbette iyilik, huzur ve) güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu (olan cennet) ne güzeldir. (Ve zaten müttaki mü’minler, Allah’ın onlara indirdiği ve ruh ekranlarına gösterdiği her hali kendileri hakkında “hayır ve rahmet” olarak nitelendirmektedirler.)

  • 16:31

    جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ

    (İşte) Adn cennetleri; (bu mü’minler içindir ki) oraya (huzur ve mutlulukla) gireceklerdir, onun altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akar, içinde onların diledikleri her şey vardır. (Arzu ve irade ettikleri hemen gerçekleşir.) İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir.

  • 16:32

    اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

    Ki melekler, onların canlarını (tertemiz ve aziz vaziyette) güzellikle (ve kolay halde) aldıklarında: "Selam size" (şeklinde iltifat edilir ve) “Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere (buyurun) cennete girin” denilecektir.

  • 16:33

    هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

    (O inkârcılar ve münafıklar hâlâ) Kendilerine ille de meleklerin gelmesini veya Rabbinin (başka azap) emrinin inmesini mi beklemektedirler? Onlardan öncekiler de böyle yapmış (ve helak olup gitmişlerdi.) Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmetmişlerdi.

  • 16:34

    فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

    Böylece işledikleri kötülükleri (musibet olarak) kendilerine isabet etmiş ve alaya aldıkları şey, kendilerini sarıp-kuşatıvermişti.

  • 16:35

    وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

    (Zahiren Müslüman rolü oynayan, ama aslında) Şirk koşmakta olanlar: "Eğer Allah dileseydi, O'nun dışında hiçbir şeye kulluk yapmazdık (asla Hakk’tan ve hayırdan sapmazdık); biz de, atalarımız da O'nsuz (O’nun izni ve iradesi olmadan) hiçbir şeyi haram kılmazdık" (diyerek Allah'ı suçlamaya kalkışmışlardı). Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Şu halde elçilere düşen apaçık bir tebliğden başkası mıdır?

  • 16:36

    وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ

    Andolsun Biz her ümmete: “Allah’a kulluk yapın ve TAĞUT’tan (Bâtıl nizamlardan ve putlaştırılmış insanlardan) kaçının!” diye bir elçi gönderdik. Böylelikle onlardan kimine (gerçekleri kabullenip Hakka ve hayra yönelene) Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine (dünya rahatı ve menfaati için tağuta tapınan ve şeytani odaklara kapılan kesime) ise dalâlet (sapkınlık-doğru yoldan çıkmışlık) hak oldu. Nitekim yeryüzünde bir dolaşın da, bakın hele (peygamberleri ve davetlerini) yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görüp anlayın (ve ibret alıp toparlanın).

  • 16:37

    اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

    (Ey Resulüm!) Sen, onların hidayet bulmalarını ne kadar hırsla istesen de, şüphesiz Allah (çirkin işleri ve şirkleri nedeniyle doğru yoldan) saptırdığına hidayet vermez, onlar için yardım edicileri (ve şefaatçileri) de yoktur (ve olmayacaktır).

  • 16:38

    وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ

    Onlar, en güçlü yeminleriyle: "Öleni Allah (yeniden) diriltmez" diye yemin ettiler. Hayır; bu (hesaba çekmek üzere diriltme işi), O'nun üzerinde hak olan bir vaiddir (Allah kesin söz vermiştir), ancak insanların çoğu (bunu) bilmezler. (Onlar cahiller ve gafillerdir.)

  • 16:39

    لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ

    (Oysa Allah) Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve inkârcı (ve münafıkların) kendilerinin yalancı olduklarını bilip anlamaları için (onları diriltecek ve hesaba çekecektir).

  • 16:40

    اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟

    (Allah buyurur ki:) Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sözümüz sadece "OL!" dememizdir. O şey de hemen oluverir.

  • 16:41

    وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ

    Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri (rahatını ve menfaatini feda edip herkesin huzura kavuşacağı Hakk nizam kurulsun diye gayret gösterenleri) dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleştireceğiz (başarıya eriştireceğiz); ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Keşke (insanlar bunu) bilmiş olsalardı (ve ölüm sonrasına hazırlık görselerdi).

  • 16:42

    اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

    (Bu kutlu sona ulaşanlar) Onlar (her türlü zahmet ve ibadete ve nefislerin kötü dürtülerine) sabredenler ve (sadece) Rablerine tevekkül edenlerdir.

  • 16:43

    وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

    Biz Senden evvel de; kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (dişilerden, cinnlerden, meleklerden peygamberler) göndermedik. Eğer (bir konuyu) bilmiyorsanız zikir (ilim, irfan ve Kur’an) ehline sorun (ki cevabını söylesinler. Böylece doğru ve doyurucu bilgiye ancak; konunun uzmanı olan kişilere sormakla ve okuyup araştırmakla erişilecektir).

  • 16:44

    بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

    (Nebiler ve zikir ehli) Apaçık delillerle, (nakli ve akli hikmetlerin yazıldığı) kitaplar(daki hakikatlerle cevap verirler. Ey Resulüm!) Sana da bu Zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, kendilerine gönderilen (ayetleri) insanlara açıklayasın, ta ki tefekkür etsinler (düşünüp gerçeği görsünler diye)... [Not: Demek ki Kur’an’ın anlaşılması ve İslam’ın doğru yaşanması için Hz. Peygambere ve sünnetine ihtiyaç görülmektedir. Efendimiz sadece “tebliğ” ile değil, aynı zamanda “tebyin=ayetleri izah etme” ile de görevlidir.]

  • 16:45

    اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ

    Öyle ise (hâlâ), sinsice ‘kötülüğü örgütleyip düzenleyenler’ (ve çeşitli tuzak sistemler üretenler), Allah’ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden (başlarına bir) azabın gelmeyeceğinden emin midirler?

  • 16:46

    اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ

    Ya da onlar, (gafletle) dönüp dolaşmaktalarken, (İlahi azabın) onları yakalayıvermesinden (nasıl emindirler ve neye güvenmektedirler?) Ki onlar (bu konuda Allah'ı) aciz bırakacak değildirler.

  • 16:47

    اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

    Veya “(Allah’ın) Onları bir korku (ve kuşku) üzere iken aniden yakalamayacağından (güvende midirler?” Öyle ise hemen tevbe edip Hakka dönmelidirler). Şüphesiz Rabbiniz çok Şefkatlidir, çok Merhametlidir.

  • 16:48

    اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّدًا لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

    (O inkârcı akılsızlar) Allah'ın (hiç ortada yok iken) herhangi bir şeyden (moleküllerden, hücrelerden ve elementlerden) yarattığına (canlı-cansız harika varlıklara) bakmıyorlar mı? Ki onların gölgeleri küçülerek sağdan ve soldan Allah'a secde eder vaziyette dönmektedirler.

  • ساجد

    Secde

  • 16:49

    وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

    Göklerdekiler ve yeryüzünde mevcut bütün 'dabbeler' (canlı varlıklar) ve melekler hiç büyüklenmeden Allah’a secde etmektedirler.

  • 16:50

    يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟

    (Melekler ve gerçek mü'minler) Üstlerinden (her an bir azap göndermeye Kâdir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi (emrolunduğu şekilde, emrolunduğu vakitte, emrolunduğu ölçüde ve gönül rızası içinde) yapma gayretindedirler.

  • 16:51

    وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

    Allah buyurmuştur ki: "(Sakın) İki (ve daha fazla) ilah edinmeyin: O, ancak tek bir İlahtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun (ki böylece müttaki olursunuz)."

  • 16:52

    وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِبًاۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ

    Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Din de daima O’nundur. (Kıyamete kadar yalnız O’nun hükmü uygulanacaktır.) Gerçek böyle iken siz hâlâ Allah'tan başkalarından mı korkuyorsunuz?

  • 16:53

    وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ

    Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı dokunduğunda dönüp yalvaracağınız makam da yalnız O’dur.

  • 16:54

    ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ

    Sonra sizden o sıkıntıyı giderdiği zaman ise, (maalesef) içinizden birtakımı Rablerine (tekrar) şirk koşup durur.

  • 16:55

    لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

    (Bunlar bozuk fıtratları nedeniyle) Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etmek için (şirke yönelirler). Öyleyse (şimdilik dünyada geçici bir süre) yararlanın (ve keyfinize bakın), ileride bileceksiniz.

  • 16:56

    وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَص۪يبًا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْۜ تَاللّٰهِ لَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَفْتَرُونَ

    (Cahiller) Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, (aslında) hiçbir şey bilmeyenlere (uyduruk şefaatçilere) paylar ayırıyorlar (ve böylece Allah’ın elinden kurtulacaklarını sanıyorlar). Andolsun, Allah'a iftira ettiklerinizden dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz.

  • 16:57

    وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ

    Ve Allah'a kızlar isnad ediyorlar, (hâşâ) O (böyle şeylerden) Yücedir. Hoşlandıkları (erkek çocukları) da kendilerine (reva görmektedirler).

  • 16:58

    وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ

    (Oysa cahil ve gafil insanlara) Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilir.

  • 16:59

    يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ

    Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu (kız çocuğunu) aşağılanarak tutacak (ve bekletecek) mi, yoksa (diri diri) toprağa mı gömecek? (gibi bağnaz ve bâtıl düşünceler içinde debelenir.) Bakınız hele, verdikleri hüküm ne (kadar) kötü ve çirkindir!

  • 16:60

    لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟

    Ahirete inanmayanların (böyle) ne kötü örnekleri (ve ne vahşi özellikleri) vardır, en yüce örnekler ve özellikler ise Allah'a aittir. O, Aziz (en güçlü ve saygın olan Rabbiniz)dir. (Gerçek) Hüküm ve Hikmet sahibidir.

  • 16:61

    وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

    Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle (hemen) sorguya çekecek (ve cezasını verecek) olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; fakat onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. (Şu var ki) Onların ecelleri geldiğinde ise, (artık) ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.

  • 16:62

    وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ

    Onlar, kendilerinin hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah'a (isnat edip) uygun görürler. (Kendi kötülükleri için de “kader kurbanıyız” derler.) Dilleriyle de, yalan (ve riyakârlık)la; en güzel olan (davranış ve başarıların ise) 'kendilerinin (marifet ve meziyeti) olduğunu' ileri sürmektedirler. Hiç şüphesiz ateş onlar içindir ve hiç şüphesiz onlar, (cehenneme herkesten) önce sürüleceklerdir.

  • 16:63

    تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    Allah'a yemin olsun ki; Senden önceki ümmetlere de (elçiler) gönderdik. Fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini (küfür ve kötülük amellerini) süslü göstermiştir; bugün de onların velisi o (şeytandır) ve onlar için acı bir azap var (edilmiş, onları beklemektedir).

  • 16:64

    وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ اِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا ف۪يهِۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

    Biz Sana Kitabı indirdik ki; hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara beyan edip (açıklayasın, zira bu Kitap) inanan bir topluluk için hidayet ve rahmettir. (Demek ki Hz. Peygamber Efendimiz aynı zamanda Kur’an ayetlerini açıklayıp yorumlamak ve örnek olarak uygulamakla görevlidir.)

  • 16:65

    وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟

    (İbretle bakıp görmez misin?) Allah gökten su indirdi de, (her kış, bir nevi) ölümünden sonra (baharda tekrar) yeri onunla diriltti; (yararlı ve gönül okşayıcı yeşillik ve ekinleri bitirdi.) Hakikaten söz dinleyen (ve gerçeğe kulak veren) bir topluluk için bunlar elbette nice ayet (ibret ve hikmet) içermektedir.

  • 16:66

    وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَٓائِغًا لِلشَّارِب۪ينَ

    (Kuşkusuz) Sizin için (evcil) hayvanlarda da elbette ibretler vardır ki, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru ve halis bir süt içirmekteyiz.

  • 16:67

    وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

    Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden de; hem (haram kıldığımız halde) sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, kesinlikle bunlar birer ayet (Allah'ın kudret ve inayetine bir delil ve işaret)tir. [Not: Bu ayet içki yasaklanmadan önce gelmiştir ve güzel-iyi rızıktan ayrı ve farklı zikredilmiştir.]

  • 16:68

    وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ

    Rabbin bal arısına (şifalı bir tatlı yapmak üzere): “Dağlardaki (kaya oyuklarından), ağaçlardaki (kovuklardan) ve onların (insanların) kurdukları kovanlardan kendine evler (petekler) edin” diye vahyetti.

  • 16:69

    ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًاۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

    Sonra (arılara; bu) meyvelerin (ve çiçeklerin) hepsinden ye, böylece Rabbinin sana (ilham edip) kolaylaştırdığı yayılım yollarında yürüyüp-uçuver (dedi. İşte bunun sonucu) Onların karınlarından türlü renklerde (tatlı) şerbetler çıkmaktadır ki, onda insanlar için bir şifa (ve üstün bir gıda) bulunmaktadır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda ibretli bir ayet (ve hikmet sezilip görülecek)tir. (Ki Allah yiyeceklerin en güzeli balı bir sineğe, giyeceklerin en güzeli ipeği bir böceğe, içeceklerin en güzeli sütü ise bir ineğe yaptırıvermektedir.)

  • 16:70

    وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟

    Allah sizi (hiç yoktan) yaratıvermiştir, sonra sizi öldürecektir; sizden kimi de, (birtakım şeyleri) öğrendikten sonra artık bazı şeyleri (tekrar unutup) bilemeyecek (ve hatırlamada zorluk çekecek hale gelsin) diye, ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilir. Şüphesiz, Allah Bilendir, her şeye güç yetirendir.

  • 16:71

    وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ

    Allah rızıkta (zenginlik konusunda) kiminizi kiminize üstün kıldı; ama kendilerine (diğerlerinden) fazla verilenler, (maalesef) rızıklarını (imkânlarını) ellerinin altındakilere (aile bireylerine, hizmetçi ve işçilerine) onda eşit olacak (insanca yaşama şartlarına kavuşacak) şekilde aktarıp vermiyorlar. Yoksa Allah’ın nimetlerine (ve infak emirlerine) karşı itiraz, isyan ve inkâr mı ediyorlar?

  • 16:72

    وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ

    Allah size kendi nefislerinizden (kendi cinsinizden ferahlanıp rahatlayacağınız) eşler yarattı ve size eşlerinizden de çocuklar ve torunlar var edip (çoğalttı) ve sizi en temiz ve en güzel şeylerden rızıklandırdı. Şimdi onlar, (hâlâ) bâtıla mı inanıyorlar ve Allah'ın nimetini inkâra (ve isyana) mı kalkışıyorlar?

  • 16:73

    وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـًٔا وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ

    Onlar; (şu kâfir ve gafil insanlar, hâlâ) Allah'ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden rızıktan (nimet ulaştırma konusunda) hiçbir şeye malik bulunmayan ve buna asla güçleri de yetmeyecek olan başka şeylere tapıyorlar! (Bu ne cahilliktir!)

  • 16:74

    فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

    (Öyle ise) Artık Allah’a benzerler aramaya (bazı güç odaklarını ve lider takımını, hâşâ O’nun misli, dengi ve şeriki gibi değerlendirip sapıtmaya) kalkışmayın. Çünkü (her şeyin hakikatini ve hikmetini) ancak Allah Bilir, siz bilmezsiniz.

  • 16:75

    ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا عَبْدًا مَمْلُوكًا لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًاۜ هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    Allah (düşünesiniz diye şöyle) misal getirdi; gücü hiçbir şeye yeterli-başarılı olamayan ve başkalarının mülkünde (ve güdümünde) bulunan (birisi) ile; kendisine tarafımızdan güzel bir rızık (çeşitli ve etkili nimet ve fazilet) verdiğimiz, böylece ondan gizli ve açık infak eden (toplum kendisinden fayda gören) kimseyi (karşılaştırın diye) örnek gösterdi; (şimdi) bunlar hiç eşit olur (ve aynı tutulur) mu? (Oysa Allah Adildir ve herkese hak ettiğini verecektir.) Hamd (övgü ve teşekkür) Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bunu bilmez (cahillerdir.)

  • 16:76

    وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَۙ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟

    Allah (yine) şu örneği de verdi: İki kişi (düşünün ki); bunlardan birisi dilsiz (gerekeni ve gerçekleri konuşmaktan aciz), hiçbir işe (kendi inisiyatifiyle) güç yetiremeyen (cesaret ve gayret göstermeyen çaresiz ve beceriksiz) ve her yönüyle efendisinin üzerine sadece bir yüktür ki, onu hangi yöne (ve göreve) gönderse (kendi başına) bir hayır (ve yararlı hizmet üretip) getiremez! Şimdi bu (kişi, eline imkân ve iktidar geçince) adaletle emreden (işlerini Hakka, hayra ve halka uygun yürüten) ve dosdoğru bir yol üzerinde (adil bir düzen istikametinde) hareket edenle, eşit olabilir mi? [Not: Ayette geçen “Mevlâsı üzerinde ‘KELL’dir” ifadesi; Kur’an dışı bâtıl ve bozuk yönetimlerde güdükleşen bürokratların yararlı ve başarılı hizmetler üretemeyeceğine işarettir.]

  • 16:77

    وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

    Göklerin ve yerin gaybı (ezeli kader programı ve sırları) Allah’a aittir. Saatin (kıyametin ve öncesindeki büyük devrim ve değişimin vaktinin) emri de (Allah’a göre sadece süratli bir) göz açıp kapama gibidir, (veya bekleyin) çok daha yakın (bir gelecektir). Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir. [Not: Bir nokta halindeki Nuruna “KÜN=OL!..” talimatıyla ve Big Bang patlamasıyla şu muhteşem Kâinatı ve mükemmel tabiatı yaratan Yüce Allah’ın, yine bir “Yok ol ve yıkıl!..” buyruğuyla kıyameti koparacağını kabullenemeyenler; cahil ve gafil kâfirlerdir.]

  • 16:78

    وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

    Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (yetenekleri) ve (idrak etmek için) gönüller verdi.

  • 16:79

    اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَوِّ السَّمَٓاءِۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

    (Gökyüzünde İlahi irade ve hikmetle insanlığın hizmetine musahhar kılınmış kuşları ve uçakları, bizzat havada tutan ve uçuran Allah olduğunu Kur’an şöyle haber vermektedir:) Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) tayrları (kuşları ve uçak cinsinden tüm araçları) görmezler (ve ibretle-ilimle düşünmezler) mi? Ki onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutuyor değildir. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler (İlahi kudret ve hikmetler, tezahür ve tecelli etmiştir).

  • 16:80

    وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَنًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثًا وَمَتَاعًا اِلٰى ح۪ينٍ

    Allah size evlerinizi; (içinde) "güvenlik ve huzur bulacağınız (sükûnet ve saadet) yerleri" kıldı ve size hayvan derilerinden; hem göç gününde (yolculuk halinde), hem yerleşme gününde kolaylıkla taşıyabileceğiniz (çadır) evler (yapmanızı sağladı); yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından da bir zamana kadar giyimlikler-döşemelikler ve (alışveriş için) bir meta (ve ticaret malı) yaptı.

  • 16:81

    وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَانًا وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ

    Allah, sizin için yarattığı şeylerden (ağaçlardan ve çadırlardan) gölgelikler hazırladı. Dağlarda da sizin için barınaklar-siperler yaptı; sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluklara karşı) koruyacak (zırhlı) giyimlikler de var edip sağladı. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki (Allah’ın dinine) teslim olursunuz (ve Müslümanca yaşarsınız diye bütün bunları yarattı).

  • 16:82

    فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

    (Ey Nebim!) Fakat (buna rağmen) onlar (hâlâ Hakk’tan ve kutlu çağrından) yüz çevirirlerse, (aldırma ve yolundan geri durma); Sana düşen yalnızca apaçık bir tebliğdir.

  • 16:83

    يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟

    (Çünkü) Onlar, (bütün bunların) Allah'ın nimeti olduğunu tanıyıp anlıyorlar, sonra da (bile bile) inkâr ediyorlar; (zaten) onların çoğu inkâr edenlerdir (kadir bilmez nankörlerdir).

  • 16:84

    وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

    Her ümmetten bir şahit getireceğimiz (ve herkesin amellerini ortaya dökeceğimiz) gün; (artık ondan) sonra inkâr edenlere (özür dilemeleri için) izin verilmeyecek, (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri de kabul edilmeyecektir.

  • 16:85

    وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ

    O zulmedenler azabı gördüklerinde, artık onlara ne (azap) hafifletilecek, ne de kendilerine (biraz rahatlamak üzere) süre (mühlet) verilecektir.

  • 16:86

    وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ

    O şirk koşanlar (ahirette) şirk koştukları (şeyleri ve kişileri) gördükleri zaman: “Rabbimiz, Seni bırakıp da tapındığımız ve yalvardığımız ortaklarımız işte bunlardır” diyecek (sorumluluktan ve cezadan sıyrılmaya yeltenecek)lerdir. (Onlar da bunlara:) “Siz gerçekten yalan söyleyenlersiniz. (Çünkü bizi kayırarak değil, kendi çıkarlarınızı kollayarak bize geldiniz)” diye bu sözü kendilerine (geri çevirip suçu onların) üzerlerine atıvereceklerdir.

  • 16:87

    وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

    O gün (artık mecburen herkes) Allah'a teslimiyet göstereceklerdir ve uydurdukları (yalancı ilahlar ve sahte kurtarıcılar) da onlardan çekilip-uzaklaşıverecektir.

  • 16:88

    اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ

    (Kendileri) İnkâr edip de (insanları) Allah'ın yolundan saptırıp alıkoyanlar (var ya); Biz, yapmakta oldukları fesatçılığa karşılık, onlara azap üstüne azabı arttırıp (mahvedeceğiz).

  • 16:89

    وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يدًا عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يدًا عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟

    Her ümmete kendi içlerinden birisini (görevli nebi ve davetçilerini) onların üzerine bir şahit getirdiğimiz diriltme günü, (ey Nebim!) Seni de onlar üzerine bir şahit olarak getireceğiz (Baş müşahit makamına eriştireceğiz). Biz Kitabı (Kur’an’ı) Sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde (kaynağı) olarak indirdik. [Not: Bu düşünce yapısı ile mü’minler, olayları; cahiliye toplumunun değer ölçülerine göre değil, Kur’an’ın hükmüne göre yorumlamak mecburiyetindedirler.]

  • 16:90

    اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

    Şüphesiz Allah, adaleti (hâkim kılmayı ve uygulamayı), ihsanı (görevini tastamam yapmayı ve iyilik ehli olmayı), yakınlara (ihtiyaçlarını karşılayacak oranda) bağışta bulunup bakmayı emreder; çirkin hayâsızlıktan (fahşadan), kötülük ve fenalıklardan, azgınlık ve zorbalıklardan (ise yasaklayıp) sakındırır. Umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye size öğüt vermektedir.

  • 16:91

    وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلًاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

    (İslam’a uygun olarak bir konuda) Ahitleştiğiniz (senetleşip sözleştiğiniz) zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, (böyle sağlamca) pekiştirdikten sonra yeminleri bozup çiğnemeyin; çünkü Allah'ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.

  • 16:92

    وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثًاۜ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ

    Bir ümmet (kavim, kabile ve devlet) diğer bir ümmetten (ekonomik, askeri ve teknolojik yönden) daha güçlü ve gelişkindir diye, aranızdaki yeminleri (barış ve ticaret sözleşmelerini) bozmaya yeltenmeyin. İpini kuvvetle eğirdikten (ve ördükten) sonra (tekrar dönüp) sökerek çözen (kadın) gibi olmayın! (Yeminlerinize, ahitlerinize, senet ve sözleşmelerinize riayet edin, asla hile ve hıyanete girişmeyin.) Çünkü kesinlikle Allah sizleri bütün bunlarla (İslami emir ve yasaklarla) imtihan etmektedir ve hulf ettiğiniz (haksızlık ve hırsızlığa yöneldiğiniz) durumları kıyamet günü size elbette (belgeleriyle) açıklayıverecektir.

  • 16:93

    وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

    Eğer Allah dileseydi, sizi (aynı din ve kavim üzerindeki) tek bir ümmet kılardı; ancak (zulüm, küfür ve kötülük ehlinden) dilediğini saptırıverir, (iman, iyilik ve istikamet sahibi kimselerden) dilediğini hidayete erdirir. Ve siz bütün yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız (sual edileceksiniz).

  • 16:94

    وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

    (Bu nedenle) Yeminlerinizi kendi aranızda, bir (yolsuzluk ve ara)bozuculuk aracı edinmeyin (insanları aldatmak için Allah’ın adını vermeyin); sonra sapasağlam basan ayak(larınız Hakk’tan ve hayırdan) kayar ve (insanları) Allah'ın yolundan alıkoyduğunuz için (yaptığınız) kötülüğün (acısını ve cezasını) tadarsınız. (Böyle yaparsanız ayrıca ahirette de) Büyük azap sizin içindir.

  • 16:95

    وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

    Allah’ın ahdini (Hakk adına verdiğiniz garantileri ve sözleşmeleri basit dünyalık çıkarlar karşılığı) değersiz bir menfaate satmayın. Eğer (iyice düşünüp) bilirseniz Allah katında olan, (samimiyet ve gayret ehli mü’minlere va’ad edilmiş bulunan) sizin için daha hayırlıdır (ve gereklidir).

  • 16:96

    مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

    (Çünkü) Sizin yanınızda olan (dünyalık nimet ve etiketler geçicidir) tükenir. Allah'ın katındakiler ise kalıcıdır, bâkidir. Sabreden (sadıkların) mükâfatını Biz, yaptıklarının en güzeliyle, muhakkak vereceğiz.

  • 16:97

    مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

    Erkek ve kadın, (yararlı ve hayırlı) salih amel işleyen mü’minleri, hiç şüphesiz (dünyada) güzel bir hayatla (huzur ve hürriyetle) yaşatırız ve (ahirette de yaptıkları salih amellerinin, iyi hallerinin ve hizmetlerinin) karşılığını en güzel biçimde öderiz.

  • 16:98

    فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

    Kur’an’ı okumak (onu anlamak ve hükmünü uygulamak) istediğin(iz) zaman, lanetlenmiş şeytan(lar)ın (bâtıl zihniyetlerin ve zalim şahsiyetlerin) şerrinden Allah’a sığın(ın, Rabbinize güvenip dayanın; Kur’an’a euzü besmele ile başlayın!)

  • 16:99

    اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ

    Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı gücü yoktur (bunu unutmayın ve gaflete kapılmayın).

  • 16:100

    اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟

    Şeytanın sultası (tesir ve tahribatı), sadece onu veli edinip kendisine uyanlar ve onu (şeytanı) Allah’a ortak koşanlar üzerinde geçerlidir.

  • 16:101

    وَاِذَا بَدَّلْنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

    Biz bir ayeti, bir (başka) ayetin yeriyle değiştirdiğimiz (şartlara ve ihtiyaçlara göre hükmünü ertelediğimiz) zaman, ki -Allah neyi indirdiğini (ve değiştirdiğini) daha iyi bilir-. "Sen yalnızca iftira edici (ve yalan dizici)sin" dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler (gafil ve cahil sürüleridir).

  • 16:102

    قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ

    De ki: “İman edenleri (Hakk’ta sebatlı kılıp) sağlamlaştırmak, Müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, Onu (Kur'an'ı) Hakk olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs (Hz. Cebrail) indirmiştir.”

  • 16:103

    وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌۜ لِسَانُ الَّذ۪ي يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِيٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُب۪ينٌ

    Andolsun ki Biz, onların: (Ey Nebim, Seni kastederek) "Bunu kendisine mutlaka bir (başka) insan öğretmektedir. (Bu hikmetleri ve ayetleri, özel ve gizli kişiler ve merkezler ona öğütlemektedir)” dediklerini biliyoruz. (Oysa Hakk’tan) Saparak kendisine yöneldikleri (nispet ettikleri kimse)nin dili A'cemidir (yabancı bir dildir), bu (Kur’an) ise açıkça Arapça olan (İlahi bir kelâm)dır.

  • 16:104

    اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۙ لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    Allah'ın ayetlerine (samimiyetle ve bütünüyle) inanmayanları Allah elbette hidayete ulaştırmayacaktır ve onlar için (dünyada da ahirette de) acı bir azap vardır.

  • 16:105

    اِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ

    (Dini yozlaştırmak ve elçileri zora sokmak üzere) Yalanı (ve asılsız ithamları), ancak Allah’ın ayetlerine (ve hesap gününe) inanmayanlar uydurup iftira atmaktadırlar. İşte asıl yalancı (bozguncu ve fesatçı) olanlar bunlardır.

  • 16:106

    مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

    Kim imanından sonra Allah’a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde, baskı altında zorlanan hariç- (bile bile) inkâra göğüs açarsa, işte onların üzerine Allah’tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır.

  • 16:107

    ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اسْتَحَبُّوا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ

    Bu (hidayet kararması durumu); onların dünya hayatını sevip (bile bile) ahirete tercih etmeleri (yüzündendir;) ve şüphesiz Allah'ın da inkâr ve nankörlük eden bir topluluğu hidayete erdirmemesi nedeniyledir.

  • 16:108

    اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

    Onlar Allah’ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte (asıl) gafil olanlar da onların ta kendileridir.

  • 16:109

    لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرُونَ

    Şüphesiz onlar, ahirette de ziyana uğrayan kimselerdir.

  • 16:110

    ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

    Sonra gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir). Şüphesiz Senin Rabbin, bundan sonra da gerçekten Bağışlayandır, Esirgeyendir.

  • 16:111

    يَوْمَ تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

    (Ahirette) O gün, herkes kendi nefsi(ni kurtarmak) için mücadele ederek (huzura) gelip (bağışlanmak için) çırpınacaktır. Ve (zaten) herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenecek, onlar asla zulme uğratılmayacaklardır.

  • 16:112

    وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

    Allah (ibret ve ders almanız için) bir şehri örnek verdi ki: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük etmelerine karşılık, Allah da '(kılıfına uydurarak) yaptıkları (kötülükler)' nedeniyle onlara açlık ve korku elbisesini (bela ve musibetini) tattırdı. [Not: Ayetin sonundaki yesneun=bir işi sanatlı ve ustalıklı yapmak, yani kötülükleri iyilik kılıfına sarmak anlamındadır.]

  • 16:113

    وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ

    Andolsun, onlara kendi içlerinden bir elçi gelmiş (ve gerçekleri hatırlatmıştı), fakat yine de onu yalanlamışlardı; böylece onlar zulümlerine devam etmektelerken azap onları yakalamıştı.

  • 16:114

    فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًاۖ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

    Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helâl (ve) temiz olanlarını yiyin (için); eğer (sadece ve samimiyetle) O'na kulluk ediyorsanız, Allah'ın nimetine şükredin (ki kurtulasınız)!

  • 16:115

    اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

    O, size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. (Ayrıca; fare, akrep, köstebek gibi bazı hayvanların yenmesini de Peygamberimiz yasakladı.) Fakat kim mecbur kalırsa, azgınlaşıp sınırı aşmamak üzere (bunlardan bile yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, çok Bağışlayandır, pek Esirgeyici olandır.

  • 16:116

    وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ

    Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla (kendi kafanızdan) şuna helâl, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ulaşamayacaklardır.

  • 16:117

    مَتَاعٌ قَل۪يلٌۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

    (Dini yozlaştıranların ve din istismarı yapanların bu dünyada kazandıkları) Pek az bir metadır. (Kısa süreli bir mal ve yararlanmadır. Ahirette ise) Onlara çok acı bir azap vardır.

  • 16:118

    وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

    Şimdi Sana aktardıklarımızı (ve helâl kıldıklarımızın bir kısmını) daha önce Yahudi olanlara da haram kıldık. (Bunu da aşırılıkları ve azgınlıkları sebebiyle yaptık. Böyle davranarak) Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.

  • 16:119

    ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟

    Sonra (buna rağmen); şüphesiz Rabbin, (gerçekten) cehalet sonucu (bilmeden) kötülük işleyen, sonra tevbe eden ve bunun ardından ıslah olup kendini düzeltenleri (kabul edecektir.) Şüphesiz Rabbin bundan sonra Bağışlayandır, Esirgeyendir.

  • 16:120

    اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتًا لِلّٰهِ حَن۪يفًاۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ

    Gerçek şu ki: İbrahim (AS tek başına) bir ümmetti; Allah’a bütünüyle ve gönülden yönelip itaat eden (Ganit=Halis, teslimiyetli ve hizmet ehli) bir Hanif’ti (muvahhid ve önder bir mü’mindi, mevcut bâtıl düşünce ve düzeni hoş görüp muhafaza etmezdi), ve asla müşriklerden olmuş değildi. (Zalim sistemlere ve yöneticilere tenezzül etmemişti.)

  • 16:121

    شَاكِرًا لِاَنْعُمِهِۜ اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

    (Hz. İbrahim) O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah da) Onu seçti ve doğru yola iletti.

  • 16:122

    وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ

    Ve Biz ona dünyada bir iyilik ve güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih kimselerdendir. (Önemli mertebenin sahibidir.)

  • 16:123

    ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ

    Sonra Sana şöyle vahyettik: Dosdoğru (Hakk ve hayır) yoluna yönelen İbrahim’in (temiz ve aziz) dinine uy! Ki o hiçbir şekilde müşriklerden olmuş değildi. (Ama Hz. İbrahim’in Dini üzere olduklarını söyleyen Yahudi ve Hristiyanların ve hatta Müslümanların bir kısmı şirke düşmüşlerdir.)

  • 16:124

    اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ

    Cumartesi (ibadeti ve tatili), ancak onda ihtilafa düşen (Yahudi)lere (farz) kılınıverdi. Şüphesiz Rabbin, onların ihtilaf ettikleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hükmedecektir.

  • 16:125

    اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

    (Ey Nebim!) Sen (ve ümmetin) Rabbinin yoluna, hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla (barış ve davet döneminde) en güzel şekilde mücadele et! Şüphesiz Senin Rabbin, Kendi yolundan sapanları en iyi Bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.

  • 16:126

    وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ

    Eğer (size hakaret ve haksızlık edenlere) ceza verecekseniz, size yapılan ezanın (hakaret ve zararın) misliyle karşılık verin (işte bu adalettir). Eğer sabredip (şahsi haklarınızdan vazgeçerseniz), andolsun ki bu sabredenler için daha hayırlıdır (faziletlidir).

  • 16:127

    وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ

    (Ey Nebim, Sen Hakk ve hayır üzerinde) Sabret! Senin sabrın da yine ancak Allah(ın desteği) iledir. (Senden yüz çeviren ve hakarete yönelenler için) Sakın üzülme ve kurdukları hileli tuzak ve planlardan dolayı telaşlanıp sıkıntıya düşme (ki bu tevekkül ve teslimiyete uygun değildir).

  • 16:128

    اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ

    Şüphesiz Allah, (Kendisinden) korkup (kötülükten) sakınanlarla ve (devamlı iyilik ve) ihsan ehli olanlarla beraberdir.